Toplumların şekillenmesinde tarih, antropoloji, kültür, gelenekler ve otoritenin rolü büyüktür. Özellikle otorite söz konusu olduğunda baskı ve şiddet yoluyla kurallara uyulmasının sağlanması ve bu şekilde otoritenin konumunu koruması baskı kurulan toplumdaki bireylerin psikolojisini derinden etkileyerek uzun vadeli toplumsal sonuçlar doğurur. Dünyaya geldiğimiz aile de bu toplumsal yapının bir parçasıdır. Doğduğumuz andan itibaren ilişki kurduğumuz kişiler anne/baba ya da bakım verenlerdir. Onların ruhsal durumu, olaylara ve sorunlara yaklaşımı, tutumları ilk öğrendiklerimizdir. Nasıl ki çocuğun fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması kadar duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını da gözetiyor; güvenli ve sağlıklı bir ortam olması için ebeveynler veya bakım verenler varsa devletler de halkının ihtiyaçlarına, güvenlikine ve refahına önem vermesi ve bunları yasalarla desteklemesi beklenir. İhtiyaçları karşılanmayan çocuklar farklı yaşlarda çeşitli tepkiler verecektir. Ağlamak, bir büyüğe bahsetmek, susmak, yaşına uygun olmayan sorumlulukları üstlenmek, şiddete başvurmak bunlara örnek verilebilir. Toplumun da benzer koşullarda benzer tepkiler ortaya koyduğunu görebiliyoruz. Rejim değişiklikleri, devrimler, reform hareketleri, savaşlar… Bireysel travmaların toplumsal travmalarla ne kadar da iç içe olduğunu görmek zor değildir. Bu makalemizde son dönem gündemden yola çıkarak hak, hukuk, adalet arayışını ve otorite şiddetini psikolojik olarak ele alacağız.
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi ve Otoritenin Etkisi
İhtiyaçlardan bahsederken Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinden bahsetmesek olmaz. Beş basamaklı piramiti incelerken Devletin toplum üzerindeki etkisini düşünerek yorumlamakta fayda vardır. Bu piramit, temel fizyolojik ihtiyaçlardan başlayıp, kendini gerçekleştirmeye kadar uzanan bir yapıdır. Otoriteye itaatsizlik ve temel ihtiyaçların karşılanmaması durumunda bireyler bu hiyerarşide yukarı çıkamaz, psikolojik ve sosyolojik sorunlar birikerek artar. Her bir basamağı kısaca ele alalım:
- Fizyolojik İhtiyaçlar: Yeme, içme, barınma, uyuma gibi yaşamsal ihtiyaçlardır. Bu ihtiyaçlar karşılanmadığında birey hayatta kalma mücadelesine odaklanır ve daha üst düzey motivasyonlara yönelemez. Ekonomik nedenlerle barınma ya da beslenme sorunu yaşayan kişi yaşam koşulları zorlaştıkça temel ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa, otoriteye yönelik güvensizlik ve öfke artar. Bu durumda birey, ya pasif bir çaresizlike sürüklenebilir ya da yasal olmayan yollarla bu ihtiyaçlarını karşılamaya yönelebilir.
- Güvenlik İhtiyacı: Fiziksel güvenlik, sağlık, düzen, adalet, özgürlük gibi unsurları içerir. İnsan, kendini tehlikede hissetmediği bir ortamda ancak bir üst seviyeye geçebilir. Eğer birey sürekli şiddet tehdidi, devlet baskısı, polis müdahalesi, hukuksuzluk veya keyfi tutuklamalar gibi uygulamalar altında yaşıyorsa, güvenlik ihtiyacı karşılanmadığı için bir üst düzeye geçemez. Bu, bireyde sürekli bir kaygı hali, güvensizlik duygusu, hatta paranoya yaratabilir “sıra bana da gelebilir” düşüncesi. Tanıdık geldi mi? Bu katmanda baskıya karşı itaatsizlik doğabilir. Çünkü birey artık hayatta kalma mücadelesi verirken, devletin ya da otoritenin onu korumak yerine tehdit ettiğini düşünmeye başlar.
- Ait Olma ve Sevgi İhtiyacı: Arkadaşlık, aile, topluluk içinde yer alma, sosyal bağlar bu katmanda yer alır. Bu seviyede ihtiyaçlar karşılanmadığında toplumsal dışlanma ve yalnızlık temaları dikkat çeker. Baskıcı otoriteler genellikle bireyleri yalnızlaştırarak kontrol etmeye çalışır. Muhalif kimlik taşıyanlar sosyal baskı görür, dışlanır, yalnız bırakılır. Toplanma, eylem yapma yasal hakkının kullanılmasının da önüne geçilebilir. Bu durumda birey aidiyet duygusunu ya kaybeder ya da yeni “karşı gruplar” içinde aidiyet arar (örneğin: direniş hareketleri, örgütlü mücadele). Toplum içinde biz-onlar ayrımı keskinleşir. Bu ise bir önceki basamak olan güvenlik arayışıyla doğrudan ilgilidir.
- Saygı ve Değer Görme İhtiyacı: Başarı, takdir edilme, statü, özsaygı gibi unsurlar yer alır. Baskı ortamında bu katman genellikle bastırılır. Otorite, bireyin kendi değerini ortaya koymasını tehdit olarak görür. Düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanır, birey aşağılanır, başarıları görünmez kılınır. Birey değersizlik, yetersizlik ve özgüven kaybı yaşar. Zamanla kendine yabancılaşır, pasifleşir ya da öfkeye yönelir. Bu aşamada birey, kendi varlığını ve değerini ispatlamak için sisteme başkaldırabilir. Özgürleşme arzusu bu noktada daha görünür hale gelir.
- Kendini Gerçekleştirme: Potansiyelini gerçekleştirmek, yaratıcı olmak, üretmek, anlamlı yaşamak bu en üst basamakta yer alır. Baskı altındaki birey bu noktaya gelemez. Çünkü temel ihtiyaçları karşılanmadan bireyin kendini gerçekleştirmesi mümkün değildir. Baskıcı sistemler, bireylerin yaratıcı, sorgulayıcı ve kendine güvenen insanlar haline gelmesini engellemeye çalışır. Bu nedenle en üst basamak ya hiç erişilemez ya da sadece ayrıcalıklı azınlıka sunulur.
Tarihsel Deneyimler ve Bilimsel Araştırmalar
Tarihte diktatörlükler, faşist rejimler ve toplama kamplarında yaşanan psikolojik ve sosyolojik etkiler üzerine hem otoriteye itaat edenler hem de baskıya maruz kalanlar açısından kapsamlı bilimsel araştırmalar yapılmıştır. En yaygın araştırmalardan olan Stanford Hapishane Deneyi ve Milgram İtaat Deneyi (1969) gibi bilimsel araştırmalar, bireylerin otoriteye nasıl uyum sağladığını ve gücün kötüye kullanılmasının etkilerini gözler önüne sermektedir. Güvenin tesis edilmediği bir yönetim halinde toplumu oluşturan bireylerde korku, kaygı, öğrenilmiş çaresizlik ve sosyal kutuplaşma gibi sonuçlar sonucunda toplumun genel ruh sağlığı olumsuz etkilenir.
Baskı ve Şiddetin Psikolojik Etkileri
Baskı ve şiddet, bireyler üzerinde kaygı bozuklukları ve travma gibi temel etkiler yaratmaktadır. Sürekli bir tehdit algısıyla yaşayan bireyler, kendilerini savunmasız hissedebilir ve bunun sonucunda depresyon, anksiyete gibi yaygın psikolojik rahatsızlıklar tetiklenebilir. Özellikle otoriter rejimlerde birey her an zarar görme, yakınlarına zarar gelebileceği vb. endişeler taşır. Bunun sonucunda günlük hayatlarında temkinli, çekingen, öfkeli ve kaygılı ruh hali hakim olabilir. Bu durumun bir diğer bir sonucu öğrenilmiş çaresizliktir. İnsanlar, baskı karşısında direnmenin faydasız olduğunu düşündüklerinde pasifleşir ve otoriteye itaat eden bireyler haline gelirler. Yapılan deneyler, tekrar eden şiddet ve baskının insanları çaresiz bir konuma soktuğunu ve bunun uzun vadede bağımlı ve edilgen bireyler yetiştirdiğini göstermektedir. Toplumsal düzeyde bu, bireylerin haksızlığa karşı ses çıkarmaktan çekindiği ve itaate dayalı bir toplum düzeninin oluştuğu bir sistem yaratır. Toplumsal yabancılaşmaya ve bireylerin kendilerini ifade edemediği, kimliksizleşmiş bir toplum yapısına yol açar. Yine de tarih boyunca görüldüğü gibi, baskının arttığı toplumlarda bir noktada direnç ve özgürlük mücadelesi de doğmuştur. Toplumların bu kısır döngüden çıkabilmesi için bireylerin haklarını savunabilecek cesarete sahip olması, korkunun yerine bilinç ve dayanışmanın geçmesi gerekmektedir. Yalnızlaştırılmaya karşı birlik olma ve anayasal haklarımıza sahip çıkma hepimizin sorumlulukundadır. Özgürlük arzusu ve direniş ruhu her zaman varlığını sürdürecektir.