Çarşamba, Eylül 24, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Yarım Kalmış Ruhların Çıkmazı: Duygusal Açlık

Bazen içimizde tanımlaması zor bir boşluk hissederiz. Bu boşluk öyle büyüktür ki, bizi istemediğimiz bir arayışa itebilir; yanlış insanları, yanlış ilişkileri ve sürekli bir “yeterli değilim” hissini beraberinde getirir. İnsan, doğası gereği bağ kurmaya ve kendini güvende hissetmeye ihtiyaç duyan bir varlıktır. Güvenli bir liman, duygusal ihtiyaçlarının karşılandığı bir sığınak arar.

Ancak, çocukluk döneminde ihmal edilen veya tam olarak karşılanamayan bu temel ihtiyaçlar, yetişkinlikte kendisini bir duygusal açlık olarak gösterebilir. Bu açlık, sadece kendini romantik ilişkilerde de göstermez. Arkadaşlık, aile ve hatta profesyonel yaşamda bile sürekli başkalarından onay ve ilgi bekleme, tek başına kalamama, sürekli bir arayış içinde olma ve ilişkilerde sağlıklı sınırlar koyamama gibi davranışlara yol açar.

Duygusal Açlığın Kökenleri

Duygusal açlık, genellikle çocukluk çağında ebeveynlerle kurulan ilişkilerin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Ebeveynlerinden yeterli ilgi, sevgi veya şefkat görmeyen bireyler, bu duygusal yoksunluğu telafi etmek için yetişkinlikte bu boşluğu başkalarında doldurmaya çalışabilirler. Bu, derin bir travma olmak zorunda değildir; bazen sadece yoğun çalışan bir ebeveynin çocuğuna ayıracak yeterli zamanı olmaması bile bu hissi tetikleyebilir.

Bu durum, bireyin kendi duygusal dünyasını ihmal etmesine, kendi mutluluğunu dış etkenlere bağlamasına ve sürekli bir “açlık” hissiyle yaşamasına neden olur. Peki, birinin yarattığı bir boşluk, gerçekten bir başkası tarafından doldurulabilir mi?

Kısa süreliğine bir rahatlama hissi verebilir. Yeni bir ilişki, tıpkı yeni bir kıyafet gibi, o an için iyi hissettirir, tamamlanıyor gibi görünür. Ancak temelde bu boşluk bireyin kendi içinde olduğu için, en ufak bir sarsıntıda veya hayal kırıklığında tekrar ortaya çıkar ve döngü tekrar başlar. İlişkiler, tek başına o boşluğu doldurmaya yetmez; çünkü asıl sorun dışarıda değil, içimizdedir.

Duygusal Boşluğun Psikolojik Temelleri

İçimizdeki bu boşluk, aslında dünümüzün bir yansımasıdır. Hayatın ilk yıllarında, annemizden babamızdan göremediğimiz ilgi, sevgi veya şefkat, bugün ilişkilerimizde bizi sürekli bir arayışa iter. Bu durum, psikolojide bağlanma teorisi olarak adlandırılır.

Bağlanma teorisi, çocuklukta kurduğumuz ilişkilerin yetişkinlikteki duygusal hayatımızı nasıl etkilediğini inceler. Güvenli bağlanma geliştiremeyen bireyler, genellikle ya terk edilme korkusuyla ya da partnerlerini idealize ederek kendilerindeki boşluğu onlarla doldurmaya çalışır. Bu, kişinin kendi benliğini ve duygusal ihtiyaçlarını geri plana atmasına ve mutluluğunu tamamen dışarıdaki bir kişiye bağlamasına neden olur. Bu durum, özellikle bireyi bağımlı ve kırılgan hale getirir.

Bu durumu en iyi anlatan örneklerden biri, eski bir danışanımın hikayesiydi. Kariyerinde başarılı ve dışarıdan bakıldığında özgüvenli görünen güzel bir genç kadındı. Ancak ilişkilerinde sürekli bir döngüde sıkışıp kalıyordu. Ufak bir iltifat, bir mesaj ya da kısa bir sohbet bile, hemen derin bir bağlanma isteği uyandırıyordu. Karşısındaki insanı tam tanımadan, “Belki o kişi, bu kişidir.” diyerek onunla ciddi bir ilişkiye başlamanın hayalini kuruyordu.

Bu hızlı bağlanma isteği, genellikle tahmin edildiği gibi hayal kırıklığıyla sonuçlanıyordu. Peki neden? Çünkü karşı tarafın gerçekte kim olduğuyla ilgilenmek, süzgeçten geçirmek yerine kendi boşluğunu dolduracak ideal partneri görüyordu. Bu durum, psikolojide “idealizasyon” olarak bilinir ve duygusal açlık olan bireylerde sıkça rastlanır.

Kendini Tamamlamak: Bardağı Doldurmak

Bu durum, bizlere şunu gösteriyor: Duygusal boşluğu doldurmanın tek yolu, öncelikle kendi bardağınızı doldurmakla başlar. Kimse boş bir bardaktan su içemez. Bunun içinde ilk adım, kendi duygusal ihtiyaçlarınızın farkına varmak, kendinize karşı şefkatli olmak ve kendinizle barışık bir ilişki kurmaktır.

Bu, yalnız kalmaktan korkmamak, kendi hobilerinize yönelmek, kişisel gelişiminize yatırım yapmak ve en önemlisi kendi değerinizi başkalarının onayına bağlamamaktan geçer ve bu yoğun bir çaba gerektirir. Kendini tanıma ve kendine yatırım yapma yolculuğu, zaman alan bir süreçtir.

Ancak bu şekilde, başka birine bağımlı olmadan sağlıklı ve anlamlı ilişkiler kurabiliriz. Şunu unutmayın ki, kendi bardağınızı sevgi, ilgi ve öz şefkatle doldurduğunuzda, ilişkilerinizde başkalarından sürekli su beklemek yerine, dolu bir bardakla yola devam edebilirsiniz. Kendi bardağını doldurmayan biri, başkalarında susuz kalacaktır ve bu sonsuz bir döngüye dönüşecektir.

Bu döngüyü kırmanın yolu, içimizdeki boşluğun anahtarının kendi elimizde olduğunu anlamaktan geçer. Başkalarından beklemeyi bıraktığımızda, kendimizi bulmaya başlarız.

Begüm Kırıkkayaoğlu
Begüm Kırıkkayaoğlu
Begüm Kırıkkayaoğlu, psikolojik danışman olarak ergenler, yetişkinler ve çiftlerle derinlemesine bireysel ve ilişki temelli çalışmalar yürütmektedir. Lisans eğitiminin ardından yüksek lisans eğitimini sürdürmekte, mesleki pratiğini ise güncel, kanıta dayalı ve yaşamın gerçeklerine uyarlanmış yaklaşımlarla zenginleştirmektedir. Çalışmalarında duygusal farkındalık, sağlıklı iletişim, sınırlar koyma, problem çözme ve yaşam doyumunu artırma gibi alanlara odaklanır. Empatiyi, güveni ve hayata dokunan teknikleri merkeze alarak danışanlarının kendi güçlerini keşfetmelerine ve yaşamlarında kalıcı değişimler yaratmalarına eşlik etmektedir.

1 Yorum

  1. Çok güzel bir yazı olmuş. Elinize sağlık. Bardağı dolduruyorum ama bardak kırık sanırım sürekli boş gibi hissediyorum diğer yazınızda bundan da bahsederseniz sevinirim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar