Yalnızlığın Gücü
Yalnızlık yaşayan insanlar, yanlış ilişkilerde kalabalıklaşacağını sanıyor. Oysa zamanla daha da yalnızlaşıyor, kendilerine yabancılaşıyorlar.
İnsan yalnız kaldığında kendini dinler, ruhunun derinliklerine iner ve kim olduğunu keşfeder. Yalnızlık aslında büyük bir fırsattır. Bu fırsatı doğru değerlendiren birey, kendi iç dünyasıyla daha güçlü bir bağ kurabilir.
Ne var ki günümüzde birçok insan, yalnızlıktan kaçmak için kendini yanlış ilişkilerin içine atıyor. Yanında birileri olduğunda daha az yalnız hissedeceğini düşünüyor. Oysa bu ilişkiler kişiyi kendisine daha da yabancılaştırıyor. Çünkü kalabalık bir ilişkide bile insan, iç dünyasında yapayalnız olabilir.
Freud ve Bağlanma Teorisi
Freud’un psikanalitik kuramına baktığımızda, bireylerin bilinçdışı ihtiyaçlarını ilişkilerde tekrar ettiklerini görürüz. Çocuklukta doyurulamamış sevgi, ilgi ve güven ihtiyacı; yetişkinlikte bağımlı ilişkiler kurmaya zemin hazırlar. John Bowlby’nin bağlanma teorisi de bunu destekler: Çocuklukta gelişen güven, kaygı ya da kaçınganlık tutumları yetişkinlikteki ilişki biçimlerini belirler.
Yalnızlığı kucaklamayan birey, kendi eksik parçalarını başkalarında arayarak yanlış ilişkilere sürüklenir. Bu tür ilişkilerde kişi, aslında kendi boşluklarını doldurmaya çalışır. Partnerine aşırı bağlanma eğilimi gösterir; fakat bu bağımlılık, bir süre sonra karşı tarafın boğulmasına ve ilişkinin bitmesine yol açar. Böylece kişi, yalnız kalma korkusunu hep yanlış ilişkilerle sürdürdüğü bir döngüye girer.
Bir televizyon programında duyduğum ve beni derinden etkileyen şu söz, bu döngüyü özetliyor aslında:
“ Kendi yalnızlığını seven her insan mükemmel bir ilişki bulabilir. Kendi yalnızlığından kaçan her insan mutlaka yanlış bir ilişki bulacaktır.”
İlişkiler Bir İhtiyaç mı, Değer Katma mı?
Tam da burada şu soru gelir aklımıza:
İlişkiler bir ihtiyaç mıdır, yoksa iki insanın birbirine değer katması mıdır?
Bu soru, ilişkilerimize bakış açımızı kökten değiştirebilir. Eğer yalnızlığımızdan kaçıp yüzleşmektense eksiklerimizin üzerini kapatmak için yeni ilişkilere başlıyorsak, o ilişkiler “ihtiyaç” temelli olur. Bu durumda partnerimizden, eksiklerimizi tamamlamasını bekleriz; yani o kişiyi bir araç haline getiririz.
Böyle bir ilişki, bağımlılığa dönüşür. Çünkü temelinde sevgi değil, “tamamlanma arayışı” vardır. Oysa gerçek bir ilişki, iki insanın birbirine değer katmasıdır. Sağlıklı ve anlamlı bağların yolu, kişinin yalnızlığını sevebilmesinden ve kendini yeterince tanımasından geçer.
Kendi yalnızlığını kabul eden birey, duygusal olarak olgunlaşmış, dışsal onaya ihtiyaç duymadan kendi değerinin farkına varmış demektir. Bu da daha dengeli, gerçek ve güçlü ilişkilerin kapısını açar.
Yanlış İlişkilerin Sonuçları
Buna karşılık yalnızlığından kaçan bir insan, eksiklerini kapatmak için yanlış ilişkilere yönelir. Böyle bir ilişkinin taraflara olumlu bir getirisi olmaz. Bu, bireyin kendini yeterince tanımadığını, özsaygısının düşük olduğunu veya duygusal bağımsızlığını geliştirmediğini gösterir.
Sonuçta ortaya çıkan tablo şudur:
-
İlişkide bağımlılık oluşturur: Kişinin kendi eksikliklerini partneriyle tamamlamaya çalışması ilişkide bağımlılık yaratır. Bu durum, zamanla partnerine karşı aşırı bağımlı hale gelmesine ve ilişkinin eşitlik dengesinin bozulmasına yol açar.
-
Gerçek sevginin önüne geçer: Kişi karşısındaki kişiyi gerçekten sevdiği için değil, eksiklerini kapattığı için bir ilişki kurar. Bu ilişkide sevginin karşılıklı değil de, şartlı hale gelmesine neden olur. Ve ilişkideki duygusal bütünleşme bir tamamlanma çabasına dönüşür.
-
Partner üzerinde baskı oluşturur: İlişkide sürekli olarak, karşı tarafın eksiklerini kapatmaya çalışmak ve mutluluğu sağlama görevini üstlenmek baskı ve beraberinde ilişkinin bozulmasına neden olabilir.
Ve en önemlisi: Yanlış bir ilişki bireyin kendi gelişiminin önüne geçer, engeller!
Kişi kendi eksikliklerini fark edip, üzerine gitmesi yerine bir ilişkiden medet umması, kişisel gelişimine engel olurken, olgunlaşmasını durdurur. Bu nedenle önce kendi eksiklerimizi kabul edip, onları kendi içimizde tamamlamalıyız. Güçlü ve zayıf yanlarımızla barışmalı, mutluluğu başkalarından değil, kendimizden beklemeliyiz.
Yalnızlığın Kişisel Gelişimdeki Önemi
Çünkü yalnızlık bir eksiklik değil; kendini tanıma ve keşfetme sürecidir. Kendi yalnızlığını seven insan, kendisiyle barıştığında hayatına girecek doğru kişilerle huzurunu paylaşabilir.
Burada Carl Gustav Jung’un “bireyleşme” kavramına da değinmek gerekir. Jung’a göre birey, kendi öz benliğini bulabilmek için yalnızlık sürecinden geçmek zorundadır. Yalnızlık, bireyin kendisiyle yüzleşmesini sağlayarak olgunlaşmasına ve gerçek benliğine ulaşmasına katkıda bulunur.
Modern araştırmalar da yalnızlığın her zaman olumsuz bir durum olmadığını ortaya koymaktadır. Örneğin, yapılan bazı psikolojik çalışmalar, yalnızlık dönemlerinde bireylerin yaratıcılıklarının ve kişisel farkındalıklarının arttığını göstermektedir.
Sonuç olarak, doğru zamanda gelen yalnızlık, doğru ele alındığında insanın kendine açılan bir kapı, ruhunu besleyen bir güç ve daha derin bir yolculuktur. Unutmamak gerekir ki, kendi içine dönmeyi öğrenmeyen kimse gerçek huzuru bulamaz; çünkü yalnızlık, insanın kendini büyütmek için çıktığı en sessiz ama en güçlü yolculuktur. Sağlıklı ilişkilerin temelini oluşturan değerli bir armağandır.
Psycholog Times okurlarına sevgilerimle…


