Kollektivist Toplumlarda Kişiselleştirme Eğilimi
Kolektivist bir toplumda yaşadığımızı ve insanın sosyal bir varlık olduğunu sık sık konuşuyoruz. Bu “sosyal varlık” dediğimiz kavramın içinde elbette, sürekli başkalarıyla iletişim kurmaya, onlarla bir arada, bir grup hâlinde yaşamaya olan ihtiyacımız var. Kültür içinde birçok bireysel sorunlarla uğraşırken, bu toplumun kişisel düşüncelerimiz açısından etkisini göz ardı edemeyiz.
Bu yüzden ben sık sık yaptığımız ve çoğunlukla yaşadığımız problemlerde kendimize yüklendiğimiz bir kavramdan bahsetmek istiyorum – olayları kişiselleştirme eğilimimiz. Yani olayları gereğinden fazla kendimizle ilişkilendirebiliyoruz. Aslında bizimle doğrudan ilgisi olmayan durumlarda bile zihnimiz sanki bizimle ilgiliymiş gibi oyunlar oynayabiliyor (Köse, Çetinkaya & Gündüz, 2021). “Bu benim yüzümden oldu”, “Burada suçlu olan benim” gibi düşünceler zihnimizde beliriveriyor. Ve bunu belki bir başkasına anlattığımızda “Ama bu durumun/onun yaptığı şeyin seninle ne ilgisi var ki” gibi geri bildirimler alabiliyoruz. Fakat buna inanmakta güçlük çekebiliyoruz çünkü bizi asıl zorlayan şey gerçekte ne olduğu değil, gerçekle aramıza perde gibi giren bu düşünceler oluyor. Buraya dalıp gitmeden önce bu kişiselleştirme eğilimine -başlangıçta bahsettiğim gibi- biraz da kolektivist toplumlar açısından bakmak istiyorum. Elbette bireysel yaşamımız, geçmiş öykümüz, o yaşa kadar geliştirdiğimiz inançlarımız bu döngüyü etkiliyor. Fakat başka etkiler de bu döngüyü besliyor olabilir mi?
Kolektivist kültürlerde, bildiğiniz gibi, grup fikri daha ön plandadır. İnsanlar bazen kendi düşüncelerini ikinci plana atarak gruba uymak zorunda hisseder. Bu da, grup normlarına aykırı bir durum yaşandığında, kişiselleştirme yapma ihtimalimizi artırıyor olabilir mi? Çünkü o zaman, “Topluluğa uymadım, bir sorun olduysa bu benim yüzümden oldu” gibi düşünceler daha kolay tetikleniyor.
Araştırmalara göre kolektivist toplumlarda grup normları ve sosyal roller öne çıkıyor; bireyler çoğu zaman “ben” yerine “biz” inancıyla hareket ediyorlar (Kağıtcıbaşı, 1997). Bu durum, bireyin yaptığı bir hatadan, sosyal ilişkilerinde yaşadığı bir problemden veya ait hissettiği bir grubun yaşadığı bir olumsuzluktan kendini sorumlu görme eğilimini artırabiliyor. Yani zihini hep gıdıklayan bir düşünce: “Benim yüzümden..”
Kişiselleştirmeyi anlamaya çalışırken “bireysel geçmiş ve inanç sistemleri” kadar “kültürel zemin ve grup dinamiklerini” neden göz önünde bulundurmalıyız, bunu şu şekilde detaylandırabiliriz:
Kültürel şemalar (cultural schemas)
Her toplumun bireylerine kazandırdığı paylaşılan inançlar, davranış normları ve rol tanımları vardır. Kültürel şemalar, bilgiyi hızlı ve kolay işleme amacıyla olayları yorumlamamıza rehberlik eder.
Türkiye gibi kolektivist toplumlarda bu şemalar, bireyin davranışlarını “grup yararına mı?” bağlamında yorumlamasını yoğunlaştırır. Dolayısıyla yaşanan olumsuzlukta, “birey”den ziyade “grubun kime bağlanacağı” konusunda zihinde hızlı bir anlamlandırma süreci işletilir.
Yanlış uzlaşma (false consensus) etkisi
Kolektivist kültürlerde “benim düşüncemle grubun düşüncesi neredeyse aynıdır” yanılgısı daha kuvvetli hissedilir. Bu etki, kişinin kendi algısını grubun algısı gibi yansıtmasına neden olur. Hatalı bir durum yaşandığında; “ben yanıldım, önemli olan hepimiz birden yanıldık” algısı doğar. Bu da kişiselleştirmeyi besler: hatanın nedenini bireyselliğe havale ederiz ama bu sefer “bireysellik” de grup kimliğiyle tanımlanır.
Üstelik kültürler arası benlik algısı farklılaşması da etkili oluyor. Kolektivist kültürlerde benlik anlayışı, yalnızca bireyi değil; aile bireylerini, arkadaş çevresini ve çalışma hayatındaki ilişkileri de içine alır (Darwish & Huber, 2003). Bu durum, bizim kültürümüzde kurduğumuz ilişkilerde kişiselleştirme konusunu daha sık gündeme getiren etkenlerden biri olabilir.
Örneğin, romantik bir ilişki yaşadığımızda, ilişkideki bir problem –aslında belki de karşı tarafın yaptığı bir davranış bizi rahatsız etse bile– bu ilişkiye ait hissetme duygusu yüzünden ve aslında o benlik anlayışının bu ilişki üzerinden şekillenmesi nedeniyle “hayır, bu benim suçumdu, benim yüzümden oldu” düşünceleri kullanılmaya devam eder. Sık sık insanlar, ilişkilerde yaşadıkları bu suçluluk duygularını dile getiriyorlar. Kişiselleştirme, beraberinde bu “benim yüzümden” suçluluğunu getiriyor.
Sonuç olarak, kolektivist toplumlarda bireyin geçmiş deneyimleri ve inançları kadar, sosyal bütünlüğü koruma arzusu da kişiselleştirme eğilimini besleyici bir zemin oluşturuyor.
Kişiselleştirmeyi anlamaya çalışırken, bireysel geçmiş ve inanç sistemleri kadar kültürel zemin ve grup dinamikleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü kültürel şemalar ve yanlış uzlaşma etkisi, bir olayı otomatik olarak hem bireysel hem de “grupsal” boyutta sahiplenmemize neden olur. Özellikle Türkiye gibi kolektivist bir toplumda, grup bütünlüğü, aidiyet arzusu ve uyum sağlama beklentisi, kişiselleştirme eğilimini pekiştirir—hatayı yalnızca bireysel bir hata değil, grup adına taşınan bir sorumluluk haline dönüştürebilir. Bu nedenle, kişilerde “ben suçluyum” düşüncesi kadar, “biz sorumluyuz” algısını da değerlendirmeli; hem birey hem de kültürel-zihinsel çerçeve içinde kişiselleştirme analiz edilmelidir.
Kaynakça
Darwish, A. F. E., & Huber, G. L. (2003). Individualism vs collectivism in different cultures: A cross-cultural study. Intercultural education, 14(1), 47-56.
Kagitcibasi, C. (1997). Individualism and collectivism. Handbook of cross-cultural psychology, 3, 1-49.
Köse, S., Çetinkaya, R., & Gündüz, B. (2021). Bilişsel Davranışçı Psikoterapi: Bir Derleme Çalışması.


