Son yıllarda yapay zekâ destekli psikoterapi, psikoloji ve ruh sağlığı alanlarında, sınırlı sayıda terapistin bulunduğu ortamlarda terapiye erişimi artırma vaadiyle giderek hayatımızda daha fazla yer almaya başladı.
Kullanıcılar yapay zekâ sistemlerini semptom değerlendirmeleri, bilişsel testler ve psikolojik müdahaleler için sık sık kullanıyor.
Peki, bu yapay zekâ modelleri insan empatisini ve duygusal anlayışı ne kadar etkili bir şekilde taklit edebilir?
ChatGPT benzeri yapay zekâ modelleri, bazı kullanıcılar için kolay erişilebilir ve düşük maliyetli bir ruh sağlığı desteği olarak kullanılabiliyor. Kullanıcılar da bu yapay zekâ modellerinden profesyonel bir müdahale ve empatik bir ilişki bekleyebiliyor. Ancak terapi, yalnızca doğru cümleleri kurmaktan ibaret değildir.
Empati, Bağ Kurma ve Terapötik İlişkinin Derinliği
Terapi; karşılıklı güven duygusunu, aktarım ilişkisini, empati kurmayı, olumlu kabulü ve sözel olmayan iletişim gibi unsurları da içermektedir.
Terapide danışan, duygularının gerçekten duyulduğunu ve anlaşıldığını hissetmelidir. Terapistin ise bu duygulara uygun şekilde tepki vermesi büyük önem taşımaktadır.
Yapay zekâ destekli psikoterapi modellerinin, terapist ile danışan arasındaki insan empatisini taklit etmeye çalıştıkları; ancak gerçek anlamda duyguları hissetme kapasitesine sahip olmadıkları için yalnızca dil modelleri aracılığıyla empatik görünen ve bağ kurulabilen yanıtlar üretebildikleri vurgulanmaktadır.
Bu modellerin terapist rolü üstlenebilmesi için yalnızca bilgi işlemleme değil, aynı zamanda duygusal ve bağlamsal ipuçlarını yorumlayabilmesi de gerekmektedir.
Fakat sohbet robotlarının metin veya ses analiziyle “üzgün görünüyorsun, bu seni zorlamış olmalı.” gibi cümleler üretebilmeleri, kullanıcılar için karşısındaki teknolojinin kendisiyle empati kurduğuna dair bir yanılsama oluşturabilmektedir.
Yapay Zekâ Sistemlerinin Sınırları ve Riskleri
Yapay zekâ sistemlerinde genellikle kullanıcı memnuniyeti, etkileşim süresi ve tekrar kullanım gibi değerlendirme ölçütlerini artırmaya yönelik bir eğilim söz konusu olabilir.
Bu durumda sohbet robotları, anlık memnun edici cevaplar üretmektedir. Bu cevaplar, kullanıcıda duygusal bağımlılık, yanlış teşhis eğilimi oluşturma ve tedavi gecikmesine sebep olabilir.
Ayrıca kullanıcı ile çatışma yaratmamak ve zor durumlardan kaçınmak gibi yönelimleri de bulunabilir. Bu ise terapötik ilişki sürecinin bazen ihtiyaç duyduğu zorlukları ve yüzleşmeleri (örneğin geri bildirim vermek veya direnç ile çalışmak gibi) içermeyebilir.
Çoklu araştırmalar, sohbet robotlarının intihar veya şiddet riski oluşturan senaryolarda tutarlı ve “güvenli yanıtlar” veremediğini göstermektedir.
Bazı vakalarda ise kullanıcıların yanlış inançlarını doğrulayıcı cevaplar verme olasılığı olduğu ve verilen bu cevapların, hassas kişilerde gerçeklikten kopuk inançlarını güçlendirebileceği belirtilmektedir.
Etik Boyut, İnsan Faktörü ve Geleceğe Bakış
Sonuç olarak, yapay zekâ destekli psikoterapi sistemlerinin ve dil modellerinin psikoterapi süreçlerinde rol alması hem büyük umutlar taşımakta hem de ciddi sınırlamalar ve riskler barındırmaktadır.
Yapay zekâ sistemleri tanı, tarama ve yönlendirme gibi görevlerde fayda sağlayabilir ancak insan terapistin role özgü duygusal, bağlamsal ve etik yetkinliklerinin tam olarak yerini alamazlar.
Bu nedenle yapay zekâ destekli psikoterapi uygulamaları, terapistin yerini almak yerine destekleyici bir araç olarak değerlendirilmelidir.
İnsan denetimi ve gözetimi her zaman ön planda olmalı; sistemlerin klinik kullanıma geçmeden önce kontrollü deneyler, uzun dönem takip çalışmaları ve kapsamlı etik güvenlik değerlendirmelerinden geçmesi sağlanmalıdır.
Ayrıca, veri gizliliği ve şeffaflık ilkeleri titizlikle uygulanmalı, Türkçe diline, kültürel bağlama ve kullanıcı profillerine uygun uyum çalışmaları yapılmalıdır.
Gelecekteki araştırmaların, yapay zekânın tedavi başarısı, güvenliği, uzun vadeli sonuçları ve kültürel uyumu üzerine yoğunlaşması büyük önem taşımaktadır.
Yapay zekâ destekli psikoterapi modelleri, yalnızca teknik bir araç olarak değil, terapistin uzmanlığıyla desteklenen, etik sınırlar içinde ve güvenli bir biçimde kullanılacak tamamlayıcı bir yöntem olarak ele alınmalıdır.
Bu yaklaşımla psikoterapiye erişim artırılabilir, sınırlı kaynaklar daha etkin kullanılabilir ve ruh sağlığı hizmetleri daha kapsayıcı hâle getirilebilir.
Ancak bu süreçte insan empatisi ve terapötik ilişkinin önemi hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir; çünkü empati, anlayış ve güven gibi insana özgü değerler, psikoterapinin temel taşlarını oluşturmaktadır.