Çarşamba, Ağustos 6, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Bir Tabloya Baktığınızda Gerçekte Neye Bakarsınız?

Sanat eserine yönelttiğimiz bakış, çoğu zaman sadece sanatçının değil, kendi iç dünyamızın da bir yansımasıdır. Sanat eserine bakmak, sanatçının niyetinden ziyade, izleyicinin duygu dünyasında şekillenir. Sanat eserlerine yansıttığımız duygular, arzular ve bastırmalar üzerinden psikanalitik sanat yorumu yapmak mümkündür. Çünkü bazen bir eser, yalnızca gözle değil zihinle ve bilinçaltıyla da görülendir.

Peki, bir tabloya bakınca aslında ne görüyoruz? Ressamın fırça darbelerini ve oluşturduğu eseri mi, yoksa kendi zihnimizin ürettiği yansımaları mı?

Sanatla Karşılaşma Pasif Bir Seyir Mi Yoksa Aktif Bir Psikolojik Süreç Mi?

Sanatla kurduğumuz ilişki görünürde yalnızca estetik bir deneyim olsa da, aslında çok daha derin ve katmanlı bir süreçtir. Sanat psikolojisi açısından bakıldığında, sanat izleyicisi genellikle “gözlemci” rolünde görülür. Ancak psikanalitik açıdan sanat izleme süreci pasif bir alımlama değil; aktif, bilinçdışıyla etkileşim kurulan bir süreçtir. Sigmund Freud’un haz ilkesi ve süblimasyon (yüceltme) kavramları, bireyin içsel çatışmalarını ve dürtülerini sanat yoluyla dışa vurabileceğini belirtir. Bu durum sadece sanatçı için değil, izleyici için de geçerlidir.

Bir sanat eserine baktığımız zaman, eserin çağrışım yaptığı imgeler, korkular, arzular, anılar bilinçdışımızla ilgili olabilir. Özellikle figüratif resimlerde figürün bakışı ve bedensel temsili gibi imgeler, izleyicinin bastırdığı duyguları fark etmesine ve yüzleşmesine neden olabilir. Örneğin bir portrede odak noktası gözler ise, bazı izleyiciler bunu huzur verici bulabilirken bazıları yargılanma ya da tehdit gibi duygular hissedebilir. Bu farklılığın sebebi her bireyin kişisel geçmişinin ve bilinçaltının birbirinden farklı olmasıdır.

Görünenin Ötesindeki Anlamların Yansıması

Psikolojide projeksiyon (yansıtma) kavramı, bireyin taşıdığı duygu ve düşünceleri dış dünyaya yansıtması anlamına gelir. Psikanalitik sanat yorumu, bastırılmış hislerin daha kolay baş edilebilir hale gelmesi için kullanılan savunma mekanizmalarını da içerir. Bireylerin sanatsal deneyimlerinde yansıtma mekanizmasını kullandıkları sıkça görülür.

Örneğin manzara resmine bakan iki kişiden biri tabloyu hüzünlü ve yalnız olarak değerlendirirken, diğeri huzurlu ve dingin bir atmosfer hissedebilir. Bu tecrübe, sadece tablonun değil, onu izleyen kişinin ruhsal yapısının bir yansıması olarak gerçekleşir.

Aynı durum portrelerde de gözlemlenebilir. Bir portredeki yüz ifadesi, onu izleyen bazı kişilere güven ve tanıdıklık hissettirirken; başka kişilere yalnızlık, öfke, uzaklık gibi hisleri çağrıştırabilir. Bu duygular büyük ölçüde bireyin geçmiş deneyimlerinden izler taşır.

Sanatla Kurulan İlişkilerde Transferans

Sanat eserine bakarken birey, bazen sanat eserini yalnızca bir nesne olarak değil, öteki olarak konumlandırır. Bu durumda kişi, geçmişte önemli olaylar yaşadığı kişilere olan duygularını veya onlarla olan ilişkilerini sanat eserine aktarabilir. Bu aktarım, psikolojide transferans olarak adlandırılır.

Örneğin annesiyle karmaşık bir ilişkisi olan bir kişi, güçlü kadın figürlerinin tasvir edildiği bir resme bakarken rahatsızlık duyabilir veya tam tersi hayranlık hissedebilir. Bu tepki eserin içeriğinden çok, bireyin psikodinamik geçmişinden kaynaklıdır.

Bu anlamda sanat eseri hem tetikleyici olabilir hem de duyguların güvenli şekilde ifade edilmesi için alan açabilir. Özellikle müze ya da sergi gibi kontrollü ortamlarda bireyin sanatla karşılaşması bilinçdışıyla güvenli şekilde ilişki kurmasına yardımcı olur.

Gördüğümüz Şey Gerçek mi, Zihnimiz mi?

Sanat tarihçisi Ernst Gombrich’e göre, görme alışkanlıkla şekillenir. Bunu söylerken aslında algının her zaman bir zihin süzgecinden geçtiğini kasteder. Sanat eserine baktığımızda sadece nesnel gerçeklikle değil; değerlerimiz, inançlarımız ve bilinçdışımızla bakarız.

Bu durum özellikle soyut sanatta daha belirgin hale gelir. Örneğin bir Jackson Pollock tablosu, kimine göre rastgele ve düzensiz boya lekeleri, kimine göre ise içsel karmaşanın ve sanatçının bastırılmış duygularının bir ifadesi olabilir. Görselin ne olduğu kadar ona bakanın kim olduğu da önemlidir.

Sadece Tabloya Değil, Kendimize De Bakarız

Sanat eserine bakmak, sadece bir dış dünyayı izlemek değil, aynı zamanda kendi iç dünyamıza da bakmaktır. Sanat eserine duyduğumuz hayranlık, korku, tedirginlik veya mesafe, ruhsal yapımıza dair ipuçlarını taşır. Bu nedenle sanat yalnızca estetik bir deneyim sağlamaz, aynı zamanda kişiye psikolojik bir yüzleşme de yaşatır. Sanata baktığımızda aslında kendi hikayemize, bastırdığımız duygularımıza ve belki de en çok görmekten kaçtıklarımıza bakarız.

Kaynaklar
Berger, J. (1972). Görme Biçimleri. Londra: BBC and Penguin Books.
Freud, S. (1908). Creative Writers and Day-Dreaming. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume IX. London: Hogarth Press.
Gombrich, E. H. (1960). Art and Illusion: A Study in the Psychology of Pictorial Representation. Princeton University Press.
Kuspit, D. (2000). The End of Art. Cambridge University Press.
Winnicott, D. W. (1953). Transitional Objects and Transitional Phenomena. International Journal of Psychoanalysis, 34, 89–97.

Ezgi İldiri
Ezgi İldiri
Ezgi İldiri; sanat tarihçisi, sosyolog ve yaşam koçudur. Sanat tarihi lisans eğitimi süresince psikolojiye duyduğu ilgiyle bu alana yandal kontenjanı ile giriş yaptı ve aldığı dersleri başarı ile verdi. Sosyoloji ve çocuk gelişimi eğitimleri de alarak insan davranışlarını çok yönlü bir bakış açısı ile inceleme fırsatı buldu. Farklı disiplinlerden edindiği bu birikimi yaşam koçluğu eğitimiyle destekleyerek bireyin içsel gelişim sürecine dair bütüncül bir yaklaşım geliştirdi. Bu yaklaşımı çeşitli bireysel çalışmalar ve atölye içerikleriyle pratiğe dökmekte, dijital ortamda sanat, sanat terapisi, sosyoloji ve psikoloji konularında içerikler üretmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar