Modern çağın parıltılı söylemleri arasında öz şefkat ve kendini sevme kavramları hiç olmadığı kadar popüler. Ancak bu popülerlik, bazen dengeden uzaklaşıp bencilliğe dönüşebiliyor. Kendin olmak, sanıldığı kadar kolay değil; çünkü bunun için hem kendine sadık kalmak hem de başkalarıyla sağlıklı bir bağ kurabilmek gerekiyor. Peki, kendine sadık kalarak özgürlük mümkün mü?
Saf Çıkarcılık ve İyi Çocuk Eğilimi
Saf çıkarcılık… Bu kavramla ilk kez lisans eğitimim sırasında, bir ahlak kuramının içinde karşılaşmıştım. Yıllar sonra ise kendimi sıkça kullanırken buldum. Çünkü günümüzde, insanlarda gözlenebilir en yaygın eğilimlerden biri haline geldi. Alanın içinde olanlar belki beni daha iyi anlayacaktır: “İyi çocuk eğilimi” de bir yapmacık samimiyet içeriyordu, evet; ancak en azından nezaket kurallarını yansıtıyordu.
Öz Şefkat ve Kendini Sevme Dengesi
Şu an sosyal medyada sürekli dönen “öz şefkat” ve “kendini sevme” söylemleri öyle bir noktaya vardı ki, artık insanlar kendilerini sevmekten karşısındakinin ne beklediğine, ne sevdiğine önem vermez oldu. Her konuda olduğu gibi bunda da aşırılığa kaçtık. Vermeden almaya o kadar alıştık ki, birinin karşılık beklemeden verdiğini görünce önce şaşırıyoruz. Ama asıl kendimize sormamız gereken şu: Biz nasıl seviyoruz? Sevgimizi ne kadar dile ya da davranışlarımıza yansıtıyoruz?
Kibir, Mütevazılık ve Beğenilme Arzusu
Kibir, bir güç göstergesi mi? Değil elbette. Ama günümüz dünyasında öyle algılanıyor, öyle pazarlanıyor. Mütevazılık ise popülerliğini büyük ölçüde yitirdi. Yine de o kibrin altında bile “beğenilme arzusu” taşıyor birçok insan. Kimileri, tıpkı çocuklukta olduğu gibi, başkalarının davranışlarını gözlemleyerek kendi değerini ölçüyor. Aslında her şey, kabul edilme ve saygı görme arzusu üzerine kurulu.
Vermek, Sevmek ve Özgürlük
Ben vermeyi seçenlerdenim. Çünkü almanın garanti olmadığı bir dünyada, koşulsuzca vermek; sadece vermek istediğin için vermek, sevgiyi daha kutsal kılıyor. Hayatım boyunca “iyi insan olma” gayretinde bir yol izledim ve okuduklarımdan da bunun doğru olduğunu biliyorum. Sonunda ne aldığımı düşünmeden, kendi kişiliğime duyduğum saygıya sadık kalarak uyuyabiliyorum. Bu bana yetiyor. Çünkü kendini sevmek, özünde; kendine yakıştırdığın şekilde davranabilme özgürlüğü ve bundan duyduğun doyumdur.
Duygusal Yalıtılmışlık ve Konfor Alanı
Duygusal anlamda yalıtılmış kişiler, hoşlarına giden durumlarda bile kendilerini ele vermekten kaçınır. Çünkü kaybetmenin acısını deneyimlemişlerdir ve bu duygudan uzak durmayı hayat ideolojisi haline getirmişlerdir. Oysa bu tutum, yaşayabilecekleri güzellikleri hayatlarına almamalarına sebep olur. Farkına varırlarsa ne âlâ, ama çoğu zaman gelecek olumlu ihtimallerdense kaybetmeme arzusu baskın gelir. Hayatlarını da bu yönde kurgularlar.
Böyle birine yardımcı olmak mümkün müdür? Eğer kişi bunun farkına varır ve değişmek isterse, evet. Aksi halde, bunun en doğru yol olduğuna dair kendini ikna etmiş halde bulursunuz onu. Bazıları konfor alanına öylesine bağlıdır ki, oradan çıkartmak mümkün olmaz. Zaten “çıkarmak gerekir mi?” sorusu da ayrıca tartışılır.
İç Huzur ve Kendine Sadık Kalmak
Eğer siz de benim gibi huzurunuzu dış odaklı değil, iç odaklı sağlıyorsanız; almadan vermenin rahatlatıcı hazzını tatmışsınızdır. Günün sonunda size iyi gelen insanlarla vakit geçirmek en sağlıklısıdır. Ama bu her zaman mümkün olmayabilir. Böyle durumlarda, neyin doğru olduğu konusunda kararsız kaldığınızda kendinize dönün ve şu soruyu sorun:
👉 “Neyi yaparsam gerçek kimliğime sadık kalmış olurum?”
Cevabı uygulayın ve endişelenmeyin. Kendin olmak konusunda tereddüt etmeyin.
“Yaşamak, kendisi olabilmeyi ve yaşama etkin katılabilmeyi tanımlar. Bu, insanın kendi sorumluluğunu, bir başka deyişle, yaşamına anlam katma sorumluluğunu içerir. Sorumluluğunu üstlenen kişi özgürdür. Özgür insan daha az korkar; onun için sevebilir!”
— Engin Geçtan, İnsan Olmak