Pazartesi, Ekim 20, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

ZİL ÇALDI KAPIYI AÇIN: KAYGI GELDİ

Ne hoş bir sürpriz, gelen kaygıymış! Her zamanki misafir mi, yoksa yabancı bir duygu mu? Kırmızı halı serip karşıladığımız, her adımda bizim gölgemize dönüşen bu kaygı nedir? O gölge karanlık mı, yoksa güneşten gelen bir ışık yansıması mı?

Bu gölgeyi tanımlayacak olursak eğer, kaygı (anksiyete); psikolojide gelecekte yaşanabilecek olası olumsuzluklara veya belirsizliklere karşı hissedilen gerginlik, huzursuzluk ve endişe durumu olarak tanımlanır. Amerikan Psikoloji Derneği (APA), kaygıyı “yaklaşan bir tehlike ya da tehdit algısına karşı gelişen gergin beklenti hali” olarak tanımlar. Bu duygu, evrimsel açıdan koruyucu bir işlev üstlenir; bireyi tehlikelere karşı hazırlıklı kılar. Ancak aşırı düzeye ulaştığında, bireyin psikolojik işlevselliğini olumsuz etkiler.

Bilinçdışının Okyanusu

Bilinçdışı aynı okyanusa benzer. Kaygı ise okyanusun derinliklerinde gizlidir; yüzeyde görünen dalgalar, aslında bilinçdışında saklı olan çatışmaların, bastırılmış duyguların ve çözülmemiş deneyimlerin yansımasıdır.

Biz sadece kıyıda, yüzlerce taşın arasında dalgaları izleriz; ama suyun altı karanlık, farkında olmadığımız düşüncelerle doludur. Belki de kıyıda oturmamızın sebebi budur; çünkü derinlere inmek, yani bilinçdışımızla yüzleşmek, cesaret ister.

Düşüncelerimiz ve duygularımız labirenti andırır. Bizi gelecekteki olası tehditlere karşı hazırlayan duygularımız o kadar yoğunlaşır ki, bir süre sonra çıkış noktasını bulamayız. Kendi bedenimize, duygularımıza, düşüncelerimize rehber olacakken neden labirentin bir köşesinde öylece koşturup duruyoruz?

Kaygının Dalgalarında Yüzmek

O kolluklarımızı çıkarmaya bir türlü cesaret edemiyorduk. Ayaklarımız yerden kesildiğinde büyük bir panik hissediyorduk. Kalp ritmimiz hızlanıyor, bedenimiz titriyordu. Çünkü kıyıdan uzaklaştıkça, bastırdığımız duygularla yüzleşiyorduk. Kaygılı yanlarımız bizi boğacak gibi hissettiriyordu.

Bedenimize çarpan her dalga, bilinçdışımızın “hoş geldin” işaretiydi. Kaygı, ısrarla o davete icabet etmemizi istiyordu. Özgürce o dalgalara karşı kulaç atmak, adeta denizde süzülmek istiyorduk. Kendimizin o tarafıyla tanışmaya hazır mıydık?

Evet, hazırdık. Çünkü kendimizden kaçtıkça kaygının esiri oluyorduk. O labirentin içinde çıkış noktasını bulmuştuk. Attığımız her kulaç, okyanusun karanlığında bize ışık tutuyordu. Bedenimizin kaptanı bizdik, dümeni biz kontrol ediyorduk. Dalgalara teslim olmaktansa onlarla mücadele etmeyi öğreniyorduk.

Derinlere indikçe bambaşka bir dünya keşfediyorduk. Siyahlığın içinde yıllardır görmezden geldiğimiz bir beyaz nokta varmış; biz ise griliğe kapılmışız. Derinlerde taşıdığımız korkularla, “yeterince iyi değilim” düşünceleriyle, onaylanma ihtiyacımızla yüzleşiyorduk. Artık bu dalgaların üstünde durmayı öğreniyoruz: panikle değil, farkındalıkla; kaçmak yerine kalmakla, bastırmak yerine hissetmekle.

Çünkü artık biliyoruz: Kıyıda kalmak güvenli ama sınırlayıcı. Derinler ise ürkütücü olabilir, ama orada gerçek “biz” var. Maskesiz, sahici, bizi biz yapan tüm duygularımız, düşüncelerimiz ve deneyimlerimizle. Artık kaygıyla dolu bir denizde yüzmüyoruz; onunla baş etmeyi öğreniyoruz.

Freud ve Kaygı

Bastırılmış arzular, toplumsal olarak kabul görmeyen dürtüler ve çocukluk yaşantılarından izler bu alanda saklıdır. Ancak bilinçdışı, sanıldığı gibi pasif değildir; aksine, bilince ulaşmak için sürekli çaba gösteren bir enerjidir.

Freud’a göre kaygı, bu bilinçdışı içeriklerin yüzeye çıkma tehdidi karşısında ego’nun verdiği bir alarm tepkisidir. Ego, benliğimizin gerçeklik ilkesiyle uyumlu çalışan kısmıdır ve bir yandan id’in (ilkel dürtüler) baskılarını, diğer yandan süperego’nun (vicdan) beklentilerini dengelemeye çalışır. Bu denge çabası sırasında özellikle kabul edilemez dürtüler bilinçdışından yükselmeye başladığında, ego savunma mekanizmalarıyla bu içeriği bastırmaya çalışır. Ancak bastırma yeterli olmadığında ya da çatışma yoğunlaştığında, birey kaygı yaşamaya başlar.

Kaygı ve korku birbirlerine çok benzetilen ama birbirlerinden farklı olan kavramlardır. Korku, gerçek, somut ve şu anda var olan bir tehdide karşı verilen ani tepkidir. Kaygı (anksiyete) ise belirsiz, gelecekte olabilecek olumsuzluklara dair duyulan endişedir. Gerçek bir tehdit olmayabilir ama kişi olabilecekleri düşünerek rahatsızlık hisseder.

Kaygı ve Ters Yüz

Ters Yüz filmindeki kaygı, Riley’nin zihninde yer alan duygulardan biri olarak karşımıza çıkar. Neşe, Üzüntü, Öfke, Korku gibi duyguların yanına ergenlikle beraber yeni duygular eklenir: Bunlar Kaygı, Tiksinti, Utanç ve Bıkkınlıktır. Yeni duyguların gelişiyle birlikte Riley’nin benlik algısı bozulmalar yaşar. Kaygı kumanda merkezinin başına geçer ve onun kişiliğini yeniden şekillendirmeye çalışır; ama kaygı bir süre sonra kontrolü kaybeder, Riley’i paniğe ve olumsuzluğa sürükler.

Filmde de gördüğümüz gibi kaygı duygusu, diğer tüm duyguları bastırıp egemenliği ele geçirebilir. Benlik algımıza verdiği zararla kendimizi fazlaca yıpratıp mükemmelliği ararken paniğe sürükleniriz. Kontrolü sağlamak ve tüm duygularımızla dengeli yaşamayı öğrenmek gerekir.

Kendi İç Duygularımızla Yüzleşmek

Yeterince iyi değilim, iyi bir insanım.
Öfkeliyim, mutluyum.
Cesurum ama korkuyorum.
Bencilim, nazik biriyim.
Takıntılıyım, hatalar yapıyorum, iyi bir arkadaşım.
Uyum sağlamak istiyorum, güçsüzüm, başarılıyım.

Kaygının sesi bazen yüksek çıkabilir ama unutma, sahnede yalnız değilsin.

Cennet Nur Kayhan
Cennet Nur Kayhan
Cennet Nur Kayhan, 2022 yılında KTO Karatay Üniversitesi Psikoloji Bölümü’ne başladım. İnsanların duygu, düşünce ve davranışlarının ardındaki nedenleri keşfetme isteğim, psikolojiye olan ilgimi ve motivasyonumu artırdı. Psikolojinin çeşitli alanlarına ilgi duyuyorum ve bu alanlarda kendimi geliştirmek için çeşitli eğitimler almaya devam ediyorum. Farklı kurumlarda yaptığım stajlar sayesinde teorik bilgimi pratiğe dönüştürme fırsatı yakaladım ve bu deneyimler, mesleki yolculuğumu şekillendirmemde önemli rol oynadı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar