Perşembe, Ekim 9, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Sosyal Medyanın Ruh Sağlığı Üzerindeki Görünmez Yükü

Günümüzde elimizden düşmeyen telefonlarımızın ekranı, çoğu zaman bir pencere değil, bir ayna işlevi görüyor. Instagram’da paylaşılan fotoğraflar, TikTok videoları ya da X (Twitter) üzerinden yazılan cümleler, yalnızca dünyayı görmemizi değil, kendimizi de sürekli başkalarıyla kıyaslamamıza neden oluyor.

Peki, bu görünürde masum gibi duran sosyal medya kullanımı, ruh sağlığımızı nasıl etkiliyor?

Kıyasın Psikolojisi

Psikolojide “sosyal karşılaştırma kuramı” (Festinger, 1954) olarak bilinen bir kavram vardır. İnsan, doğası gereği kendini başkalarıyla kıyaslama eğilimindedir. Ancak sosyal medya bu süreci olağanüstü hızlandırır.

Normal şartlarda sadece çevremizdeki birkaç kişiyi referans alırken, artık dünyanın dört bir yanından “mükemmel” görünen yüzler, hayatlar ve bedenler karşımıza çıkıyor. Bu durum, özellikle gençlerde özgüven kaybına ve “yeterince iyi değilim” düşüncesine yol açabiliyor.

Bir kişinin tatil fotoğrafına bakarken kendi hayatını yetersiz görmesi ya da bir arkadaşının başarı paylaşımını görünce başarısız hissetmesi, aslında çok yaygın bir deneyimdir. Sorun, bunun süreklilik kazanmasıdır. Uzun vadede bu kıyas hali, depresyon ve kaygı bozukluklarını tetikleyebiliyor.

Amerikan Psikoloji Derneği’nin 2023 raporunda, genç kullanıcıların yoğun sosyal medya maruziyetinde depresif belirtilerde anlamlı bir artış gözlemlendiği belirtiliyor (APA, 2023).

Beğeni ve Onay Döngüsü

Sosyal medyanın sunduğu “beğeni” ve “yorum” butonları, dopamin salgılatan küçük ödül sistemleri gibi çalışıyor. Bir paylaşımımızın çok fazla beğeni alması kısa süreli bir haz verirken, az beğeni almak değersizlik duygularını besleyebiliyor.

Nörobilimsel açıdan bakıldığında bu durum, beynin ödül merkezinin sürekli uyarılması anlamına geliyor. Tıpkı kumar makineleri gibi, her bildirim yeni bir heyecan yaratıyor.

Bu da “onay bağımlılığı” denilen psikolojik bir sarmala sebep olabiliyor. İnsan, kendi değerini dışarıdan aldığı onaya bağladığında, içsel tatmin duygusu giderek azalıyor. Kendiyle baş başa kalmak zorlaşıyor ve sessizlik bile kaygı uyandırır hale gelebiliyor.

Yalnızlığın Dijital Versiyonu

İlginç bir şekilde, sosyal medyada geçirilen uzun saatler bireyleri daha sosyal değil, daha yalnız kılabiliyor. Çünkü gerçek yüz yüze iletişimin yerini, çoğu zaman sığ ve yüzeysel etkileşimler alıyor.

Bir “story”e verilen kısa bir emoji tepkisi, samimi bir sohbetin yerini doldurmuyor. Böylece kişi, kalabalıklar içinde yalnızlık hissi yaşamaya başlıyor.

Araştırmalar, sosyal medyayı yoğun kullanan gençlerin, kullanmayanlara göre daha yüksek yalnızlık skorlarına sahip olduğunu gösteriyor (Twenge & Campbell, 2018).

Buradaki çelişki dikkat çekici: Sosyal medyanın sunduğu bağlantılar, aslında aidiyet hissimizi tam olarak beslemiyor.

Kimler Daha Çok Risk Altında?

Sosyal medyanın olumsuz etkileri herkeste aynı düzeyde ortaya çıkmıyor. Özellikle ergenler, kimlik gelişimi sürecinde oldukları için daha kırılgan bir grubu oluşturuyor.

Ergenlikte “ben kimim?” sorusu sıkça sorulurken, sosyal medyada karşılaşılan mükemmel bedenler veya kusursuz başarı öyküleri, bu sorgulamayı daha da zorlaştırabiliyor.

Ayrıca kaygı bozukluğu, depresyon veya düşük özgüven geçmişi olan bireyler de sosyal medyanın olumsuz etkilerine daha açık hale geliyor. Bu gruplar için sosyal medya, destekleyici bir mecra olmaktan ziyade, stres faktörünü artıran bir kaynak haline gelebiliyor.

Çıkış Yolları: Dijital Farkındalık

Elbette sosyal medyayı “suçlu” ilan etmek kolay olurdu. Ancak mesele, kullanım biçiminde yatıyor. Sosyal medya, doğru kullanıldığında ilham verici, bilgilendirici ve hatta destekleyici bir alan olabilir.

Depresyonla mücadele eden bir genç, benzer süreçlerden geçen insanlarla bağ kurabilir; psikoloji üzerine içerikler takip ederek kendini geliştirebilir.

Önemli olan, dijital farkındalık geliştirmektir. Bu, ekrana bakma süresini kontrol etmek, hangi içeriklerin bizi iyi hissettirdiğini, hangilerinin ise kaygı yarattığını fark etmek anlamına gelir.

Gerektiğinde bazı hesapları sessize almak, bildirimleri kapatmak veya belirli saatlerde telefondan uzak durmak basit ama etkili yöntemlerdir.

Ayrıca çevrimdışı hayatı zenginleştirmek de kritik. Sosyal ilişkileri yalnızca ekran üzerinden değil, yüz yüze kurmak; hobiler geliştirmek; fiziksel aktivitelere zaman ayırmak ruh sağlığını koruyan temel unsurlar arasında yer alıyor.

Sonuç: Ekranın Ötesine Bakabilmek

Sosyal medya çağında yaşamak, beraberinde birçok fırsat ve risk getiriyor. Bizler, hayatın yalnızca filtrelenmiş karelerden ibaret olmadığını unutmamalıyız. Çünkü gerçek yaşam, ekrana sığmayacak kadar karmaşık, çok katmanlı ve değerli.

Unutmayalım ki bir ekran karşısında geçirdiğimiz her dakika, aslında kendi hayatımızdan eksilen bir dakikadır. Sosyal medyayı hayatımıza anlam katacak bir araç olarak kullandığımızda, hem ruh sağlığımızı korur hem de daha özgür hissederiz.

Önemli olan, ekranın ardındaki hayatı unutmamak ve zaman zaman başımızı kaldırıp gerçek dünyaya bakabilmektir.

İlayda Mutlu
İlayda Mutlu
İlayda Mutlu, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'nde psikoloji öğrencisi olarak eğitimine devam etmektedir. İnsan zihninin derinliğine duyduğu merak, onu deneysel psikoloji ve adli psikoloji alanlarına yönlendirmiştir. Gelecekte bu alanlarda uzmanlaşarak bilimsel araştırmalara katkı sunmak ve psikolojinin sınırlarını keşfetmek istemektedir. İnsan zihninin karmaşık yapısını çözmek ve bulgularını tüm dünyayla paylaşmayı misyon edinmiştir. Psikolojinin diğer alanlarına da ilgi duyup, psikoloji hakkında birçok konuyu araştırmaktadır. Yazdığı alanlar çoğunlukla deneysel psikoloji olup, dijital mecralarda ilgilendiği konular hakkında yazmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar