Bir toplumun da tıpkı bireyler gibi tükenebileceğini hiç düşündünüz mü?
Uzun süren stres, belirsizlik ve ardı arkası kesilmeyen krizler sadece bireylerin değil, toplumların da ruhsal direncini tüketiyor. Psikolojide bu duruma “kolektif ruhsal yorgunluk” deniyor. Yani bir ülkenin genel ruh halinin giderek umutsuzluk, kayıtsızlık ve duygusal donuklukla kaplanması.
Aslında toplumsal tükenmişlik, psikolojik tükenmişliğin bir sonucudur. Dayanma gücümüzü aşan ekonomik, sosyal, psikolojik ve iş baskılarını uzun süre boyunca taşımamızdan doğar.
Son yıllarda hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yaygın bir yorgunluk hissi hâkim. Zira sosyal medyada, iş yerlerinde, hatta aile içinde bile bir “performans baskısı” hâkim. Herkes daha üretken, daha görünür, daha başarılı olmak zorundaymış gibi hissediyor.
Bu durum, psikologların “sürekli alarm hâli” dediği bir ruh halini besliyor. Sürekli performans kaygısıyla boğuşan insanlar sabahları yorgun uyanıyor, gün içinde sürekli bir “yetişememe” duygusuyla boğuşuyor, akşam olduğunda ise içsel bir boşlukla baş başa kalıyor.
“Artık hiçbir şeye hevesim kalmadı”, “Sürekli yorgunum”, “Sanki içim boşalmış gibi hissediyorum” diyorsanız, yalnız değilsiniz. Uzmanlara göre bu durum sadece bireysel bir tükenmişlik değil, giderek yaygınlaşan toplumsal tükenmişliğin bir yansımasıdır.
Toplumsal Travmanın Adı: Kolektif Ruhsal Yorgunluk
Kolektif ruhsal yorgunluk, bir toplumun uzun süreli stres ve krizlerle karşı karşıya kaldığında, geleceğe dair inancını ve duygusal enerjisini kaybetmesiyle ortaya çıkar.
Bu toplumlar, kalıcı kurumlar kuramadıkları için sürekli bir “başlangıç ve yıkım” döngüsünde yaşarlar. Her yeni iktidar, öncekini yıkar; her kriz, yenisini doğurur. Böylece toplum hiçbir zaman istikrar, güven ve süreklilik hissini öğrenemez.
İstikrarsızlık sadece ekonomik veya politik bir mesele değildir; aynı zamanda derin bir psikolojik travmadır. Hiçbir şeyin kalıcı olmadığı, yarının belirsiz olduğu bir ortamda, insanlar geleceğe yatırım yapma duygusunu kaybeder.
Bir ülkenin vatandaşları, tıpkı tükenmiş bir çalışan gibi, geleceği planlamaktan vazgeçer. Zira gelecek için verdikleri çaba gereken değeri görmez.
Bu ruh haline ek olarak yaşanan ekonomik dalgalanmalar, artan güvensizlik, savaş tehdidi ve kontrolsüz değişim hızı insanları büyük bir çıkmaza sokar.
İnsanlar ilk başta tüm bunlara direnmeye çalışır, ses çıkarır, çözüm arar. Ama krizler birbirini kovaladıkça, umut yerini öğrenilmiş çaresizliğe bırakır. Artık kimse bir şeyin değişeceğine inanmaz; insanlar sadece günü kurtarmaya çalışır.
Zira kolektif yorgunluk yaşayan toplumlarda zaman algısı değişir. Geçmiş güven vermez, gelecek korkutur, geriye sadece “bugün” kalır. Ama bu “bugün” bile istikrarlı değildir; her an yeni bir krizle sarsılabilir.
Böylece insanlar, “sonsuz bir şimdi” içinde yaşamaya başlar. Ne geçmişe tutunabilirler ne geleceği tahayyül edebilirler.
Bütün bunlar bir araya geldiğinde, toplum bir tür psikolojik felç haline sürüklenir. Bu durumun psikolojik sonucu ise derindir:
Çünkü bütün bunlar insan zihninin “sürekli alarm” halinde olmasına sebep olur. Bu alarm hali zamanla kalıcı hale geldiğinde, zihin artık direnmek yerine donar; işte kolektif ruhsal yorgunluk tam da bu noktada başlar.
Toplumun genelinde gelecek kaygısı, duygusal donukluk, riskli davranışlar ve umut eksikliği artar. Bir ülke, sanki topluca depresyona girmiş gibidir ve depresyon hali zamanla tükenmişliğe evrilir.
Depresyon içe kapanmayı ve umutsuzluğu beraberinde getirirken, tükenmişlik bireyin çevresiyle olan bağlarını zayıflatır. “Depresyondaki kişi hâlâ birilerinin onu sevdiğini hissedebilir,” ancak tükenmiş birey kendini tamamen çıkmazda hisseder.
Gün geçtikçe yaygınlaşan bu ruh hali kolektif ruhsal yorgunluk olarak adlandırılır.
Kolektif Yorgunluğun Nedenleri
Canlı ve dinamik bir toplum, depresyon ya da tükenmişlikten etkilenmez. Uzmanlara göre bu etkilenmemenin yolu, bireysel farkındalıkla başlıyor.
Psikologlar, küçük farkındalıkların ve değişimlerin bile büyük farklar yaratabileceğini söylüyor.
Ne yazık ki biz genellikle değişimi dışarıdan bekliyoruz. Oysa değişim, bireyin kendisinden başlamalı. Sürekli eleştiren, umutsuz ve yorgun bir toplumda sağlıklı iletişim giderek zorlaşır.
Kişiler kendi hatalarını savunur, başkalarının hatalarını büyütür. Kendini düzeltmektense başkalarını düzeltmeye çalışır. Bu da toplumsal atmosferi olumsuzlaştırır.
Sonuçta herkes birbirine yabancılaşır. Bu da zamanla toplumsal yorgunluğa ve tükenmişliğe neden olur.
Bu durumu önlemek istiyorsak, değişime başkalarından değil, kendimizden başlamalıyız. Çünkü toplum, bireyler düzeldiğinde düzelir.
Bu bireysel farkındalık ve değişim, kültürel farkındalıkla ve dinamik bir toplumla sonuçlanacaktır.
Değişim Mümkün mü?
Toplumsal ruh sağlığı, bireysel ruh sağlığı kadar önemlidir. Çünkü bir toplum, üyelerinin psikolojik dayanıklılığı kadar güçlüdür.
Bir ülke, sadece ekonomisiyle değil, ortak duygusal iklimiyle de ayakta kalır. Kolektif yorgunluk fark edildiğinde, konuşulduğunda ve paylaşılabildiğinde, o toplum hâlâ iyileşme kapasitesine sahiptir demektir.
Bu anlamda tükenmişlik, genellikle bir son değil, bir dönüm noktasıdır.
Bir toplum da tıpkı birey gibi, yorgunluk eşiğine geldiğinde ya tamamen çöker ya da yeni bir bilinç düzeyine geçer. Çünkü her tükenmişliğin içinde bir yenilenme potansiyeli gizlidir; yeter ki insanlar yeniden birbirine ve geleceğe inanmayı hatırlasın.
Eğer toplum, bu ruhsal yorgunluğun farkına varıp dayanışmayı, güveni ve uzun vadeli düşünmeyi yeniden inşa edebilirse, tükenmişlik bir yeniden doğuşa dönüşebilir.
Ama eğer herkes kendi küçük güvenli alanına çekilir ve ortak sorunlara sırt çevirirse, yorgunluk yerini çöküşün sessizliğine bırakabilir.
Peki, Ne Yapabiliriz?
Günümüz toplumu dijital çağın bir getirisi olan hız ve doyumsuzluğa maruz kalmış durumda.
Bu durum zamanla insan doğasını ve dengesini bozmakta ve tükenmişliğe neden olmaktadır.
Bu tükenmişliğin panzehri günümüzde maruz kaldığımız hız ve haz değil, yavaşlık ve farkındalıktır.
Psikologlar, günümüz insanının artık “başarı” değil “denge” odaklı bir yaşam felsefesine yönelmesi gerektiğini savunmaktadır.
Bundan yola çıkarak toplumsal ruh sağlığını korumak için şunlar yapılabilir:
1. Kendine izin verme
Dinlenmek tembellik değil, bir ihtiyaçtır.
2. Bağ kurma
Aile, dostluk ve iş ilişkilerinde açık iletişim kurmak duygusal dayanıklılığı artırır.
Bu ilişkilerde empati dilinin önemi unutulmamalı. Zira aile ve yakın çevre iletişimi, toplumsal iletişimin aynasıdır.
3. Medya detoksu
Sürekli olumsuz haber bombardımanı, ruh halini olumsuz etkiler.
Toplumsal farkındalığa katkı sağlamayan, gereksiz bilgi akışına maruz kalmamaya çalışmalı.
Medya ve sosyal ağlarda, sürekli olumsuzluk kokan yayınlar yerine iyileşme ve dayanışma içeren yayınlara odaklanılmalı.
4. Topluluklara katılma
Gönüllü faaliyetler veya sosyal destek grupları, “birlikte iyileşme” hissini güçlendirir.
5. Gerçekçi olma
Hayattan her zaman yüksek enerji beklemek gerçekçi değildir.
Bazen yavaşlamak, ilerlemenin en etkili yoludur.