Sabah uyandınız, evinizdesiniz. Hazırlanıp işinize ya da okulunuza gitmeniz gerek. Bir rutininiz, bir düzeniniz var. Aileniz kendi rutinlerine sahip, belki onlar da işlerine gidiyor. Belki bir çocuğunuz var ve onun bakımıyla ilgileniyorsunuz. Arkadaşlarınızla mesajlaşıyor, akşam için planlar yapıyorsunuz. Sevdiğiniz bir kahveci, sık uğradığınız bir sahaf, favori restoranınız var. Kısacası, kendinize ait ve şekillendirebildiğiniz bir hayatınız, bağ kurduğunuz “ötekileriniz” var.
Sonra bir sabah uyanıyorsunuz ve çocukluğunuzun geçtiği, anılarınızın kök saldığı topraklardan politik veya başka sebeplerle zorunlu göç etmek zorunda kalıyorsunuz. Yolculuğunuzda sevdiklerinizi geride bırakıyor, belki de onların hayatlarına dair endişe taşıyorsunuz. Nihayet yeni bir ülkeye ulaşıyorsunuz: Artık bir göçmensiniz. Eviniz, rutinleriniz, sizi anlayan insanlar, alışık olduğunuz düzen yok. Her gün gittiğiniz işiniz ya da okulunuz yok. Sizi siz yapan şeylerin çoğu geride kalmış. Hiç bilmediğiniz bir yerde, yabancılar arasında yaşam mücadelesi vermek zorundasınız.
Tarih boyunca milyonlarca insan savaş, politik baskı veya başka nedenlerle bu deneyimi yaşadı. “Diaspora” kelimesi Yunanca dia (dağılma) ve speirein (ekmek, saçmak) sözcüklerinden türemiştir; anavatanlarından koparak farklı coğrafyalara dağılan toplulukları tanımlar. 2024 sonu itibarıyla dünya genelinde yaklaşık 123,2 milyon kişi, savaş, şiddet, insan hakları ihlalleri veya kamu düzenini bozucu nedenlerle zorunlu göç etmiştir. Bu, her 67 kişiden birinin zorunlu göç durumunda olması anlamına geliyor (UNHCR, 2024). Zorunlu göç, bireylerin sadece yer değişikliği yaşadığı bir durum değil, aynı zamanda travma, kayıp, belirsizlik ve aidiyet duygusunun sarsıldığı bir psikolojik etkiler sürecidir. Yeni bir kültüre uyum sağlama gerekliliği, geçmişin kaybıyla birleştiğinde kimlik gelişimi, toplumsal bağları ve ruh sağlığını köklü biçimde etkiler.
Zorunlu Göçün Psikolojik Etkileri
Zorunlu göç, bireylerin yalnızca yaşadıkları mekânı değil, kendilerini ve dünyayı algılama biçimlerini de derinden değiştirir. Göçmenler çoğunlukla travma, kayıp, yas ve belirsizlik duygularıyla karşı karşıya kalırlar. Geride bırakılan ev, arkadaşlar, iş, sosyal roller ve gelecek planları; aidiyet duygusunu ve yaşam üzerindeki kontrol hissini zedeler.
Yeni kültüre uyum baskısı, dil bariyeri, sosyal dışlanma, ayrımcılık ve ekonomik zorluklar kaygı ve depresyon riskini artırır. Özellikle savaş veya şiddet nedeniyle göç edenlerde, yaşadıkları ağır travmatik olayların ardından ortaya çıkan ve tekrarlayan korkutucu anılar, kabuslar, aşırı tetikte olma hali gibi belirtilerle kendini gösteren travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) yaygındır.
Araştırmalar, çocuk ve ergen mültecilerde depresyon oranının %44, TSSB oranının %45 olduğunu ve ruhsal bozuklukların genel popülasyona kıyasla yaklaşık 10 kat fazla görüldüğünü göstermektedir (Fazel, Wheeler, & Danesh, 2005).
Sosyal izolasyon ve yalnızlık, göçmenlerin ruh sağlığını olumsuz etkileyen önemli faktörlerdir. Bununla birlikte bazı bireyler bu süreçte dayanıklılık (resilience) geliştirebilir. Dayanıklılık, zorluklar karşısında uyum sağlayabilme ve işlevselliği sürdürebilme kapasitesini ifade eder (Masten, 2014). Aile bağları, topluluk desteği, kültürel inançlar ve diaspora içindeki dayanışma ağları psikolojik etkiler açısından uyumu kolaylaştırabilir.
Diaspora Deneyimi ve Kimlik Gelişimi
Diaspora toplulukları, göçmenlerin hem geçmişle bağlarını korudukları hem de yeni bir topluma uyum sağlamaya çalıştıkları sosyal yapılardır. Bu süreçte bireyler, çift yönlü bir kimlik gelişimi deneyimlerler: Bir yandan geldikleri kültürle bağlarını sürdürmeye çalışırken, diğer yandan yeni toplumun normlarını ve değerlerini uyum sağlamak durumundadırlar.
Berry’nin kültürleşme stratejileri bu süreci anlamak için önemli bir çerçeve sunar. Göçmenler;
-
Entegrasyon (hem kendi kültürünü koruma hem de yeni kültüre uyum sağlama),
-
Asimilasyon (kendi kültüründen koparak yalnızca yeni kültüre uyum),
-
Ayrışma (kendi kültürüne tutunup yeni kültürle etkileşimi sınırlama),
-
Marjinalleşme (hem eski hem yeni kültürle bağ kuramama)
stratejilerinden birini benimseyebilir.
Kimlik gelişimi açısından, özellikle genç göçmenler Erikson’un kimlik vs. rol karmaşası aşamasında (gençlerin kimlik oluşturma süreci) ek zorluklar yaşar. Hibrit kimlikler geliştirmek, hem köken kültürle hem de ev sahibi toplumla bağ kurmak bu dönemde kritik hale gelir.
Kimlik Gelişimini Etkileyen Faktörler
Zorunlu göç sonrası kimlik gelişimi, tek bir doğrultuda ilerleyen bir süreç değildir; bireysel, kültürel ve toplumsal faktörlerin etkileşimiyle şekillenir.
-
Bireysel faktörler: Yaş, kişilik özellikleri, önceki yaşam deneyimleri ve psikolojik dayanıklılık düzeyi kimlik gelişimini belirler.
-
Aile ve topluluk desteği: Aile bağlarının korunması ve diaspora topluluklarıyla ilişkiler, göçmenlerin geçmişle bağ kurmasına yardımcı olur.
-
Ev sahibi toplumun tutumu: Sosyal kabul, ayrımcılık düzeyi ve kültürel çeşitliliğe yönelik politikalar, göçmenlerin aidiyet hissini doğrudan etkiler.
-
Eğitim ve istihdam olanakları: Yeni toplumda üretken bir rol üstlenmek, bireylerin kendilerini değerli hissetmesini ve kimlik gelişimini yeniden yapılandırmasını kolaylaştırır.
Bu faktörlerin etkileşimi, göçmenlerin entegrasyon, asimilasyon, ayrışma veya marjinalleşme yönünde hangi kültürleşme stratejisini benimseyeceğini belirler. Dolayısıyla kimlik gelişimi, yalnızca bireysel bir süreç değil; aynı zamanda toplumsal koşullar tarafından şekillendirilen bir yapıdır.
Sonuç
Zorunlu göç, sadece yer değiştirme değil; kimlik, aidiyet ve psikolojik etkiler ile ilgili karmaşık bir süreçtir. Göçmenler travma, kayıp ve belirsizlikle mücadele ederken, yeni bir toplumda kendilerini yeniden tanımlamak ve uyum sağlamak zorundadırlar.
Diaspora deneyimi, bu dönüşümde hem sığınak hem de kimlik gelişimi için önemli bir zemin sağlar. Göçmenlerin kök kültürle bağlarını sürdürmeleri, yeni kültüre uyumda denge oluşturur. Bu denge, ev sahibi toplumun sosyal politikaları, kabulü ve destek mekanizmalarıyla bağlantılıdır. Ayrımcılık ve dışlanma ise kimlik gelişimini ve toplumsal uyumu olumsuz etkiler.
Sonuç olarak, zorunlu göçün psikolojik etkileri ve kimlik gelişimi, bireysel deneyimlerin yanı sıra toplumsal yapılar tarafından da şekillenen dinamik bir alandır. Kapsayıcı politikalar, kültürel duyarlılık ve dayanışma ağlarının güçlendirilmesi, hem bireylerin hem toplumların sağlıklı ve barış içinde yaşaması için gereklidir.
KAYNAKÇA
Berry, J. W. (1997). Immigration, acculturation, and adaptation. Applied Psychology, 46(1), 5–34. https://doi.org/10.1111/j.1464-0597.1997.tb01087.x
Erikson, E. H. (1968). Identity: Youth and crisis. W. W. Norton & Company.
Fazel, M., Wheeler, J., & Danesh, J. (2005). Prevalence of serious mental disorder in 7000 refugees resettled in western countries: A systematic review. The Lancet, 365(9467), 1309–1314. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(05)61027-6
Masten, A. S. (2014). Ordinary magic: Resilience in development. Guilford Press.
United Nations High Commissioner for Refugees. (2024). Global trends: Forced displacement in 2024. https://www.unhcr.org