Cinsellik, hem çok konuşulan hem de konuşulmayan, tabu olan, çok güçlü bir terimdir. 385 milyon yıl önce İskoçya sularında yüzen Mikrobrakiüs Dicki türü balık, yumurtlamadan cinsel ilişkiyle üremeye geçerek bizler için cinsellik tarihinin ilk deneyimi olarak yer almıştır. Bilim insanlarına göre balıklar bunu unutmuş ve birkaç milyon yıl sonra cinsel birleşmeyle üreme, köpek balıklarıyla yeniden karşımıza çıkmıştır. Bunu balıklar üreme amacıyla mı, yoksa cinsel birleşmenin şehvetli dünyasıyla tanışmak ya da yunuslar gibi orgazmı defalarca tatmak için mi keşfetmiş, bilinmez. Peki, insanlarda cinsellik ne zamandan beri soyun devamı için değil de bir zevk aracı olarak kullanılmaktadır? Erotik fotoğraflar, 16. yüzyılın İtalya’sında I Modi ile bize ilk örneklerini göstermeye başlamıştır. Yaratıcısı Marcantonio Raimondi’nin amacı cezbetmek olmasa da modern bir gözle bakıldığında bu eserler pornografik görseller olarak adlandırılabilir. Tantrik öğretilerde cinsellik, fiziksel hazdan öte ruhsal aydınlanmaya giden bir yol olarak görülmüştür. Mezopotamya’da bazı tapınaklarda rahibeler, tanrılarla insanları birleştirmek adına cinsel ritüeller gerçekleştirmiştir. Papua Yeni Gine’de erkekliğe geçiş adına homoseksüel ilişkiye girilen bir kabile bulunmaktadır.
Cinsellik yaşarken oluşan haz, seksin sürekliliğini oluştururken orgazm sırasında salgılanan oksitosin hormonu, partnerler arasında bağ oluşturulmasını da destekler niteliktedir. University College London bünyesinde yürütülen bir araştırmanın bulgularına göre, mastürbasyonun 40 milyon yıl öncesine dayandığı düşünülmektedir. Proceedings of the Royal Society B isimli derginin araştırmasına göre, mastürbasyon taze spermlerle üremeyi daha sağlıklı ve ulaşılabilir hale getirmenin yanında, cinsel ilişki sonrası yapılan mastürbasyonun genital sistemin temizlenmesine yardımcı olarak enfeksiyon riskini azalttığı belirtilmektedir. Araştırmanın baş yazarı Brindle, bunun hayvanlar dünyasında çok yaygın ve normal olduğunu vurgulamaktadır.
Eski ilişkilerde aşkın sadece aşk için olduğu, cinselliğin ise bir parçası olduğu izlenimine ulaşırdık. Günümüzde cinselliğin ana konu olduğu, hoşlanma ya da beğenmenin bir parçası haline geldiği ilişkilere daha sık rastlıyoruz. Taklitler, oyunlar, “kaçarsam kovalanırım” stratejileri… Kimisi bundan memnunken, kimisi de o eski centilmen tutumların ve yavaş tüketmenin tadını özlediğini belirtiyor. Peki, hızlı tüketim hayatımızda ne zaman normalleşti? Ne zamandır seks yalnızca seks için yaşanır hale geldi?
Geleneksel toplumlarımızda evlilik öncesi cinsel yaşantı hoş karşılanmazken, daha modern diyebileceğimiz kesimin çoğunluğu, evlilik öncesi cinselliğin normal hatta yaşanması gerektiğini savunmaktadır. Çünkü eğer cinsellik partnerleri memnun etmezse, bu evliliğin sağlıklı ilerleyemeyeceği ihtimallerden biridir. Tek bir seans için gelen bir danışanım, evlilik öncesi partneriyle cinsel deneyim yaşamamış ve evlilik sonrası partneri cinsellikten korktuğunu dile getirmiş. İki yıl süren bu evlilik, danışanımda kaygı bozukluğunun günlük yaşamını olumsuz etkilediğini ifade etmesine yol açmıştır. Kendisine, evlilik öncesi cinsel ilişki veya bunun hakkında konuşabilme durumunu sorduğumda, tamamen karşı olduğunu dile getirdi. Ancak, tüm seans boyunca bana sorduğu tek soru şuydu: “Bir sonraki evliliğimde yine aynı durumun olmaması için ne yapmam gerekir?”
Her ilişkinin dinamiği farklıdır. Partnerlerin istekleri, isteme süreleri ve tercih ettikleri koşullar farklı olabilir. Eğer bu vakayı ele alırsak, partnerlerden biri cinselliğin olduğu bir evlilik sürdürmek isterken, diğeri bunu istememektedir. Bunun birçok sebebi olabilir: Hayatında genel olarak cinsellik istemiyor olabilir, bir travması olabilir, o insanla istemiyor olabilir (bu, onu sevmediği anlamına gelmez), ilişkide öncelikleri farklı olabilir ya da cinsellik yaşayacak kadar bağ kuramamış olabilir. Peki, bu çift evlilik öncesinde cinsellik deneyimi hakkında konuşsaydı, daha sağlıklı bir süreç yaşayabilir miydi? Eğer iki partner de bunu konuşmaya açık olsaydı, muhtemelen evet. Ancak biri açık, diğeri kapalı olsaydı, yine sağlıklı bir sonuca varılamazdı. “Her ilişkinin dinamiği farklıdır.” demek aslında tam olarak bu noktada işlevseldir. Bu sebeple kıyaslama yapılması sağlıklı değildir; çünkü her ilişkide partnerlerin beklentileri farklıdır. Bir ilişkinin dinamiği kurulurken, açık ve doğru üslupla iletişim en güçlü anahtardır. Ne istediğini, nasıl ve ne zaman istediğini dile getiren çiftler, eğer sonuç olumsuzsa bile sağlıklı iletişim sayesinde alternatif çözümlere ulaşabilecek bireylerdir.
Bir çift seansımda, partnerlerden biri açık ilişki yaşamak istediğini ve şu anki partnerine karşı gönül bağının çok güçlü olduğunu dile getirmişti. Diğer partner ise böyle bir şeye neden ihtiyaç duyulduğunu sorgulamış ve bu isteği olumlu karşılamamıştı. Bazen beklentilerin farklı olması, bir partnerin diğerini daha az sevdiği anlamına gelmez; sadece ilişki dinamiğinin farklı olmasını daha tatmin edici bulduğunu gösterir. Tüm bu farklılıklar içinde en kıymetli olan, anlamaya ve anlaşılmaya açık olduğumuz partnerler bularak bu özel ve güzel yaşantımızı zenginleştirmektir.
Romantik ilişkiler ve cinsellik, her birey için farklı anlamlar taşıyan ya da öncelik sırası değişebilen unsurlar vardır. Toplumsal normlar, kadınların ve erkeklerin cinselliğe bakış açısı hakkında belli yargılar koydu ve bizlerden onun doğrultusunda hareket etmemiz beklenildi. Erkekler için güç ve statü gösterirken, kadınlarda daha duygusal bağlılık ya da hormonlarla ilişkilendirildi. Bu beklentiler, insanların isteklerini rahatça dile getirmesini önledi ve baskıladı. Günümüzde seks sadece fiziksel bir deneyim değil, yaşam tarzına dönüşür hale geldi. Flört uygulamaları ve sosyal medyanın iletişimi kolay hatta hızlı hale getirmesi, algıların değişmesinde etkin bir faktör oldu. Peki, hayatın hızlanmasının avantajlarını yaşarken aynı zamanda yüzeyselleştirme ve tüketim nesnesine dönüşmenin yolu da mı hazırlanıyor?
Tabular, sınırlar ve normlar, her nesille birlikte gelişen ve evrimleşen kavramlardır. İnsanların duygularını ve isteklerini çekinmeden sorguladığı ve dile getirdiği bir dönemde, cinselliğe bakışımız da şekilleniyor. Yaşam deneyimimizin merkezinde duran ‘kimlik arayışımız’ aynı zamanda şekillenen bir ana süreçtir. Bu süreç içerisinde kendi sesimizi kaybetmeden asıl benliğimizi bulmanın ümidiyle…