‘’SİZ HEPİNİZ…EŞREF TEK!’’
Yalnızlık…
Bu kelimeyi düşündüğümde yalnızlığın birçok farklı katmanı, yaşayış biçimi ve duyguyu barındırdığını fark ediyorum. Yalnızlık, adeta bir derya deniz!
Eşref Tek de bu denizde boğulanlardan… İsmi gibi yalnızlığı vurgulayan derin bir karakterden söz ediyorum. Çevresi kalabalıkla çevrili fakat o sadece içindeki sesi duyuyor; bu ses onun yalnızlığına hem eşlik ediyor hem de bu hissi bastırıyor. Sessiz kaldığı her anda farklı haykırışlar gizli. İçinde yoğun korkuyla beraber bir yakınlık arzusunu da barındırıyor. İtiraf etmeliyim; bu karakter beni büyüledi! Çünkü onun yalnız duruşu birçoğumuza ayna tutuyor.
Peki yalnızlık eksiklik midir, yoksa bir kaçış mı? Bir zorunluluk mu, özgürlük mü, yoksa konfor alanı mı? Kimileri ona “kader” der, kimileriyse bilinçli bir tercih. Kendimize yaklaştığımızı sandığımız anlarda kendimizden uzaklaşıyor olabilir miyiz? Yoksa yalnızlık, tam da kendimize varmanın içsel bir yolu mudur? Eşref Tek buna ne derdi?
Kafamdaki bitmeyen soruları hepimiz adına sormak istiyorum. Bu yazımda yalnızlığın psikolojik, toplumsal ve felsefi kökenlerini Eşref karakterinin iç dünyasına bir mercek tutarak irdeleyeceğim. Yazının sonunda yalnızlık sadece bir “ruh hali” olmadığını; bazen bir ihtiyaç, bazen bir isyan, bazen de anlam arayışı olduğunu görüyor olacağız.
Yalnızlık: Psikolojik Bir Durum mu, Yoksa Kader mi?
Yalnızlık nedir sorusuna verebileceğimiz ortak cevap, yalnızlığın öznel bir duygu olduğudur. Aidiyet ihtiyacı olan bireyin, diğer canlılarla bağ kurmak isteyip de kuramaması – kurduğu bağların yetersiz kalmasıyla ortaya çıkan bir durumdur yalnızlık. Literatürde bu his, bağlanma kuramı çerçevesinde ele alınır.
Eşref Tek’in yalnızlığı, psikolojik bir hal olmaktan öte bir yaşam tarzıdır. Onun yalnızlığını yalnızca dışsal öğelere bağlayamayız; geçmişte yaşadığı terk edilmeler, kayıplar, yaslar ve özellikle yetim bir çocuk olarak büyümesi, insanlarla arasına ruhsal bir mesafe koymasına neden olmuştur.
Zira Eşref, ilk suçunu 15 yaşında sevdiği kız için işlemiştir. Bu açıdan, duygusal ihmaller onu “Yetimler” adlı bir suç örgütüne üye olmaya kadar itmiştir. Çok manidar!
Bağlanma kuramına göre, bireyin erken çocuklukta edindiği bağlanma stili, ileriki yaşamında kurduğu ilişkileri doğrudan etkiler (Bowlby, 1982). Yalnızlıkla erken tanışan Eşref’in bağlanma stilinde ise güvensiz kaçıngan bağlanma stilinin yansımaları olduğu söylenebilir.
Tam bu noktada, “içsel çocuk” kavramı beliriyor aklımda. Çocuk benlik, yaşadığı travmaları kaldıramamış olmalı ki, yetişkin hayatında da çözülemeyen olaylarla kendini hatırlatıyor. Yüzeye çıkan yaralı çocuğun izleri, Eşref’in yalnızlığını hem besliyor hem de ondan kaçmaya çalışsa da kurtulamadığı bir kısır döngüye dönüşüyor.
Bu içsel çelişkiler, Eşref’i yüzeysel ilişkiler kuran, kimseye güvenmeyen ve daima tetikte olan birine dönüştürdü. Sessizliği ve dalıp giden bakışları çok şey anlatıyor; Eşref’in içsel çocuğu yaralıdır ve sevgiye muhtaçtır.
Bu eksiklikle büyümüş biri olarak, sevginin ne denli güçlü ve iyileştirici olduğunun da farkındadır. Sevgiyi hak ettiğine inanmakta zorlansa da kalbinde tutunduğu aşk kırıntısı, bilinçdışındaki bir kıvılcımı ateşlemiştir.
Hiç yaşamadığı ve idealize ettiği Rüya’sına kavuşma hayali, bir gün o yüce sevgiyi yaşayabileceğine dair inancını diri tutar. Onun yalnızlığı, bir tercihten ziyade kabul edilmiş bir zorunluluktur. Psikolojik kökleriyle kaderin iç içe geçtiği, ruhsal bir deneyimdir artık yalnızlık…
Kalabalıklar Arasında Yalnızlık: Görünen ve Görünmeyen Benlik
Kalabalıklar arasında yalnız hissetmek, bireyin yanında insanlar olsa dahi kendini görülmemiş hissederek soyutlamasıdır; burada çoğu zaman aidiyetten uzaklık hissi hakimdir.
Goffman’ın rol kuramına göre, bireyler gündelik yaşamda adeta bir sahnede “rol” oynarlar (Goffman, 1959). “Ön sahne”de sosyal beklentilere uygun kimlikler sergilenirken, “arka sahne”de gerçek duygu ve düşünceler gizlenir.
Bu durum, bireyin gerçek benliği ile sahte benliği arasında bir çatışma yaratır. Sahte benliğin rolü arttıkça, kişinin asıl istek ve ihtiyaçları buzdağının görünmeyen kısmına itilir.
Eşref’in gerçek benliğini çoğu zaman gizlemesi, içsel bir yabancılaşma hissine yol açıyor olabilir. Goffman’ın “maskelerle yaşamak” dediği olgu, burada kendini göstermektedir.
Dizide Eşref’i sosyal ilişkiler kuran, “Yetimler” üyeleriyle yakın bağlar geliştiren biri olarak izliyoruz. İnsanlar arasında üstlendiği “güçlü, eril enerjisi yüksek, sert, umursamaz; ihtiyaç duyan değil, ihtiyaç duyulan adam” rolü, onun iç dünyasındaki çığlıkları örter gibidir.
Eşref’in Kimliği, Kendilik Algısı ve Savunma Mekanizması
Eşref’in kendisini tanıdığına dair net bir cevabı olmasa da hala bir arayış içerisinde. İçindeki boşluk ne istediğini hatırlatıyor fakat istediği versiyonuna henüz ulaşamamış.
Onun ruhunda, insanlar tarafından hiçbir zaman anlaşılmadığını ve anlaşılamayacağını düşünen bir his aktif.
Dışarıdan son derece özgüvenli görünse de içten içe bir yetersizlik veya değersizlik hissiyle boğuşuyor olabilir. Kendini yalnızlaştırmayı seçiyor çünkü samimiyet ona tehlikeli geliyor.
Savunma mekanizmaları arasında bastırma ve ket vurmayı görebiliriz.
Ve gerçekten bağlılık hissetmiyor. Eşref’i kalabalık yemek sofrasında bile yalnız görmedik mi? Onun dünyasında kalabalıklar sadece bir fondur, içindeki boşluk ise her sahnede başroldür.
Bugünün insanına bir gönderme: görünürde bağlantılı fakat ruhsal olarak kopuk zihinler…
Felsefi Yalnızlık ve Sonuç: Varoluşsal Arayış
Bence her yalnızlık sorgulanmalı ve nedenleri irdelenmelidir. Derin yalnızlıklar, çoğu zaman bu sorgulamayı beraberinde getirir zaten.
Eşref’in yolculuğunda felsefi sorgulamalar ve anlam arayışı olduğunu görebiliyoruz. Nietzsche, yalnız kalabilen insanı güçlü görür: “Kim ki derin düşünür, hep yalnız yürür” (Nietzsche, 2006).
Belki de Eşref, çevresine yabancılaşarak kendini yeniden inşa eden bir varoluş mücadelesindedir. Sartre ve Camus ise yalnızlığı, “anlamsızlığın fark edilmesiyle” başlayan bir uyanış olarak tanımlar (Sartre, 2005; Camus, 1991).
Camus’nün Sisifos Söyleni’nde olduğu gibi, hayatı anlamsız da olsa sürdürmek zorunda olduğunu bilir (Camus, 1991).
Sonuç olarak, Eşref’in yolculuğunda yalnızlık, hem bir arayış hem de bir kaçıştır. Duymak isteyen onun sessizliğinden çok şey anlayabilir. Yalnızlık, daima yük olmak zorunda değildir; bazen bir isyan, bazen kaçış, bazen de özgürlüğümüzü bulmanın yoludur.
Kaynakça
Bowlby, J. (1982). Attachment and loss: Vol. 1. Attachment (2nd ed.). Basic Books.
Camus, A. (1991). The myth of Sisyphus (J. O’Brien, Trans.). Vintage Books.
Goffman, E. (1959). The presentation of self in everyday life. Doubleday.
Nietzsche, F. (2006). Thus spoke Zarathustra (A. Del Caro & R. Pippin, Trans.). Cambridge University Press.
Sartre, J.-P. (2005). Being and nothingness (H. E. Barnes, Trans.). Routledge.


