Çarşamba, Ekim 15, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Küçük Dünyalarda Büyük Güçler: Akran Zorbalığı

Bir okul koridorundan geçerken aslında bir toplumun küçük bir örneğinden geçeriz.
Orada da güç dengeleri, görünmez hiyerarşiler, sessiz izleyiciler ve direnen azınlıklar vardır.
Çocuklar sadece ders öğrenmez; güç kullanmayı, gruba dahil olmayı, dışlanmayı ve bazen de sessiz kalmanın sorumluluğunu öğrenirler. Bu nedenle akran ilişkileri, yalnızca sosyal bir süreç değil; çocuğun benlik gelişiminin, empati kapasitesinin ve ahlaki olgunlaşmasının en canlı laboratuvarıdır.

Akran zorbalığı denildiğinde çoğu kişinin zihninde fiziksel şiddet canlanır: itmek, vurmak, alay etmek.
Oysa zorbalık bundan çok daha fazlasıdır. Psikolojide akran zorbalığı, güç eşitsizliğinin bulunduğu, tekrarlayıcı ve zarar verici davranış örüntüleri olarak tanımlanır.
Bazen bu güç, kas gücünden değil; sosyal statüden, popülerlikten ya da duygusal manipülasyondan beslenir.
Bir çocuğun diğerini “yok sayması”, “oyunlara almaması” veya “arkasından konuşması” da aynı sistemin içindedir. Bu görünmez davranışlar, çocuk ruhsallığında en derin izleri bırakanlardır.

Zorbalığın Sessiz Dengesi

Her zorbalık olayında üç temel rol vardır: zorbalayan, zorbalığa uğrayan ve izleyici.
Ancak bu roller sabit değildir; dinamik bir şekilde birbirine geçer.
Zorba, gücü elinde tutarak görünür olur; mağdur, değersizlik duygusuyla içe çekilir; izleyici ise sessizliğini bir savunma mekanizması gibi kullanır.
Burada kritik olan, bu üç rolden en tehlikelisinin genellikle üçüncüsü — yani sessiz izleyici — olmasıdır. Çünkü sessiz kalmak, zorbalığı doğrudan besler.

Salmivalli’nin “participant role” modelinde de belirtildiği gibi, izleyiciler zorbalığın sürdürülmesinde belirleyici bir faktördür: sınıftaki norm ne kadar sessizliği ödüllendiriyorsa, zorbalık da o kadar kök salar.

Zorbalık, yüzeyde agresyon gibi görünse de altında çok daha derin psikolojik süreçler vardır.
Proaktif zorbalık, planlı ve ödül odaklıdır; çocuk, sosyal statü kazanmak veya “güçlü görünmek” için bunu yapar.
Reaktif zorbalık ise duygusal regülasyonun bozulduğu, tetiklenmiş öfke hâllerinde ortaya çıkar.
Her iki durumda da çocuk, duygularını yönetemediği bir alanda kontrol yanılsaması üretir: “Eğer gücü ben kullanırsam, güçsüz hissetmem.”

Bu nedenle zorbalık davranışını yalnızca “kötülük” olarak görmek, çocuğu anlamaktan çok uzak bir tutumdur.
Zorba çocuk, çoğu zaman kendi değersizlik duygusunun yönünü değiştirerek onu başkasına yönelten bir savunma geliştirir. Adler’in ifade ettiği “aşağılık duygusuna karşı üstünlük çabası” burada tam karşılığını bulur.

Mağdurun Sessizliği

Zorbalığa uğrayan çocuklarda sıklıkla düşük benlik saygısı, yüksek sosyal kaygı ve öğrenilmiş çaresizlik gözlenir.
Bu çocuklar, grupta görülmek yerine kaybolmayı tercih eder.
Dışlandıklarında “benim suçum” diye düşünür, çünkü duygusal olarak “hak etmek” kavramını içselleştirmişlerdir.
Bir çocuğun mağduriyeti sadece yaşadığı olayla değil, olaya verdiği anlam ile de şekillenir.

İşte burada okulun rehberlik sisteminin ve öğretmen farkındalığının önemi başlar:
Çocuğa koruma kadar, söyleme cesareti kazandırmak da bir psikoeğitim hedefidir.

Empatinin Eksik Halkası

Zorbalığın panzehiri empati olarak görülür, ama empatiyi yalnızca “başkasının duygusunu anlamak” biçiminde tanımlamak yetersizdir.
Gerçek empati, duyguyu anlamanın ötesinde, sınır koyma cesaretiyle tamamlanır.
Bir çocuk “bunu yaparsam arkadaşım üzülür” diyebiliyorsa, duygusal farkındalık kazanmış demektir.
Ama “üzülür ama yine de yapayım, çünkü beni dinlerler” diyorsa, orada empati değil, sosyal ödül döngüsü devrededir.

Bu döngü, erken yaşta popülerlik ve “güçlü olma” hissiyle beslenir.
Bu yüzden öğretmenlerin sınıf ortamında yalnızca davranışa değil, davranışı pekiştiren sosyal dinamiklere odaklanması gerekir.
Zorbalığın ardından sadece faille konuşmak değil, izleyici gruba da “sen ne düşündün?” sorusunu sormak, davranışı bireysellikten çıkarıp toplumsal farkındalık düzeyine taşır.

Okulun Sesi: Sessizliği Bozmak

Okul, çocukların sadece bilgi değil, duygusal dil öğrendikleri yerdir.
Öğretmen bir davranışı uyarırken bile “neden böyle yaptın?” yerine “bunu yaptığında arkadaşın ne hissetti?” sorusunu sorduğunda, çocukta empati kasları çalışmaya başlar.
Çünkü duygusal farkındalık öğrenilmezse, disiplin davranışları yalnızca geçici sonuç verir.

Bu nedenle etkili okul temelli müdahalelerde (örneğin Sosyal-Duygusal Öğrenme ve restoratif uygulamalar modellerinde) amaç, cezalandırmak değil, ilişkiyi onarmaktır.
Çocuğa “nasıl telafi edebilirsin?” sorusunu sormak, davranışın duygusal sorumluluğunu öğretir.

Sınıf atmosferini korumak için öğretmenlerin küçük ama sürekli uygulayabileceği adımlar vardır:
Haftalık kısa “empati saati” etkinlikleri, iş birliğine dayalı grup görevleri, akran arabuluculuğu veya birlikte yazılan “sınıf değer bildirgeleri”…
Bu uygulamalar, çocukların duygusal okuryazarlığını geliştirirken, zorbalığın “görünmez normalleşme” sürecini kırar.

Evde Başlayan Denge

Ebeveynler açısından ise mesele, “çocuğum kimseye zarar vermesin” demekten öte, “çocuğum kendi gücünü nasıl kullanıyor?” sorusunu sormaktır.
Evde empati eğitiminin temeli, duygusal adlandırmadır.
“Üzülme” yerine “üzgün olduğunu fark ettim” demek, çocuğa duygusunun geçerli olduğunu öğretir.
Bu tür bir kabul, çocuğun kendi duygusuna sahip çıkmasını, dolayısıyla başkasının duygusuna da saygı göstermesini sağlar.

Aile içinde konuşulan “güç”, “adalet” ve “sorumluluk” temalı hikâyeler, çocukların etik muhakeme becerisini destekler.

Sonuç: Gücü Sessizleştirmek

Zorbalık, yalnızca bir çocuğun başka birine yaptığı şey değildir; çoğu zaman, hepimizin sessiz kalarak izin verdiği bir grup davranışıdır.
Bu nedenle olumlu akran ilişkilerini geliştirmek, bireysel farkındalık kadar kolektif bir dönüşüm gerektirir.

Empati öğretmek, aslında gücün anlamını yeniden öğretmektir.
Gerçek güç, başkasını susturmak değil; onu anlamaya yetecek kadar sessiz kalabilmektir.
Ve her çocuk, bunu öğrenebileceği bir yetişkinin bakışına muhtaçtır.

Elif Acay Deveci
Elif Acay Deveci
Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi Psikoloji alanında İngilizce olarak tamamlayan Elif Acay Deveci, psikolog ve yazar olarak psikoterapi, oyun terapisi ve akademik çalışmalar alanında deneyime sahiptir. Öncelikli olarak yetişkin alanında Bilişsel Davranışçı Terapi üzerine kendini geliştirmiş olan Acay, daha sonrasında çocuk alanına da yönelmiştir ve çocuklar ile Çocuk Merkezli Oyun Terapisi ekolüyle çalışmalar yapmaktadır. Aynı zamanda 10 yaş ve sonrası çocuk ve ergen bireylerle yine Bilişsel Davranışçı Terapi ekolünden faydalanmaktadır. Akademik olarak da kendini geliştirmeye adamış olan Acay, sürekli olarak literatür taramalarına devam etmiş ve dijital platformlarda psikoloji alanında yazılar kaleme almaya çalışmıştır. Lisans döneminden itibaren sayısız makale kaleme almış olan Acay, Psikolojiyi daha kapsamlı duyurmak, kendini geliştirip kendini geliştirmek isteyenlere ışık tutmak adına şimdilerde Psychology Times bünyesine katılmış olup bu platforma yazılarını kaleme almaya devam edecektir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar