Bir İnsan Neden Suç İşler?
Bu, yalnızca hukukun değil, insan ruhunun da en sarsıcı sorularından biridir. Çünkü her suçun ardında bir hikâye, her eylemin içinde bir gölge vardır. Ve o gölgeye dokunmadan, suçun nasıl doğduğunu anlamak mümkün değildir.
Danışan hikâyelerinde sıkça görülen bir gerçek var: Suç genellikle bir anda değil, yavaş yavaş işlenir. Önce küçük bir öfke, sonra haklılık hissi, ardından “artık geri dönülmez” bir ana teslimiyet…
Bir danışanım bir gün sessizce şöyle demişti: “Aslında o an suç işlediğimi bilmiyordum hocam… Sadece içimdeki sesi susturmak istedim.” İşte suç bazen tam da budur — susturulamayan bir iç sesle yapılan pazarlığın sonucu.
Karanlığın Psikolojisi
Psikodinamik kuram, suçun yalnızca dürtüsel bir patlama değil, aynı zamanda vicdanla yapılan bir çatışma olduğunu söyler. Freud’a göre, her birey “id”in ilkel arzuları ile “süperego”nun ahlaki yasaları arasında sıkışır. Bazı insanlar bu çatışmayı bastırarak yaşar, bazıları ise sonunda yasayı ihlal ederek rahatlama bulur.
Melanie Klein, bu süreci “yıkıcılıkla baş edememe” olarak tanımlar — kişi kendi içindeki öfkeyi, suç aracılığıyla dışsallaştırır. Ancak bu her zaman mağduriyetin sonucu değildir; bazen suç, gücün kötüye kullanılması, başkası üzerinde tanrısal bir denetim kurma arzusu anlamına gelir.
Bu noktada suçlu artık “yaralı” değil, haz alan bir özneye dönüşür. Ve işte o dönüşüm, insanlığın en soğuk yüzünü ortaya çıkarır.
Suçun İtirafı: “O An Güçlü Hissettim”
Bir başka danışanım, şiddet suçu nedeniyle terapiye yönlendirilmişti. İlk seanslarda sessizdi, duvar gibiydi. Bir gün, uzun bir sessizliğin ardından şöyle dedi:
“Hocam, o an güçlü hissettim. Uzun zamandır ilk kez kimse beni küçümsemiyordu.”
Bu cümle, birçok suçun özünü anlatır:
Suç, bazen güçsüzlükle baş etme biçimi, bazen kontrolsüz bir varlık ilanıdır.
Ama o an hissedilen güç, aslında boşlukla yapılan bir anlaşmadır — bedeli ağır, geçici bir doyum.
Toplumsal Yansımalar
Modern dünyada suçun psikolojisi yalnızca bireysel değil, kolektif bir meseledir.
Sosyal adaletsizlik, yoksunluk, değersizlik ve yalnızlık, insanın içsel fren mekanizmalarını aşındırır.
Bir toplumda empati azaldıkça, bireyler kendilerini “haklı şiddet” senaryolarına inandırmaya başlar. Ve bu noktada suç, artık bireysel bir eylem olmaktan çıkar; sessiz kalınan bir toplumsal uzlaşıya dönüşür.
Bir İnsan Neden Suç İşler? (Gerçeğin Soğuk Tarafı)
Bir insan her zaman acısından değil, bazen haz duyduğu karanlıktan dolayı suç işler.
Suç, yalnızca yoksunluğun değil; kimi zaman gücün yanlış yerde sınanmasının ürünüdür.
Bazı insanlar, başkası üzerinde mutlak kontrol kurabildiklerinde kendilerini “var” hissederler —
işte o an, suç kimlik haline gelir.
Bu, empati yitimidir; yani diğerinin acısına karşı körleşmiş bir benliğin zaferidir. Ve çoğu zaman bu zafer, bir insanın ölümü ya da ömür boyu sürecek bir travmayla sonuçlanır.
Suçun ardında bazen travma, bazen öfke, bazen narsistik doyum vardır; ama her halükârda bir seçim de vardır.
Hiç kimse “kazara” şiddet uygulamaz; o karar bir anda alınmaz, içte yavaşça olgunlaşır.
İnsan suç işler çünkü sınır tanımayı öğrenmemiştir — çünkü vicdanla yüzleşmek, suçun bedelinden daha zordur.
Ve belki de en rahatsız edici gerçek şu: Suç yalnızca karanlıkta işlenmez; bazen gündüzün ortasında, herkesin sustuğu bir yerde büyür.
Suçun psikolojisini anlamak, onu haklı çıkarmak değildir. Aksine, insanın ne kadar kolay karanlığa kayabileceğini fark etmektir. Çünkü suç, insan doğasının uzağında değil, tam merkezinde bir yerde bekler. Ve o çizgiye yaklaşmamak için, önce içimizdeki karanlığı tanımak gerekir.
Vicdanın Sesi
Vicdan, insanın içinde kalan son sessiz tanıktır. Suçtan sonra duyulan pişmanlık, bazen cezadan daha ağır bir yüktür. Çünkü cezayı toplum verir; ama pişmanlığı yalnızca insanın kendi vicdanı duyabilir.
Bir insan, yaptığı eylemi inkâr edebilir, haklı gösterebilir, akıl yürütebilir — ama vicdanını susturamaz. O ses, bazen yıllar sonra, en beklenmedik anda yeniden yankılanır.
Ve o an suçun gerçek yüzü ortaya çıkar: Karanlığın içinde kalabilen değil, oradan çıkmayı deneyen insan hâlâ insandır.
Karanlıkla Yüzleşmek
Suç, yalnızca toplumsal bir sonuç değil, bireysel bir tercihtir. İnsanı suça yaklaştıran koşullar olabilir, ama o çizgiyi geçen her zaman bir iradedir. Her insanın içinde bir karanlık vardır; fark yaratan şey, onunla ne yaptığıdır. Kimisi o karanlığa teslim olur, kimisi onunla yaşamayı öğrenir.
Suç, içimizdeki o karanlığın sesine “evet” demektir. Ama her “evet”, bir başka seçeneği de gömer: Durmayı, düşünmeyi, vicdanı dinlemeyi…
İşte insanın gerçek sınavı burada başlar — Karanlığı bastırmakta değil, onu tanıyıp geçmemeyi seçmekte.


