Son yıllarda ebeveynlik anlayışında büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Geçmişin “çocuk susar, büyükler konuşur” anlayışından uzaklaşıp; duygusal farkındalık, sınır koyma becerisi ve güvenli bağlanma gibi kavramlar ebeveyn dilinin merkezine yerleşti.
Sosyal medya, uzman paylaşımları, ebeveynlik kitapları ve podcast’ler derken artık her anne-baba bir şekilde “bilinçli ebeveyn” olma çabasında. Ancak bu çaba bazen o kadar aşırıya kaçıyor ki, farkında olmadan çocuk merkezli bir düzen kuruluyor — ve bu düzende ebeveyn, çocuğunun travma yaşamaması için kendi sınırlarını, ihtiyaçlarını, hatta otoritesini feda ediyor.
Yani iyi niyetle başlayan yolculuk, bir noktadan sonra çocuğun kölesi olmaya varıyor.
Ve belki de burada sormamız gereken şu: Bir çocuğu travmadan korumaya çalışırken, onu gerçek hayatın zorluklarına hazırlamayı unutuyor muyuz?
Yeni Ebeveynliğin Görünmeyen Tuzakları
“Benim annem bana böyle davranırdı, ben öyle bir ebeveyn olmayacağım.”
Bu cümleyle yola çıkan birçok anne-baba, kendi çocukluk yaralarına merhem olacak şekilde çocuk yetiştirmeye çalışıyor.
Fakat geçmişin sertliği, kontrolcülüğü ya da ilgisizliği ne kadar zararlıysa; bugünün sınır tanımaz, aşırı anlayışlı, her isteğe boyun eğen ebeveynliği de bir o kadar tehlikeli.
Artık çocuk ağlamasın diye hemen yeni bir oyuncak alınıyor. Yemeğini yemek istemiyorsa “Zorlama, canı istemiyor” deniyor. Öğretmeni uyardığında, önce çocuk değil öğretmen sorgulanıyor.
Çünkü ebeveyn, çocuğunun duygusal olarak kırılmasından, özgüveninin zarar görmesinden korkuyor.
Ama bazen “kırılmasın” derken çocuk, kendi merkezinden çıkamayan, hayır cevabına tahammül edemeyen birine dönüşüyor.
Modern ebeveynliğin en büyük yanılgısı da işte burada: Koruma içgüdüsü ile sınırların birbirine karışması.
Travma Korkusu: Bir Yanılgının Anatomisi
Psikolojik travma, çocuğun ruhsal kapasitesini aşan bir olayla başa çıkamaması sonucu oluşur.
Yani travma, çocuğun üzülmesiyle ya da hayal kırıklığı yaşamasıyla eş anlamlı değildir. Ancak günümüz ebeveynleri çoğu zaman bu farkı kaçırıyor.
Bir çocuk, oyuncağı kırıldığında üzülür; bu travma değildir.
Bir çocuk, parkta sırasını beklerken ağlayabilir; bu travma değildir.
Bir çocuk, “Hayır, bugün dondurma yok” yanıtını duyduğunda öfkelenebilir; bu da travma değildir.
Ama ebeveyn, bu duygulara dayanmakta zorlandığında, hemen rahatlatma ya da telafi etme yoluna gider.
Oysa travmayı önlemenin yolu, çocuğun hiç üzülmemesi değil; üzüldüğünde yanında bir yetişkinin duygusal olarak var olabilmesidir.
Yani travmayı engelleyen şey, “her isteğin karşılanması” değil; “her duygunun görülebilmesidir.”
Sınır, Ceza Değil Güvendir
Birçok ebeveyn sınır koymayı hâlâ bir tür cezalandırma gibi algılıyor.
Halbuki sınırlar çocuğa şu mesajı verir:
“Ben senin güvenli alanını koruyorum. Senin duyguların değerli ama davranışlarının bir bedeli var.”
Sınır olmayan bir evde çocuk, her şeyin kendi kontrolünde olduğunu sanır.
Bu da hem kaygı yaratır hem de dış dünyaya uyumunu bozar.
Çünkü okulda, arkadaş çevresinde ya da iş hayatında herkes onun isteklerine göre davranmayacaktır.
Evde “küçük kral” olarak yetişen çocuk, dışarıda ilk reddedilişinde yıkılır.
Çünkü duygusal kasları gelişmemiştir.
Oysa sınırlar, çocuğun hayal kırıklığıyla baş etmeyi öğrenmesinin, sorumluluk almasının ve kendini güvende hissetmesinin ön koşuludur.
Kısacası, “Hayır” demek sevgisizliğin değil, sağlıklı ebeveynliğin işaretidir.
Ebeveynin Köleleşmesi: Gizli Bir Suçluluk Döngüsü
Birçok ebeveyn farkında olmadan şu döngüye giriyor:
Kendi çocukluğunda görülmemiş, dinlenmemiş, anlaşılmamış biri olarak yetişmiş.
Bu eksikliği fark ettiğinde “Ben çocuğuma asla bunu yaşatmayacağım” diye yemin ediyor.
Ama çocuk her ağladığında koşarak sarılmak, her istediğini almak, her anını kontrol etmek bir sevgi değil; çoğu zaman vicdan borcunun dışavurumu.
Ve bu borç, ebeveyni çocuğun hizmetkârına dönüştürüyor.
Böyle bir düzende çocuk, ebeveyninin bir birey olduğunu unutuyor.
Anne yorgun olamaz, baba sessiz kalamaz. Çünkü çocuğun duygusu her şeyin önünde.
Zamanla bu dengesizlik ebeveynin tükenmişliğine, çocuğun da doyumsuzluğuna yol açıyor.
Bir taraf “her şeyi yaptım ama yetmedi” derken; diğeri “her şeyi aldım ama mutlu değilim” diyor.
Sağlıklı Denge: Ebeveynlikte Gerçek Şefkat
Çocuğu şımartmadan sevmenin yolu, koşulsuz ilgiden değil şartsız sevgiden geçer.
Aradaki fark büyüktür:
-
Koşulsuz ilgi, çocuğun her istediğini karşılamak demektir.
-
Şartsız sevgi ise, çocuğun her halini kabul etmek ama davranışlarını yönlendirebilmektir.
Gerçek şefkat, çocuğun üzüntüsüne tahammül edebilmektir.
Onu susturmak, avutmak ya da dikkatini dağıtmak değil; onun duygusuyla oturabilmektir.
“Evet, şu an çok öfkelisin. İstediğin olmadı, anlıyorum.” diyebilmek.
Bu tutum çocuğa “duygularım değerli ama her şey benim kontrolümde değil” mesajını verir.
Ve bu, hayat boyu sürecek bir psikolojik dayanıklılığın temelidir.
Son Söz: Çocuğu Değil, Duyguyu Büyütmek
Bugünün ebeveynlerinin en büyük sınavı, “iyi ebeveyn olma” çabasını abartmamak.
Çocuğu travmadan korumak isterken onu gerçeklikten koparmamak.
Her şeyin “mükemmel” olmasına çalışırken, insan olmanın doğasındaki kırılganlığa izin vermek.
Unutulmamalı ki: Travmadan kaçınmak değil, travmayla baş edebilmeyi öğretmek çocuğu güçlü kılar.
Ve bazen bir çocuk, “hayır” kelimesiyle değil; o “hayır”dan sonra yanında duran bir anne-babayla iyileşir.
Gerçek bilinçli ebeveynlik; çocuğun her duygusunu anlamak kadar, kendi sınırlarını koruyabilmektir.
Çünkü travmasız çocuk, hatasız ebeveynle değil; insan kalabilen ebeveynle büyür.
Bu yazı, psikolojik temellerini Bağlanma Kuramı, Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve ebeveyn-çocuk etkileşimi yaklaşımlarından almaktadır.
Çocuğun duygusal gelişiminde ebeveynin tutumları, duygusal düzenleme becerileri ve sınır koyma biçimi, travma riskini azaltan en önemli faktörlerdir.