Sessiz bir köşede, oyuncaklarla çevrili küçük bir masa… Renkli kalemler, devrilmiş peluş bir ayı, içi boşaltılmış bir lego kulesi… Yetişkin gözleri için sıradan, hatta dağınık görünen bu sahne, aslında bir çocuğun iç dünyasının sahnesidir. Kelimelerin yetersiz kaldığı yaşlarda, duygular başka yollarla dile gelir: bir bebeği yere atışında, bir çamur topunu öfkeyle fırlatışında ya da sessizce resim çizerken kalemin ucunda tükenen bir sabırda.
İşte tam da bu noktada oyun, bir çocuğun dili olur. Terapi ise bu dili anlayabilen bir yetişkinin tanıklığıyla başlar. Oyun, sadece bir oyalanma değil; çocuğun duygusal çatışmalarını, korkularını, ihtiyaçlarını, kayıplarını ve bastırdığı özlemleri dışavurabildiği doğal bir ifadedir. Çocuk için oyun, yaşamı düzenleme biçimidir. Travmanın, ihmalin, korkunun ve yasın yükünü taşıyan bir çocuk; bu yükleri kelimelere dökemese bile oyuncakların diliyle dışa vurabilir.
Oyun terapisi bu yüzden sadece çocuğa yönelik bir etkinlik değil, aynı zamanda onun görünmeyen içsel anlatısına duyulan bir saygıdır. Çocuk; sevilmek, duyulmak, anlaşılmak ister. Ancak bunu nasıl ifade edeceğini bilmez. Bu bilinmezlikte, bir terapist çocuğun oyununa eşlik eder. Yargılamadan, yönlendirmeden, sadece tanık olarak…
Çocuğun kurguladığı senaryolar, çoğu zaman yaşadığı ortamın yansımasıdır. Bir evcilik oyununda sürekli azarlayan bir anne, baskın bir baba figürü ya da sürekli ağlayan bir bebek; çocuğun yaşantısal belleğindeki çatışmaların izdüşümüdür. Terapi sürecinde bu sahneler tekrar tekrar oynanır. Her tekrar, çocuğun yaşantıyı yeniden anlamlandırma ve dönüştürme çabasıdır. Çünkü çocuk, oyunda güçlüdür. Oyunda yeniden kurar, kontrol eder, değiştirir. Bu, ona ruhsal bir denge sağlar.
Bazı çocuklar oyun odasında sadece sessizce resim çizer. Konuşmazlar, göz teması kurmazlar. Ancak kalemlerinin ucu, kelimelerin eksik kaldığı yerleri doldurur. Renklerin seçimi, çizgilerin sertliği ya da boş bırakılan alanlar bile bir duygunun taşıyıcısı olabilir. Terapist için bu sessizlik bile bir anlatıdır.
Zamanla çocuk, terapistle kurduğu güven ilişkisi sayesinde oyunlarında değişim göstermeye başlar. Başlangıçta sadece saldırgan oyunlar oynayan bir çocuk, ilerleyen seanslarda yardım isteyen figürler yaratmaya başlar. Veya tam tersi; görünürde çok uyumlu olan bir çocuk, bastırdığı öfkesini oyun figürleriyle dışa vurmaya başlar. Oyun, terapötik bir dönüşüm alanına dönüşür.
Bu dönüşüm, yalnızca çocuğa değil, aynı zamanda onunla ilişkide olan yetişkinlere de bir çağrıdır. Çünkü çocuk tek başına iyileşmez. Ailenin, öğretmenlerin, bakım verenlerin de bu sürece eşlik etmesi gerekir. Oyun terapisinde terapist, çoğu zaman ebeveynle de çalışır; onlara çocuğun dili hakkında bilgiler verir, onların farkındalıklarını artırır.
Oyun terapisinin tarihçesi, bu yöntemin ne kadar derin köklere sahip olduğunu gösterir. 1900’lü yılların başında Anna Freud ve Melanie Klein gibi psikanalistler, oyunun çocuk psikolojisindeki rolünü vurgulamışlardır. Klein, oyunu çocuğun serbest çağrışımı olarak tanımlar; yani yetişkinlerin konuşarak dile getirdiği duygular, çocukta oyunla ifade bulur. Bu yaklaşım, oyun terapisinin psikanalitik temelini oluşturur. Daha sonra Virginia Axline gibi isimler, oyun terapisini çocuk merkezli ve daha yapısal bir yaklaşımla geliştirmiştir. Axline, çocuğun içsel iyileşme potansiyeline güvenir ve terapistin yönlendirmesiz bir biçimde çocuğu izlemesini savunur.
Bugün, yapılandırılmış oyun terapisi, filial terapi, kum tepsisi terapisi gibi farklı uygulamalarla bu alan daha da zenginleşmiştir.
Terapi odasında küçük bir oyuncak ayı, bir kale, bir oyuncak araba… Belki de çocuğun hayatında hiç sahip olamadığı bir şeyin temsili. Terapist için bu küçük nesneler, çocuğun geçmişine, ilişkilerine, kaygılarına ve savunmalarına dair değerli ipuçları taşır. Çocukla kurulan bu oyun ilişkisi, aynı zamanda bağ kurma biçimidir. Bağ kuramı perspektifinden bakıldığında da oyun terapisi, güvenli bağlanma süreçlerinin yeniden inşa edilmesine destek verir.
Sonuçta oyun, çocuk için yalnızca bir eğlence değil; bir anlatı, bir direniş, bir iyileşme çabasıdır. Terapist ise bu anlatının sessiz tanığı, bazen de çocuğun iç sesine ayna tutan bir yol arkadaşıdır.
Oyun terapiye dönüşürken, aslında bir çocuğun sesi duyulur. Ve bazen bir oyuncağın sessizliği, bir çocuğun haykırışından daha çok şey anlatır.
Her terapi süreci birbirinden farklıdır. Bazı çocuklar ilk seansta hızlıca açılırken, bazıları haftalarca yalnızca oyuncaklarıyla sessizce oynar. Terapist için sabır, gözlem ve empati en temel araçlardır. Çünkü oyunun içinde bazen büyük bir acı, bazen görünmeyen bir umut gizlidir. Her oyuncak, çocuğun iç dünyasındaki bir parçayı taşır.
Bu yüzden oyun terapisi, yalnızca çocukla değil; aynı zamanda onun taşıdığı tarihçeyle, bağ kurduğu kişilerle, yaşamındaki travmalarla da çalışmak anlamına gelir.
Terapist oyun sırasında yalnızca izleyen değil, aynı zamanda aynalayan, düzenleyen ve gerektiğinde sınır koyan bir figürdür. Bu yönüyle çocuk, güvenli bir çerçevede yeniden deneyimleme, yeniden bağ kurma ve yeniden yapılandırma fırsatı bulur.
Bu süreçte terapist, çocuğun içsel dağınıklığını toparlayan bir “düzenleyici zihin” görevi üstlenir.
Oyun terapiye dönüşürken, çocuk kendi hikâyesinin anlatıcısı olur. Ve bu hikâyeyi en çok dinlemeye ihtiyaç duyanlar, çoğu zaman yetişkinlerdir. Çünkü bir çocuğun oyunu, bazen bir ailenin suskunluğunu anlatır.