“Bir bölüm daha…”
Ekran karşısında geçen o saatlerin yalnızca bir zaman öldürme aracı olduğunu düşünmek kolay. Ama bazen fark etmeden kendimizden bazı parçaları ekrana aktarıyoruz. Bir karakterin bakışında, bir sahnenin duygusunda, bir diyalogda kendimizi arıyoruz. Sadece izlemiyoruz; hatırlıyoruz, özlüyoruz, bastırıyoruz, dönüştürüyoruz. Bazen bazı karakterlerin hayatında kendimizi bulmaya çalışıyoruz.
Diziler, günümüz insanının hem kaçış rotası hem de yüzleşme alanı haline geldi. Kimi zaman kayıplarımızı karakterlerin yasına tutunarak yaşıyoruz, kimi zaman kendi öfkemizi onların haykırışında buluyoruz. Ve bazen de bir karakterin gidişiyle ağlayıp, aslında yıllar önce terk edilmiş bir parçamızla vedalaşıyoruz. Bazen karakterin yerine kendimizi koyarak düşünüyoruz. Ben olsam ne yapardım ya da böyle bir hayatım olsa nasıl olurdu diyebiliyoruz.
Diziler yalnızca hikaye anlatmaz. Duygusal senaryolar, gerçek hayatta dile getirilemeyen duyguların sahnelendiği alanlara dönüşebilir. Psikolojik etkiler açısından bu süreci “özdeşim kurma” (identifikasyon) ile açıklayabiliriz. İzleyici bir karakterin sevgilisine olan kırgınlığıyla, içsel olarak yalnız oluşuyla, ebeveyne olan öfkesi ile ya da hayat ile olan mücadelesi ile bağ kurabiliyor. Bu bağ kurma durumu ile bilinçdışında bastırılmış duygular, bir sahneyle açığa çıkabiliyor. İyi yazılmış bir dizi; empatiyi artırabilir, kişinin duygularını ifade etmesine alan açabilir ya da daha önce adını koyamadığı bir yaşantıyı anlamlandırmasına yardımcı olabilir.
Özdeşleşme Neden Bu Kadar Güçlü?
İnsan zihni gördüğü şeyi sadece izlemez, aynı zamanda onunla bağ kurar. Karakterler aslında bir çeşit psikolojik ayna görevi görür. Bu özdeşleşme sayesinde izleyici, “Bu benim hikâyem” diyerek duygusal bir bağ kurar. Ve bu bağ yalnızca dizi süresince değil, çok daha uzun süre etkisini sürdürebilir. Bu bağlamda senaryosu iyi bir dizi, karakterin kendini yeniden inşa etme yolculuğuna da alan açabilir.
Örneğin, bir çocuğun annesine; Ben sana ne yaptım da beni sevmedin? dediği bir sahne, izleyicide kendi çocukluk travmasını harekete geçirebilir. Bu noktada izleyici sadece izlemiyor, yaşıyordur. Bu deneyim bazıları için farkındalık yaratabilirken, bazıları için içsel sıkışmayı artırabilir. Kimi zaman bir karakterin cesareti izleyiciye güç verir, kimi zaman bir karakterin kaybı izleyicinin yasını ortaya çıkarır.
Dizi Sahnelerinde Travma İzleri
Özellikle psikolojik temaları derinlemesine işleyen dizilerde, travmatik sahneler gerçek yaşantıları yansıtabilir. Şiddet, istismar, ihmal, kayıp, terk edilme gibi temalar izleyicide yeniden travmatize edici bir etki yaratabilir. Geçmişte benzer deneyimleri olan bireylerde duygusal zorlanmalara neden olabilir. Aynı zamanda bu diziler, bastırılan konuların yüzeye çıkmasını da sağlayarak farkındalık oluşturabilir.
Kayıp yaşamış ve yas sürecini tamamlayamamış birey, izlediği yas sürecinin geçtiği bir dizide duygusal olarak zorlanabilir.
Örnek Vaka
Danışan 26 yaşında bir kadındı. Terapinin ilk ayında oldukça mesafeli, nötr bir tondaydı. Kendiyle ilgili çok az cümle kuruyordu. Ta ki bir seansta şöyle deyinceye kadar:
“Yargı dizisinde Ceylin’in babasını kaybettiği sahneyi izledim. Durdum, başa sardım. Sonra durmadan ağladım. Sanki ilk kez babam ölmüş gibi.”
Danışan, babasını 4 yıl önce kalp krizinden kaybetmişti ama bu kaybı hiç yas tutmadan hayat devam ediyor diyerek geçiştirmişti. O sahne, onun için yalnızca bir kurgu değil, aslında yıllar sonra gelen bir duygusal patlamanın tetikleyicisiydi. Ancak aynı zamanda bu durum kişinin kendi yasını hatırlamasına ve belki de ilk defa buna alan açmasına sebep olabilir.
Rol Model Arayışı: Gençler, Diziler ve Kimlik Gelişimi
Ergenlik döneminde bireyler kendi kimliklerini sorgular, aidiyet ararlar. Bu nedenle diziler yalnızca eğlence değil, benlik gelişiminin bir parçası hâline gelir. Bu süreçte gençler, ideal benliklerini yani olmak istedikleri kişi imgesini şekillendirmeye başlarlar. Dizilerdeki karakterler ise bu ideal benliğin yansımaları hâline gelebilir. Güçlü, özgür, sevilen ya da duygularını saklamadan ifade edebilen karakterler, ergenin içinde özlemini duyduğu ama dış dünyada yaşatamadığı yönleri temsil eder.
Bu nedenle diziler yalnızca izlenmez; bir ergenin sevdiği dizi karakteri, aslında olmak istediği ya da hissetmek istediği bir versiyonu olabilir. Güçlü, özgür, cesur ya da hiç duygusal görünmeyen karakterlere hayranlık duyulabilir çünkü bu özellikler, ergenin içinde özlemini duyduğu parçalardır.
Ancak bu durum ergenlik dönemindeki bazı bireyler için riskli olabilir. Ergende gerçek dışı romantik ilişki beklentisi, duyguların bastırılması ile güçlü olunur mesajının alınması, aşırı özgüven ya da aşırı kurban rolüne bürünme durumuna girmesi bunu içselleştirmesine neden olabilir. Dolayısıyla bu dönemde izlenen içeriklerin nitelikli olması, ebeveynlerin ve eğitimcilerin rehberliği önemlidir.
Sonuç
Diziler kimi zaman duygulardan bir kaçış, kimi zaman da duyguları tanımak için bir aynadır. Bazen bir duygunun içinde kaybolurken, bazen duygunun farkına varmamızı sağlar. İyi yazılmış bir dizi, gelişme ve büyüme alanı tanırken; kötü yazılmış bir dizi bazen kişiyi içsel bir yalnızlığa itebilir.
İzleyici olarak bizlerin de pasif olmadığını unutmamak gerekir. İzlediklerimizle duygusal bağ kurmak kaçınılmazdır ama bu bağı nasıl kurduğumuzu, neler hissettiğimizi fark etmek, bizi izleyici olmaktan çıkarıp, anlamaya çalışan bir bireye dönüştürür.