Yaratıcılık denince genellikle akla aniden gelen bir “ilham kıvılcımı” gelir. Oysa bu kıvılcım, saatler, günler hatta yıllar boyunca beyinimizde sessizce işleyen milyonlarca bağlantının sonucudur. Bir sabah yürürken kulağınıza çalınan bir şarkı, çocukluğunuzdan kalan unutulmuş bir anıyı canlandırabilir. O an beyniniz, geçmişle bugünü, duygu ve düşünceyi sessiz bir dansa davet eder. İşte yaratıcılık, bu dansın dışa vurumudur. Peki beynimiz bu karmaşık ve görünmeyen sistemle nasıl çalışır?
Yaratıcılık ve Beyin Ağları
Nöropsikoloji alanında yaratıcılık, beynin tek bir bölgesine bağlı değildir. Prefrontal korteks, limbik sistem ve parietal lob gibi farklı bölgeler karmaşık bir ağ içinde senkronize çalışır. Özellikle “default mode network” (DMN) olarak adlandırılan sistem, hayal kurarken ve özgür çağrışım yaparken devreye girer. Yani yürürken ya da boş boş otururken aklınıza gelen yaratıcı fikirlerin nörolojik temeli budur. Örneğin, bir ressamın tuvale ilk fırça darbesi, ya da bir yazarın ilk cümlesi, beynin sağ ve sol yarımkürelerinin zengin ve dengeli iletişimiyle mümkün olur. Araştırmalar yaratıcı bireylerde bu iki yarımkürenin birbirine daha fazla bağlandığını gösteriyor. Bu bağlantı yoğunluğu, alışılmış düşünce kalıplarını aşmayı sağlar.
İç Dünyadan Beslenen Yaratıcılık
Kendi deneyimimden yola çıkarak söyleyebilirim ki, yaratıcılık genellikle dış dünyadan çok iç dünyadan beslenir. Bir koku, uzaklardan gelen bir melodi ya da hafif bir rüzgar, bilinçaltında bir kapı açar; geçmişteki bir anıyı, o anın duygusunu getirir. Beynin hipokampusu bu anılarla bugünkü duyguları birleştirir ve bazen bu birleşim bir cümle, bazen bir görsel olarak kendini gösterir.
Yaratıcılık ve Duygusal Etkiler
Yaratıcılığı sadece “doğuştan gelen bir yetenek” olarak görmek, beynin karmaşık ve çok katmanlı işleyişini gözden kaçırmak olur. Stres, kaygı ve travma gibi duygular bazen yaratıcı süreci zorlayabilir, bazen ise tetikleyebilir. Beyin, hayatta kalmak için sürekli uyum sağlarken, yeni yollar bulur. Yaratıcılık çoğunlukla bu yeni yolların keşfiyle ortaya çıkar.
Yaratıcı Süreçlerin Nöropsikolojik Temeli
Yaratıcılık sadece yeni fikirler üretmek değil; beynin duygular, anılar ve çevreyle kurduğu çok katmanlı bir iletişim biçimidir. Nöropsikolojik açıdan bakıldığında, yaratıcı süreçler tesadüfi değil; hazırlanmış ve bağlantı kurmaya açık bir zihnin eseridir. Sanatla ya da başka yollarla üretim yapan herkes, beynin kendine özgü dilini konuşur. Önemli olan, bu dili duyabilmek için sessizliği yakalayabilmek, iç sesimize kulak verebilmektir.
Kaynakça
-
Beaty, R. E., Benedek, M., Kaufman, S. B., & Silvia, P. J. (2016). Default Mode Network Engagement During Creative Idea Production. NeuroImage, 120, 145-152.
-
Jung, R. E., & Haier, R. J. (2007). The Parieto-Frontal Integration Theory (P-FIT) of Intelligence: Converging Neuroimaging Evidence. Behavioral and Brain Sciences, 30(2), 135-154.
-
Dietrich, A. (2004). The Cognitive Neuroscience of Creativity. Psychonomic Bulletin & Review, 11(6), 1011-1026.
-
Sawyer, R. K. (2011). Explaining Creativity: The Science of Human Innovation. Oxford University Press.
-
Fink, A., & Benedek, M. (2014). EEG Alpha Power and Creative Ideation. Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 44, 111-123.


