Üniversite ortamı gerek izlediğimiz diziler veya filmler olsun, gerekse çevreden duyduğumuz eğlenceli olaylardan ve dostluklardan hep bizi heyecanlandıran bir yer olmuştur. Bu yüzden üniversite, pek çok genç için yaşamında yeni bir başlangıcın simgesi olmuştur. Keşfedilecek farklı yerler, farklı kültürler, yeni insanlar, yeni umutlar, yeni hikâyeler… Ancak günümüzde bu yeni başlangıç olarak nitelendirilen üniversiteler, yerini derin bir sessiz yalnızlığa ve belirsiz bir kaygıya bırakmış durumda. Binlerce öğrenciyle dolu kampüste bile öğrenciler kendini soyutlanmış hissederek, aynı sıralarda oturan yüzlerce sıra arkadaşı arasında bir yabancıya dönüşür. Belirli bir zaman geçtikten sonra öğrencinin aklında birkaç soru belirir: “Üniversitede geçirdiğim bu yıllar beni gerçekten bir yere götürüyor mu? Bu kadar gösterdiğim çaba ileride benim işime yarayacak mı?”
Gelecek Kaygısı ve Belirsizliğin Artan Baskısı
Üniversitelerimizde iki yıllık veya dört yıllık herhangi bir bölümü henüz bitirmeden akıllara şu soru geliyor: “Bu bölümü bitirip mezun olduktan sonra ben ne olacağım?” Bu soru, günümüz öğrencilerinde en sık zihinde yankılanan cümledir. Yaşadığımız çevrenin günümüz şartlarına baktığımızda artan işsizlik oranları, ekonomik kaygılar, meslek ayırt etmeksizin değer kaybetmesi gibi durumlar bireyin geleceğe umutla bakmasını güçleştirir. Bu durum, bireyde sürekli hissedilen bir yetersizlik duygusuna neden olur. Üniversitede her geçen yıl bilgi ve deneyim birikimi yerine eksiklik hissini arttırır. Kaldı ki, zaman zaman bölümünden memnun olmayan öğrenciler, bölümü bitirip mezun olduktan sonra ne yapacaklarını bilemez duruma gelirler. Bu da öğrenme sürecini gitgide uzatır ve sekteye uğratır.
Kimlik Arayışında Sıkışıp Kalmak
Üniversite yılları, aynı zamanda gençler için kendini keşfetme ve tanıma adına kimliğinin şekillendiği bir süreçtir. Ancak artan bilgi kirliliği ve kaygılar yüzünden birey, nasıl biri olduğunu ve neyi hedeflediğini bulmakta zorluk çekebilir. Ailemizin beklentileri, baskısı, çevremizdekilerin yönlendirmeleri bireyin kişiliğinin bastırılmasına neden olur. “Bu mesleği gerçekten istiyor muyum? Bu mesleği ben mi istiyorum, ailem mi? Bu meslek ileride bana ekonomik özgürlük verebilecek mi?” gibi sorular çoğu zaman cevapsız kalır. Bireyin kendisine karşı yabancılık hissetmeye başlamasıyla beraber hem akademik başarı anlamında hem de kişisel olarak duraklama noktasına gelir. Günler, haftalar, aylar ve yıllar geçmesine rağmen bireyde içsel olarak hiçbir aşama kaydedilemez ve hissedilmez.
Sosyal Kopukluk ve Aidiyet Eksikliğinin Yıpratıcı Etkisi
Üniversiteye yeni başlayan çoğu öğrenci, ülkenin dört bir yanından gelmiştir. Hiç tanımadığı bir çevrede, ailesinden ve arkadaş ortamından uzakta yaşamaya alışırken bu konuda zorluk çeker ve kendini yalnız hisseder. Çoğu üniversitemizin kampüsleri kalabalıktır ve birçok öğrenci barındırmaktadır; ama bu kalabalık arasında ilişkiler yüzeyseldir. Arkadaş grupları çoktan oluşturulmuş gibi görünür. Dolayısıyla birey yeni bağlar kurmakta çekinir ve oldukça zorlanır. Bu durumda koca bir kalabalığın içinde bile öğrenci kendini yapayalnız hisseder. Öğrenci kulüplerine katılamaz, sosyal aktivitelerde bulunamaz; zamanla derslere olan ilgisi ve sevgisi azalır, hatta bir süre sonra kampüse bile gitmek sıkıcı bir durum haline gelir. Böylelikle aidiyet duygusunun eksikliği, bireyin kendini dışlanmış hissetmesine ve motivasyonunun giderek azalmasına neden olur.
Tüm yaşanan bu olaylar, üniversite dönemini birçok öğrenci için “bekleme odası” olmaya dönüştürür. Ancak her şeyde bir çözüm olduğu gibi bu bekleme odalarından da çıkmak mümkündür.
Neler Yapılabilir
Sosyal Etkinlikler
Üniversitelerin barındırdığı öğrenci kulüpleri, toplulukları ve gönüllülük adı altında yürütülen çalışma projeleri, öğrencilerin sosyalleşmesine katkıda bulunur. Öğrencilerin birbirlerini tanımasına ve iletişim kurmasına destek olur. Biliyoruz ki üniversitelerimiz, sadece bizlere akademik anlamda değil; bireyin kendini keşfetmesi ve tanıması adına sosyal, duygusal gelişimini de sağlar.
Rehberlik ve Mesleki Yönlendirme
En başta belirttiğimiz üzere, gelecek kaygılarımızın temelinde yatan en büyük sorun belirsizliktir. Belirsizlik, bireyin neyi nasıl yapacağına ve nereye yöneleceğine net bir şekilde karar verememesidir. Bu nedenle, öğrencilerin kendini keşfedip tanıdıktan sonra ilgi, beceri ve yeteneklerine yönelik uygun danışmanlık hizmeti verilmelidir. Staj imkânları artırılmalı, derslerde teorik bilgiden ziyade uygulamaya dönük etkinlikler yapılmalı ve öğrencinin kendini sahada hissederek özgüveni arttırılmalıdır. Üniversitelerimiz, sadece bilgiyi ham bir şekilde veren bir yer değil; gençlerimizin “kendini gerçekleştirme” dediğimiz hayatın bir adımını buralarda uygulayabildiği alanlar olmalıdır.
Sorumluluk Bilinci Oluşturulmalı ve Farkındalık Kazandırılmalı
Çözümün bir diğer önemli parçası da bireye düşmektedir. Birey, kendi hayatında pasif bir seyirci olmak yerine yönünü belirleyen kişi olduğunun farkına varmalıdır. Bu farkındalık, ilk başlarda bireyin kendine minik hedefler oluşturması, kişisel gelişimi için zaman ayırarak etkinliklere ve kurslara katılmasını; daha ilerleyen zamanlarda ise bir şeyler üretmesini ve paylaşmasını kapsar. Bu çabalar sonucunda birey, başta kaygı olmak üzere umutsuzluk, stres ve depresyon gibi duyguların üstesinden gelebilir.
Son Söz
Üniversitelerimizde geçmeyen yıllar, aslında biz gençler için hâlâ yadsınamaz bir etkiye sahiptir ve bunu kendi lehimize çevirdiğimizde kendimizi gerçekleştirme imkânı bulabiliriz. Bu süreçte yaşanan yalnızlık, belirsizlik ve kaygı gibi duygular bir son değil; tam aksine, kişisel farkındalığımızın yeniden başlangıcı olabilir. Bunun için bu duyguların doğru yönetilmesi çok büyük önem taşır. Üniversitede geçen bu yıllarımızı bir “bekleme odası” gibi değil; kişinin kendini keşfettiği ve gerçekleştirdiği “kişisel atölye” gibi görebiliriz. Bilmeliyiz ki hayat, engellerle ve basit bahanelerle kendini avutup bekleyenleri değil; beklerken bile bu süreçte kendini yeniden ve baştan inşa etmeyi başaranları ödüllendirir.

