Bilindiği üzere yakın zamanlarda birkaç kez gündeme gelen bir yasa taslağı söz konusudur. Bu taslak doğrudan LGBT+ bireyleri hedef almakla birlikte, bütün toplumun etkileneceği muğlak bir düzeni (veya düzensizliği) de beraberinde getirmektedir.
Bu yasa taslağı özetle; doğuştan gelen biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışları ile bu tutum ve davranışları öven, özendiren ve destekleyenlerin cezalandırılmasını kapsamaktadır. Ayrıca aynı cinsiyetten bireylerin birlikteliklerinin hapisle cezalandırılması da söz konusudur.
Sonuç itibariyle bu bir yasa taslağıdır ve işin hukuki boyutunu hukukçulara devrederek, bir psikolog olarak bu tarz yasaların taslak haberlerinin bile insanların ruh sağlığını nasıl etkilediğini konuşmak amacıyla bu yazıyı yazdım.
Cinsiyet ve Genel Ahlak
Cinsiyet kavramı aslında çok katmanlı bir yapıdır. Yani denebilir ki, cinsiyet derken aynı şeyden konuştuğunuzu anlayamayabilirsiniz.
Yine de toplum içerisinde cinsiyet dendiğinde akla gelen ilk şey kadın ve erkek olarak ayrılan biyolojik cinsiyettir. Aslında bu cinsiyetin sadece bir katmanıdır.
Bu katman, kişinin doğumunda sadece dış genital organlara bakılarak kadın, erkek veya intersex olarak atanan cinsiyettir (Yalçınoğlu, 2013).
Cinsiyetin diğer bilinen katmanı ise toplumsal cinsiyettir ki bu da toplum tarafından erkek veya kadın denilen cinsiyetlere yüklenen rollerdir (Akın, 2007).
Cinsiyet kimliği denilen ancak toplumun geneli tarafından pek bilinmeyen bir diğer katman ise kendi içinde karmaşık bir yapıdır ve kişinin derinden duyumsadığı kadın, erkek, ikisi birden veya ikisi de olmayan ya da hiçbiri olma hissidir (Winter vd.).
Bu katman kendi içinde karmaşıktır; çünkü biyolojik etmenlerin yanı sıra çevresel, duygusal ve bilişsel dünyadan ve bunların etkileşimlerinden etkilenir.
Cinsiyet ifadesi ise kişinin ait olduğu cinsiyeti saç, giyim, konuşma, jest, ses tonu, aksesuar gibi çeşitli şekillerle dışavurmasıdır (Ülger, 2022).
Görüldüğü gibi doğuştan gelen cinsiyet tanımı muğlak bir konudur.
Genel ahlak konusu da benzer şekilde anlaşılması güç olan bir konudur. Felsefede de tartışılan ahlak konusunun tam olarak bir tanımını yapmak epey zordur.
Ahlak hakkında bildiklerimiz ise “genel ahlak” diye bir kavramın olamayacağını söylemek için yeterlidir.
Ahlak değişkendir; zaman ve coğrafyaya göre değişir. Kaynağı belirsizdir: ahlak din temelli midir, kültür temelli midir, rasyonel düşünce temelli midir yoksa pragmatist biyoloji temelli midir?
Eğer ahlak değişken ve belirsiz ise, ahlak temelli bir yasak konması mümkün müdür?
Yarın değişecek, hatta bugün bile sabit olmayan bir kavram üzerinden yüzbinlerce insanın hayatını, onurunu, özgürlüğünü ortaya atmak hukuki midir?
Açıktır ki bu taslak, insan doğasına, bilime ve zamana uygun değildir.
Varoluş Engellenebilir mi?
Varoluşçu psikolojiye göre kişinin iç huzuru ve mutluluğu, varoluşunu kucaklamasına, olduğu haliyle doğayla ve diğerleriyle uyum içinde yaşamasına bağlıdır.
Kişinin varoluşunun bir özelliğini bile uzun süre bastırması, psikolojik olarak zorlanmasına yol açar.
Konumuz yasa taslağı ve hedef alınan insanların psikolojik etkileridir. Bu yüzden kendi varoluşlarını bastırmak zorunda kalan LGBT+ bireylerin psikolojik durumlarına odaklanacağız.
Aileleri homofobik olan, eşcinselliğin günah kabul edildiği ailelerde yetişen bireylerin içselleştirilmiş homofobi düzeyi ve buna bağlı olarak depresyon ve alkol kullanım oranı daha yüksek bulunmuştur (Yalçınoğlu, 2013).
Açıldıkları grup sayısı ve kendini açma düzeylerinin içselleştirilmiş homofobi ekseninde çalışan bir araştırmada, açılan eşcinsellerin benlik saygılarının daha yüksek olduğu bulgulanmıştır (Şükrüoğlu, 2022).
Eşcinsel bireylerde daha çok ruhsal sağlık sorununun görünmesinin sebebinin damgalanmak ve ayrımcılık olduğunu gösteren çalışmalar da yapılmıştır (Düzyürek, 1994).
LGBT+ bireyler, ayrımcılık, damgalanma ve zorbalanmaya karşı daha hassas oldukları için psikolojik açıdan daha büyük risk altındadır.
Psikolojide Tedavi Arayışlarının Karanlık Tarihi
Eşcinselliğin sebepleri hakkında değişik teoriler ortaya atılmış, hastalık kabul edilmiş ve tedavisine çalışılmıştır.
Başlarda yanlış nesne ile özdeşleşme sebebiyle homoseksüel olunduğu iddia eden Freudyen ekol, psikanalizle tedaviye çalışmış; ancak bu durum danışanlarda suçluluk ve utanç hislerinin artmasından başka bir işe yaramamıştır.
Davranışçı bir kökenden gelen onarım terapisi ise eşcinsel danışanlarda panik atak, kaygı ve depresyona sebep olmuştur.
Nitekim bu terapi, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Amerikan Psikiyatri Derneği (APA) tarafından yasaklanmıştır (APA, 2009).
Ülkemizde ise Türk Psikologlar Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği ve Türk Tabipler Birliği tarafından önerilmemekte ve yasaklanmaktadır.
Başka bir tedavi yöntemi olarak denenen hormon tedavisi ise sadece cinsel isteksizlik, depresyon, kas erimesi veya aynı cinsiyete duyulan daha yüksek cinsel arzuya neden olmuştur.
Varoluş Engellenemez, Değiştirilemez ve Ertelenemez
Görüldüğü üzere varoluşun önemli bir parçası olan cinsel yönelim, kişinin içsel dinamikleri veya yasal ya da tıbbi yollarla bastırılmaya çalışıldığında kişi daha büyük bir buhrana, bunalıma ve iç huzursuzluğa sürüklenmektedir.
Bunun sonucunda alkol ve madde kullanımı artmakta, kaygı ve depresif hisler kişiyi yutmaktadır.
Burada söz konusu sadece bir kişi değil, toplumun %5-7’si oranında bir grup olduğunda bu durum toplum ruh sağlığını da tehlikeye atmaktadır.
Bilimsel araştırmalar göstermektedir ki insan, varoluşunu olduğu gibi ortaya koyar ve buna uygun, özgür ve otantik bir yaşam sürdüğünde yaşam doyumu yükselmekte, kişi tatmin olmaktadır.
Diğerine engel olmayan ve zarar vermeyen her varoluş ahlaklıdır, olduğu gibi var olmalıdır. Yasaklanmamalı ve cezalandırılmamalıdır.