Kader kavramı, birçok inanç ve kültürde ortak bir şekilde karşımıza çıkan, bireyin kendi kararları ve çabaları dışında geliştiğine inandığı bir gelecek anlayışıdır.
İnsanlık tarihi boyunca bireyler, kontrol edemedikleri olayları açıklayabilmek için kader düşüncesine başvurmuşlardır. Yunan mitolojisinde Moiralar, Roma’da Parcae, Hindistan’da karma inancı ve Orta Çağ’da sosyal sınıf ile doğum yeri üzerinden şekillenen inançlar, insanlık tarihinde kader algısının farklı biçimlerini göstermektedir.
Günümüzde ise kader, hâlâ bir metafor olarak kullanılmakta ve insanların yaşam olaylarını anlamlandırma ihtiyacının bir göstergesi olarak varlığını sürdürmektedir.
Kader Algısı ve Psikolojik İşlevi
Bireyin yaşadığı belirsizlik, başarısızlık ve kayıp durumlarında kader inancı farklı şekillerde ortaya çıkabilir.
Örneğin kişi, kontrol edemediği olayları “kaçınılmaz” olarak algılayarak psikolojik olarak rahatlayabilir.
Toplumsal açıdan ise belirli sosyal roller ve normlar, düzeni sağlamak amacıyla kader inancı aracılığıyla meşrulaştırılabilir.
Bilinçdışı ve Kader Arasındaki Bağ
Çocukluk deneyimleri bilinçdışımıza gömülerek bizi fark etmeden yönlendirir ve bu durum çoğu zaman kader gibi hissedilir.
Oysa bu, kaçınılmaz bir yazgı değil; geçmişte öğrenilmiş ve içselleştirilmiş davranış kalıplarının bugünkü hayatımıza yansımasıdır.
Bu durumu en iyi açıklayan kuram psikanalitik kuramdır.
Freud, bu kuramında bilinçdışını bir bilgisayarın hard diskine benzetir. Önemli–önemsiz tüm yaşantıların kaydedildiği bu bölüm, bireyin ilerleyen yaşamında alacağı kararları ve yapacağı eylemleri dolaylı olarak etkiler.
Aynı zamanda bir “antivirüs programı” gibi işlev görerek bireyi tehdit edici içeriklerden korur.
Bastırılan bu içerikler rüyalar, dil sürçmeleri ya da davranışlar aracılığıyla yeniden ortaya çıkabilir.
Aslında bunlar, bilinçdışının anlamlandırma ihtiyacıdır.
Bu noktadaki mekanizmalardan biri de kader algısıdır.
Kaderin Yeniden Yaşantılanması
Bir gencin ailesinin küçümsediği veya karşı çıktığı bir mesleğe yönelmesi, bastırılmış öfkenin ve bilinçdışı bir meydan okumanın örneği olarak değerlendirilebilir.
Travmatik bir çocukluk geçiren bir birey, yetişkinlikte yatırım, spor veya iş fırsatlarında risk almak yerine pasif davranabilir ve yaşadığı başarısızlık veya kayıpları kaderine bağlayabilir.
Benzer şekilde, sürekli aldatılan bir birey, partner seçimlerini “kötü kader” olarak tanımlasa da, bu durum çocuklukta öğrenilen ilişkisel kalıpların yetişkinlikte tekrar sahnelenmesiyle açıklanabilir.
Freud, “yeniden yaşantılama” (repetition compulsion) kavramını, kişinin daha önceki bir duruma geri dönme arzusunu ifade eden bir mekanizma olarak tanımlamıştır.
Ona göre birey, geçmişteki travmatik bir olayı hatırlamasa veya tartışamasa bile, istem dışı olarak tekrar yaşayabilir.
Jung’un Bakış Açısı: Bilinçaltı Kaderi Yönlendirir mi?
Carl Jung şöyle der:
“Bilinçaltını bilinçli hâle getirmediğin sürece, o hayatını yönetecek ve sen buna kader diyeceksin.”
Bu söz, farkındalığın kader üzerindeki etkisini çarpıcı biçimde özetler.
Farkındalık kazanmak, kişinin geçmiş yaşantılarını anlaması ve yeniden yorumlamasıyla bilinçaltını bilinçli hâle getirmesini sağlar.
Psikoterapi, rüya analizi ve sanatsal ifade terapileri, bastırılmış içeriği ortaya çıkarmada kullanılan başlıca yöntemlerdir.
Bu süreçte bireyin kendini doğru şekilde ifade edebilmesi büyük önem taşır; çünkü ifade edilen duygular ve deneyimler, bilinçdışının farkındalıkla bütünleşmesini ve kader algısının yeniden şekillenmesini mümkün kılar.
Adler’in Yaklaşımı: Seçimlerin Kaderi
Alfred Adler, kaderi kesin bir yazgıya bağlı olarak değil, bireyin geçmiş deneyimleri, yaşam hedefleri ve bilinçli tercihleri tarafından şekillenen bir süreç olarak tanımlar.
Yani çocuklukta yaşanan olumsuzluklar, aile tarafından küçümsenme veya travmalar, bireyin yaşam yolunu tek başına belirlemez.
Önemli olan, kişinin hangi yolu seçtiğidir.
Sonuç: Kaderin Dinamik Psikolojisi
Sonuç olarak, kader algısını Freud, Jung ve Adler’in gözünden incelediğimizde, insanın hem bilinçdışı süreçlerden hem de geçmiş deneyimlerden etkilenmesine rağmen, yaşamında aktif bir rol oynama potansiyelinin göz ardı edilemeyeceği görülür.
Bu üç büyük psikolog, kaderin kaçınılmaz bir yazgı olmadığını; bireyin hem farkında olduğu hem de farkında olmadığı süreçlerle kendi yaşamını şekillendirebileceğini ortaya koymaktadır.
Ayrıca, bir olayın milyonlarca farklı sonuç doğurabileceği bir yaşamda, aslında her bireyin milyonlarca potansiyel yazgıya sahip olduğunu hatırlatmaktadır.
Böylece kader, kaçınılmaz bir son olmaktan çıkıp, bilinçdışı süreçler ve bireysel seçimlerin etkileşimiyle şekillenen dinamik bir olgu hâline gelmektedir.