Bazen hiçbir şey yapmamak, her şeyi yeniden başlatır.
Yaz, yalnızca takvimdeki birkaç ay değildir. Bazen bir ışık biçimi, bazen ağır akan bir zaman hissi…
Bazen de zihnin kendi içine doğru attığı yavaş bir adım.
Günler uzar, insanlar biraz daha geç uyur, yürüyüşler yavaşlar, konuşmalar azalır. Ve tam da bu ritim değişikliğinde, zihnin içinde yeni bir alan açılır. Koşturmaca arasında bastırılmış ne varsa; düşünceler, duygular, hayaller yavaşça yüzeye çıkar. Beyin bir nevi tatil moduna geçer. Ama bu, pasif bir durma hâli değil; içsel bir yeniden düzenlenmedir.
Nörobilim, bunu çoktan fark etti! Araştırmalar, dış uyaranlardan uzaklaştığımızda beynin aslında boşluğa düşmediğini, aksine Default Mode Network (Varsayılan Mod Ağı) adı verilen bir sistemin devreye girdiğini gösteriyor (Raichle et al., 2001). Bu sistem, hayal kurduğumuz, geçmişi hatırladığımız ve geleceği planladığımız o derin içsel anlarda aktif olur. Yani, biz “dalıp giderken” zihnimiz aslında en yaratıcı ve anlamlı çalışmalarından birini yapmaktadır.
Yaz mevsimi, bu içsel akışı en çok destekleyen zamanlardan biridir. Çünkü yaz, dış seslerin azaldığı, iç sesin daha çok duyulduğu bir mevsimdir. Kalabalıklar çekilir, ajandalar seyrelir, günler uzar. Ve bu genişlikte, zihnin daralmış alanları esner hale gelir.
Zihinsel Dinlenme, Yaratıcılığın Sessiz Ortağıdır
Yaz aylarında birden aklımıza düşen fikirler, bir sorunun “kendiliğinden” çözülmesi ya da içimizde yeni bir hevesin doğması çoğu zaman tesadüf değildir. Psikolojide buna kuluçka süreci denir: yoğun zihinsel çabaların ardından gelen gevşeme hâli, düşünceler arası görünmeyen köprüleri kurar (Sio & Ormerod, 2009). Yani dinlenme, aslında üretkenliğin bir öncüsüdür.
Bu yüzden bir yaz yürüyüşü, bir deniz kenarında geçirilen sade bir gün ya da denizi izlerken yaşanan sessizlik, zihnin en derin çalışmasına sahne olabilir.
Hayranlık, Yazın Sessiz Duygusudur
Hayranlık, başta büyük bir kelime gibi gelir. Belki yalnızca sanat eserlerine, doğa harikalarına ya da olağanüstü yeteneklere duyulan bir şeymiş gibi… Oysa gerçekte, hayranlık çoğu zaman gündelik olanın içindeki sıra dışılığı fark etmektir. Bir ağacın gövdesindeki desen, bir cümledeki sessizlik, tanımadığın bir insanın gözlerindeki anlam…
Her şeyin hızla tüketildiği bir dünyada, bir şeyin önünde hayranlıkla durabilmek… Ne kadar unutulmuş bir beceri. Oysa yaz, bunu yeniden hatırlatır insana. Çünkü yaz mevsimi, sadece sıcak havalardan, uzun günlerden ibaret değildir. O, zihnin yavaşladığı, çevresini yeniden gördüğü, bakmaktan çok fark etmeye başladığı bir zaman dilimidir.
Yaz aylarında, bir çocuğun kelebek kovalayışını izlerken ya da gökyüzünde yavaş süzülen bulutları seyrederken içimizde hafif bir hayranlık duygusu belirir. Bunu tarif etmek zor olabilir; ne tam anlamıyla bir duygu ne de sıradan bir düşüncedir. Ama o an, yalnızca izliyor değilizdir aynı zamanda bağ kurarız.
Stanford Üniversitesi’nden Psikolog Dacher Keltner, hayranlık duygusunun insanı daha alçakgönüllü, daha az bencil ve daha bağlı hissettirdiğini söyler. Beyin, bu duygu sırasında “ben” merkezli düşüncelerden uzaklaşır, daha kolektif ve kapsayıcı bir bakışa yönelir (Keltner & Haidt, 2003). Ve biz o an, bir şeyin sadece parçası değil, anlamı gibi hissederiz.
İşte bu yüzden yaz aylarında hissedilen o hafiflik sadece bedenin değil, benliğin de hafifliğidir. Kendimizi dünyayla kavga etmeyi bıraktığımız, onunla birlikte akabildiğimiz zamanlardır. Merak, bu akışta yönümüzü belirler; hayranlık ise o yolculuğa derinlik katar.
Bu yaz, bilmediğin sokaklarda yürü. Sadece turist gibi değil, sanki ilk kez görüyormuş gibi bak. Bir kitabın içinde rastgele açılmış bir sayfada kal, belki ihtiyacın olan şey tam da oradadır. Gökyüzünü, yüzünü buruşturmadan izle. Bir çocuğun bir kelebeğin peşinden gidişini seyret. Ya da bir cümleyi defalarca oku, sadece anlamak için değil, hissetmek için. Çünkü yazın sunduğu en büyük hediye, yavaşlayabilme ve durduğun yerden hayret edebilme şansıdır.
Yazın En Güzel Hediyesi: Merakla Bakabilme Yetisi
Merak etmek, sadece bilgi edinmek değildir. Var olanın sınırlarını kabul etmeyip bir adım ötesine geçmeyi istemektir. Bir çocuğun yerdeki bir karıncayı dakikalarca izlemesi gibi… Ya da yetişkinliğin içinde hâlâ bir şeylerin nedenini anlamaya çalışan o küçük sesin pes etmemesi gibi. Psikolojide buna intrinsik motivasyon denir; yani dışarıdan gelen ödüller değil, içten gelen öğrenme arzusudur bu.
Yaz aylarında bu iç motivasyon daha belirgin hâle gelir. Çünkü zihinsel kaynaklar başka yönlere dağılmaz; okul, iş, toplantı gibi şeyler yerini daha serbest bir akışa bırakır. Bu da düşüncenin biraz daha serbest dolaşmasına, biraz daha oyunbaz olmasına imkân verir. Merak, sadece bilmek için değil; hayatta kalabilmek, anlam bulabilmek ve hayranlık duyabilmek içindir.
Bu yüzden bir yaz tatili planı yalnızca fiziksel bir mola değil; zihinsel bir yeniden yapılanmadır. Tıpkı açık bir pencerenin içeriye ışık, hava ve ses taşıması gibi… Zihnin dinlenmesi de içeriye yeni fikirler, yeni duygular, yeni bağlar getirir. Bu yaz, belki biraz daha bakmaya çalışırız. Daha az yargılayarak, daha çok merak ederek… Gözümüzden kaçan detaylar, kalbimize yakın anlamlar taşıyabilir.
Çünkü zihnin açık olduğu zamanlar, kalbin de açık olduğu zamanlardır.


