Pazartesi, Ekim 20, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kendine Yeniden Bağlan

Hep kendimizle birlikteyiz. Sabah gözlerimizi ilk açtığımızda karşılaştığımız kişi kendimiziz. Geceleri uykusuz kaldığımızda, karar vermekte zorlandığımızda, hata yaptığımızda, güzel bir haber aldığımızda içimizde hep bir ses konuşur. Kimi zaman anlayışlıdır o ses, kimi zaman acımasız. Kimi zaman dostça yaklaşır, kimi zaman düşman gibi.

Dostça yaklaştığında hayat bize bayram olur. Ama düşmanca konuşuyorsa hayatı çekilmez kılar. Yalnızca bir hakkımızın olduğu, zamanın akıp gittiği bu hayat ağırlaşır. Bu yazı, kendimizle kurduğumuz ilişkinin doğasını, iç sesimizin kökenini ve onu dönüştürerek kendimize yeniden bağlanmanın yollarını içeriyor.

İlişkilerin Temeli: Kendimizle Olan Bağ

İnsan sosyal bir varlık; iletişime, ilişkilere ihtiyacı var. İlişki deyince genelde akla başkalarıyla kurulan bağlar geliyor. Oysa en temel ilişki kendimizle başlıyor. Bu ilişkilenme biçimi yalnızca hayatı yaşayış biçimimizi belirlemekle kalmayıp diğer tüm ilişki dinamiklerimizi etkiliyor.

Eğer kendimize karşı suçlayıcı ve cezalandırıcı bir tavrımız varsa, kendimizi çoğunlukla kimsesiz bırakıyoruz. Bir başka deyişle, bir sorun karşısında ben bana “gene yapamadın, olmadı, beceremedin” diyorsam yaşanılan zorluk iki katına çıkıp korku ve kaygılara sebep oluyor.

Oysa kendimizle destekleyici, öz şefkat içeren biçimde ilişkilenmişsek; kendimizi zorluklar karşısında koruyabiliyor ve hayattan zevk alabiliyoruz. Yani can sıkıcı bir durum olduğunda “Ne öğrendim, elimde neler var, bundan sonrası için elimdekilerle ne yapabilirim?” diyorsam kendimi destekleyip rehberlik edebiliyorum.

Bu sebeple kendimizle yani “ben” ile kurduğum ilişki, psikolojik iyi oluş hâlimiz için oldukça kıymetli.

Kendimizle Kurduğumuz İlişkinin Yansımaları

Kendimizle kurduğumuz ilişkiyi diğer tüm ilişkilere taşıyoruz. Örneğin, eğer kendimizle suçlayıcı bir ilişki kurmuşsak, bir başkası ile yaşadığımız en küçük anlaşmazlıkta otomatik olarak ilk kendimizi sorgularız. Karşımızdaki kişinin davranışlarını kendi yetersizliğimizin bir göstergesi olarak yorumlarız.

Bu ilişkilenme biçimi, ilişkilerde kendimizi değersiz hissetmemize ve hem başkalarına hem de kendimize karşı eleştirel, cezalandırıcı bir tutum geliştirmemize sebep olur.

Kendinle Nasıl Konuşuyorsun? – İç Sesin Kökeni

Bir bebek için 0-6 yaş arası kritik dönemdir. Bu dönemde bilişsel zihin henüz gelişmemiştir. Beynin ön kısmı olan prefrontal korteks, yani planlama, mantık yürütme ve problem çözme gibi işlevlerden sorumlu yapı, ilerleyen yıllarda gelişir.

Erken çocuklukta ise limbik sistem, başka bir deyişle duygusal beyin daha aktiftir (Beck, 1976). Bebekler dünyayı öncelikle duygusal zihinleriyle keşfederler. Bu süreçte yalnızca çevreyi anlamaya çalışmazlar; bakım verenin yaklaşımı aracılığıyla kendileri hakkında da temel inançlar geliştirmeye başlarlar.

“Ben değerli biriyim”, “İhtiyaçlarım karşılanır” ya da tam tersi, “Sevilmek için çabalamalıyım”, “Hatalı ya da eksik biriyim” gibi düşünceler, ilk bakım deneyimlerinin duygusal yansımalarıdır.

Hayatın ilk yıllarında bebekler bilgiyi mantıktan çok duygularla kaydeder. Eğer fiziksel ve duygusal ihtiyaçları tutarlı bir şekilde karşılanıyorsa güven duygusu ve “değerliyim” inancı yerleşir.

Aksi durumda, bebek yalnız bırakıldığında, reddedildiğinde veya fazla kontrol altında tutulduğunda; uyum sağlamak için kendi ihtiyaçlarını geri plana atmayı, kabul edilmek için sürekli çaba harcamayı öğrenir.

Zamanla bu deneyimler içselleşir ve kişinin kendine yönelik yaklaşımına dönüşür. Eleştirel, cezalandırıcı ya da mükemmeliyetçi bir iç ses gelişebileceği gibi; şefkatli, destekleyici ve yol gösterici bir iç ses de oluşabilir.

Erişkinlikte de aynı dinamikler işler: İçimizdeki ses anlayışlıysa, hata yaptığımızda kendimizi suçlamak yerine kendimize destek oluruz. Şefkat ve sıcaklık ile yaklaşabildiğimizde ise hem kendimizi daha iyi anlar hem de zorluklarda kendimize rehberlik edebiliriz (Gilbert, 2010; Neff, 2011).

Travma Yüklü İç Sesin Etkileri

“Yapmak zorundasın”
“Gene beceremedin”
“Ne yapsan olmuyor”
“Önce hak etmelisin”

Bu cümleler çoğu kez yabancıdan değil, kendi içimizden gelir. “Stresten uzak dur” günümüzde çok popüler bir cümle. Nereye gitsek, hangi uzmana danışsak stresin sağlığımız üzerindeki olumsuz etkilerinden söz eder.

Ancak stresi tek başına yaratan olaylar değil, olaylar karşısında kendimizle kurduğumuz ilişkidir. İç sesimiz sürekli yukarıdaki gibi yargılayıcı ve katı olduğunda; bu, kaygı bozukluklarından depresyona, yeme bozukluklarından uyku sorunlarına kadar pek çok ruhsal probleme zemin hazırlar (Neff, 2011).

İlişkiyi Dönüştürmek: Kendinle Yeniden Tanışmak

Kuşkusuz ki en çok bakıma muhtaç olan canlı insan yavrusudur. Bebeğin yetişkinden bağımsız hareket etme şansı yoktur; bulunduğu ortama ayak uydurmak, o ortamın kurallarına uymak zorundadır.

Kapıyı çekip gidemezler. Bu nedenle, bulundukları ortam için geliştirdikleri yöntemler o dönem için sağlıklıdır. Elbette ki ağladığında ceza ile karşılaşan bir çocuk ağlamayı bırakır. Bunun nedeni, bulunduğu ortamda duygularını ifade etmenin kabul görmeyeceğini öğrenmiş olmasıdır.

Yetişkinlikte de çocuklukta geliştirdiği baş etme yöntemlerini tekrar eder. Oysa yetişkin olduğumuzda repertuvarımız çok daha geniştir. Artık kapıyı çekip çıkabilir, sınır koyabilir, yardım isteyebilir, kendimizi koruyacak yeni yollar bulabiliriz.

Bütün bunlar kendimizle kurduğumuz ilişkiyi dönüştürmeye dayanır. İç sesimizi yargılayıcıdan destekleyiciye çevirmek, çocuklukta eksik kalan şefkati kendimize vermek; yani kendimize yeniden ebeveynlik etmek bu dönüşümün temel adımıdır.

Kendine Karşı Dürüstlük ve Özgürleşme

Kendimizle kurduğumuz ilişkiyi dönüştürmek yalnızca iyi hissetmek için atılan adım değil; aynı zamanda bir yaşam felsefesidir.

Foucault’nun antikçağdan bugüne taşıdığı parrhesia kavramı, hakikati söyleme cesaretini ortaya koyar. Foucault’a göre, bu hakikat başkalarına değil, en çok kendimize söylenir.

Kendimize karşı dürüst olmak, incindiğimiz yerleri kabul etmek; bu yerlerde kendimizi suçlamak yerine yanımızda olup desteklemek, şefkat göstermek… İşte bu hem özgürleşmenin hem de kendimize yeniden bağlanmanın en derin yoludur.

Çünkü yalnız değilim; artık ben varım kendimin yanında!

Kaynakça

Beck, A. T. (1976). Cognitive therapy and the emotional disorders. New York: Penguin.
Gilbert, P. (2010). Compassion focused therapy: Distinctive features. London: Routledge.
Neff, K. D. (2011). Self-compassion: The proven power of being kind to yourself. New York: HarperCollins.

Bahar Bozbıyık
Bahar Bozbıyık
Lisans ve yüksek lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi psikoloji bölümünde tamamlayan uzman psikolog Bahar Bozbıyık akademik ve psikoterapi alanında birçok deneyime sahiptir. Avrupa Davranışçı ve Kognitif Terapiler Birliği (EABCT) standartlarında bilişsel davranışçı terapist ünvanına sahiptir. Bunun yanında, lisans üstü eğitimlerinde çocukların sosyal bilişsel gelişimi üzerinde pek çok çalışma yapmış olan Bozbıyık, bu çalışmalarını ulusal ve uluslararası prestijli mecralarda sunmuştur. Psikolojiyi yalnızca bir değişim alanı değil, bir büyüme alanı olarak görüp danışanlarına şefkatle eşlik eden yazar, çalışmalarına Denizli’de kurucusu olduğu Kuğu Psikoloji Merkezi’nde devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar