Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kendiliğin Özgün İfadesi ve Taşlaşma

Varoluşçu psikolojiye göre insan, doğası gereği akışkan, değişebilir ve sürekli oluş halindedir. Kendilik (benlik), sabit bir nesne değil; ilişkiler, seçimler ve deneyimler içinde sürekli şekillenen bir süreçtir. Ancak bu akış bazen durur, donuklaşır. İşte bu noktada “taşlaşma” kavramından söz edilebilir.

Taşlaşma, bireyin kendi varoluşunu akışkan bir şekilde yaşayamayarak, katı ve tekrarlayıcı bir yaşam biçimine sıkışmasıdır. Bir bakıma, benliğin güvenli ama cansız bir kalıba hapsolmasıdır. Kişi, varoluşsal kaygılardan — özgürlüğün sorumluluğundan, yalnızlık veya anlamsızlıkla yüzleşmekten — kaçınırken spontane ve özgünlük yanlarını dondurur.

Psikodinamik Açıdan Spontane Kendilik ve Özgünlük

Psikodinamik açıdan spontane kendilik ve özgünlük, kişinin içsel yaşantılarını (duygu, arzu, düşünce, ihtiyaç) kendiliğine uygun ve canlı bir biçimde ifade edebilme kapasitesidir. Bu, bastırma, inkâr, idealizasyon gibi savunmaların görece azaldığı, kişinin benliğini dış dünyayla uyumlu bir akış içinde ortaya koyduğu bir “kendiliğindenlik” halini işaret eder.

Freud’a göre, çocuğun libidinal enerjisi (yaşamsal ve duygusal yatırım), serbestçe farklı nesnelere yönelmek ister. Eğer bu enerji sürekli yasaklanır ya da yön değiştirmeye zorlanırsa, arzular bastırılır, kişi kendiliğini ifade etmekte güçlük çeker. Spontanelik, bu enerjinin bastırılmadan, serbestçe akabilmesidir.

Süreğen engellenme, eleştiri ya da utandırılma, spontane veya özgün eylemin riskli olduğu inancını pekiştirir. Bu da özgünlüğün askıya alınmasına ve benliğin katı kalıplara hapsolmasına yol açar. Kişi, “kendini göstermemek = güvende kalmak” denkleminde sıkışıp kalır; adeta “işlev gören ama hissetmeyen” bir haldedir.

Taşlaşmanın Belirtileri

Taşlaşma şu niteliklerle tanımlanabilir:

  • Öznel özgünlüğün askıya alınması,

  • İlişkilerin mekanikleşmesi,

  • Özgürlüğün getirdiği varoluşsal kaygıdan kaçmak için katı rollere sarılma,

  • Duyguların küntleşmesi.

Gündelik Hayatta Taşlaşma Örnekleri

Burada ifade ettiğimiz özgünlüğün askıya alınması, ilişkilerin mekanikleşmesi gibi durumları, kişi gündelik hayatında şu şekillerde deneyimleyebilir:

  • Sürekli “sorunsuz/örnek çalışan” olması beklenen biri, toplantıda söz almak istediğinde bedeni kasılır, sesi kısılır. “Ya yanılırsam?” düşüncesiyle susar. Bu davranış tekrarlandıkça kişi spontane kendilik ifadesini kaybeder, kendisini sadece işlev gören bir role sabitler.

  • Ailede “fedakâr çocuk” rolüne sıkışan biri, kendi ihtiyacını dile getirdiğinde yoğun suçluluk hissedebilir. Zamanla yalnızca başkalarının beklentilerini karşılayan bir işlev göstermeye çabalayabilir.

  • Romantik ilişkide “uyumlu ve sorun çıkarmayan partner” rolünü benimseyen biri, öfke ve kırgınlığını bastırır. İlişki sürer ama içten içe canlılığını kaybeder.

  • Sosyal ortamlarda sürekli “neşeli ve enerjik” görünmek zorunda hisseden bir kişi, kendi üzüntüsünü saklar. Böylece içsel yaşantısı ile dışa sunduğu benlik arasında kopukluk oluşur.

Terapide Amaç: Spontane Kendiliği Yeniden Canlandırmak

Kişinin yaşamında nerelerde bunları deneyimlediğini fark etmesi değerlidir. Hangi ilişkilerde, hangi durumlarda spontane olamadığını, hangi rollere sıkıştığını fark etmek; bu kalıpların bedensel, duygusal ve düşünsel düzeyde nasıl deneyimlendiğini anlamak önemlidir.

Terapide de amaç, bu donuklaşmayı görünür kılmak, kişiyi yeniden canlılık ve özgünlük ile temas ettirmektir. Bu, benliğin yeniden “akış” haline gelmesini sağlamak anlamına gelir. Çoğu zaman taşlaşmanın kökeninde varoluşsal kaygılar — özgürlük, yalnızlık, ölüm veya anlamsızlık — bulunur. Terapide bu kaygılar güvenli bir ortamda konuşulur ve deneyimlenir.

Böylece kişi, kaygıdan kaçmak yerine onunla birlikte var olmayı öğrenir. Bastırma, inkâr, uyum sağlama, aşırı kontrol gibi savunmalar danışanın spontane kendilik ifadesini engeller. Savunmalar yargılanmadan fark edilir; kişi, bu mekanizmaların aslında bir zamanlar koruyucu olduğunu ama artık yaşamı kısıtladığını görebilir.

Terapötik İlişkinin Dönüştürücü Gücü

Terapötik ilişki, danışanın duygularını, arzularını ve ihtiyaçlarını yargılanmadan dile getirebildiği nadir bir alandır. Danışan, terapistin kabul edici ve ilgili duruşu sayesinde, içsel yaşantısını daha canlı ve otantik biçimde ifade etmeyi deneyimler. Bu, taşlaşmış benliğe karşı dönüştürücü bir adımdır.

Terapide yalnızca konuşmak değil, o anda deneyimlemek de önemlidir. Örneğin danışanın bir duyguyu bedensel düzeyde hissetmesine izin vermesi, susma eğilimine rağmen söz almayı denemesi veya terapistle çatışmaya girmesi, spontane kendilik ifadesinin yeniden canlanmasını sağlar. Bu küçük “denemeler”, hayatın diğer alanlarına taşınabilecek yeni bir esneklik yaratır.

Sonuç: Canlılık ve Anlamı Yeniden Bulmak

Nihai amaç, danışanın yalnızca semptomdan kurtulması değil; aynı zamanda yaşamında yeniden bir canlılık, coşku ve anlam bulmasıdır. Taşlaşma çözülürken, kişi kendini bir nesne gibi değil, yaşayan, hisseden ve seçen bir özne olarak deneyimler.

Gizem Erdal
Gizem Erdal
Gizem Erdal, klinik psikolog olarak psikoterapi alanında aktif olarak çalışmaktadır. Lisans eğitimi sürecinde gönüllülük projelerinde yer alarak ve çok çeşitli çalışma ortamlarında bulunarak mesleki gelişimine katkı sağlamış, Bu süreçte, çeşitli terapi ekolleri ve psikoterapi teknikleri hakkında derinlemesine bilgi edinmiştir. Psikodinamik ekolde uzmanlaşmayı hedefleyen Gizem Erdal, yüksek lisans eğitimini yüksek onur derecesiyle tamamlamıştır. Öğrencilik yıllarından itibaren okumaya ve yazmaya olan ilgisiyle akademik bilgisini derinleştiren Erdal, mesleki bilgi birikimini anlaşılır bir dille okuyucuya aktarmayı amaçlamaktadır. Psikoloji alanında makale ve içerikler kaleme alarak, bilimsel bilgiyi herkes için erişilebilir hale getirmeye önem vermektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar