Cuma, Ekim 24, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Hüzün, Yorgunluk, Depresyon… Fark Nerede Başlıyor?

Birçoğumuzun zihninden en az bir kere geçmiştir: “Son günlerde çok isteksizim, acaba depresyonda mıyım?”
Belki birkaç gündür canımız hiçbir şey yapmak istemiyor, belki iştahımız yok ya da arkadaşlarımızla buluşmaya halimiz kalmadı. Böyle zamanlarda aklımıza hemen en ağır kelime geliyor: depresyon.
Oysa bazen yaşadığımız şey, sadece hayatın olağan akışında karşılaştığımız hüzün ya da yorgunluk olabilir.

İnsani dalgalanmalar: Hüzün ve yorgunluk

İnsan olmanın doğasında duygusal iniş çıkışlar vardır. İşler ters gittiğinde moralimizin bozulması, kayıplar yaşadığımızda üzülmemiz, yoğun tempoda yorulmamız son derece insani tepkilerdir.
Hepimizin hayatında sabahları enerjik uyanmadığı, gün boyu keyifsiz dolaştığı, hiçbir şey yapmak istemediği anlar olur.

Bazen bu, yalnızca bedenin “dinlenmeye ihtiyacım var” demesidir.
Bazen de kalbimizin, bir kaybı veya hayal kırıklığını sindirmeye çalışmasıdır.

Klinik depresyon: Sadece üzüntü değildir

Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (2013) tanımına göre depresyon yalnızca üzüntü değil; haftalarca süren çökkünlük, ilgi kaybı, uyku ve iştah değişiklikleri, yoğun suçluluk duyguları ve gündelik işlevsellikte ciddi bozulmalarla kendini gösterir.

Yani kısa süreli moral bozuklukları ile klinik depresyon arasında oldukça büyük bir fark vardır.
Bu farkı bilmek, hem kendimiz için hem de sevdiklerimize yaklaşımımız için oldukça önemlidir.

Buradaki temel ayrım, süreklilik ve işlevselliktir.
Örneğin birkaç günlüğüne keyifsiz hissetmek, bir sınavdan düşük not almak ya da iş yerinde zor bir hafta geçirmek depresyon değildir.
Ama bu duygular haftalarca sürüyor, yaşamdan zevk almayı neredeyse tamamen kaybediyorsanız ve işlevselliğiniz belirgin biçimde etkileniyorsa, işte o zaman depresyon ihtimalinden söz edilebilir (Kessler & Bromet, 2013).

Bu ayrımı yapabilmek, çoğu zaman kişinin kendi deneyimini daha doğru yorumlamasına yardımcı olur.

Depresyonun gündelik dile yerleşmesi

Sorun şu ki, günümüzde “depresyon” kelimesi gündelik dilde çok kolay telaffuz ediliyor.
Horwitz ve Wakefield (2007) bunun “üzüntünün kaybı”na yol açtığını, yani doğal hüzün deneyimlerinin bile patolojik gibi algılanmaya başladığını öne sürüyor.

Bu durum iki önemli riski beraberinde getiriyor:

  • Kendi küçük dalgalanmalarımızı abartarak “hasta” olduğumuzu düşünmek,

  • Gerçek depresyon yaşayan insanların yaşadığı ağır tabloyu sıradanlaştırmak.

Üzüntüyü kaybettiğimizde aslında insan olmanın en doğal parçalarından birini kaybediyoruz.
Çünkü hüzün, kayıplarımıza verdiğimiz insani bir yanıttır.
Bize değerlerimizi, ilişkilerimizi, bağlarımızı hatırlatır.

Eğer her duyguyu “hastalık” gibi görmeye başlarsak, aslında hayatın bize sunduğu bu işaretleri de görmezden gelmiş oluruz.

Sosyal medyanın etkisi: Hızlı tanılar, yüzeysel sonuçlar

Bu noktada sosyal medyanın etkisini de göz ardı edemeyiz.
Kısa videolarda “şu belirtilere sahipsen depresyondasın” tarzı yüzeysel içerikler, duygularımızı daha kolay yanlış etiketlememize yol açıyor.
İnsanlar kendilerini bir dakikalık videolarla teşhis etmeye çalışıyor.

Oysa herkes zaman zaman isteksizlik, yalnızlık veya huzursuzluk yaşayabilir.
Bu duyguların varlığı tek başına bir bozukluğa işaret etmez.
Kendimizi sosyal medyada gördüğümüz listelerle tanılamaya çalışmak çoğu zaman daha çok kaygı yaratır.

Örneklerle farkı anlamak

Bir örnek düşünelim: Yoğun bir iş dönemindesiniz ve günlerdir geç saatlere kadar çalışıyorsunuz.
Hafta sonu geldiğinde hiçbir şey yapmak istemiyor, yalnızca dinlenmek istiyorsunuz.

Bu tabloya “depresyon” demek yerine, bedeninizin doğal olarak yavaşlamaya çalıştığını fark etmek daha sağlıklı olur.

Ya da bir tartışmadan sonra birkaç gün kendinizi kötü hissetmek…
Bu, ruhsal dayanıklılığın bir parçasıdır.

Her duygunun bir işlevi vardır; önemli olan bu duyguların sürekliliğini ve hayatımıza etkisini görebilmektir.

Duygularımızı patolojikleştirmeden yaşamak

Burada kendimize hatırlatmamız gereken şey, duygularımızı patolojikleştirmeden yaşayabilmektir.
Üzgün hissetmek bazen sadece üzgün hissetmektir.
Yorgunluk bazen sadece yorgunluktur.

Bunların varlığı, depresyon teşhisi anlamına gelmez.
Fakat bu dalgalanmalar uzun sürüyor, yaşam kalitenizi ciddi şekilde düşürüyor ya da umutsuzluk ve intihar düşünceleri eşlik ediyorsa, o zaman mutlaka profesyonel yardım almak gerekir (World Health Organization, 2020).

Şefkatle fark etmek: Ruhsal dayanıklılığın anahtarı

Bir diğer önemli nokta ise kendimize karşı daha şefkatli olabilmek.
Çünkü duygularımızı etiketlemek yerine onlara alan tanıdığımızda, kendi iç dengemizi daha kolay bulabiliyoruz.

Depresyonu hafife almak kadar, her olumsuz duyguyu depresyon zannetmek de bizi zorlayan bir kısır döngüye sokuyor.

Unutmamamız gereken şey şu: Duygularımızın hepsi bize bir şey anlatıyor.
Yorgunluk bazen dinlenmeye ihtiyacımız olduğunu, hüzün ise değer verdiğimiz bir şeyi kaybettiğimizi gösterebilir.

Onları hastalık gibi görmek yerine anlamaya çalışmak, çok daha sağlıklı bir yaklaşım olur.

Kendi hayatınızda bu ayrımı yapabilmek, size hem içsel bir özgürlük hem de daha gerçekçi bir bakış açısı kazandırır.
Duyguların normal sınırlarını kabul etmek, onları bastırmadan ama patolojiye de dönüştürmeden yaşamak, ruhsal dayanıklılığımızı güçlendirir.

Belki de hatırlamamız gereken en basit gerçek şudur:
Bazen sadece kötü bir gün geçiriyoruz.
Ve bu, insan olmanın son derece doğal bir parçasıdır.

Kaynakça

  1. American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (5th ed.). Arlington, VA: American Psychiatric Publishing.

  2. Horwitz, A. V., & Wakefield, J. C. (2007). The loss of sadness: How psychiatry transformed normal sorrow into depressive disorder. Oxford University Press.

  3. Kessler, R. C., & Bromet, E. J. (2013). The epidemiology of depression across cultures. Annual Review of Public Health, 34, 119–138. https://doi.org/10.1146/annurev-publhealth-031912-114409

  4. World Health Organization. (2020). Depression. Retrieved from https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/depression

Cansu Kasap
Cansu Kasap
Klinik Psikoloji yüksek lisans eğitimimi İstanbul Rumeli Üniversitesi’nde, Psikoloji lisans eğitimimi ise İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde tamamladım. Moodist Hastanesi ve çeşitli özel danışmanlık merkezlerinde klinik gözlem ve süpervizyon deneyimleri kazandım. Psikodinamik Terapi ve Bilişsel Davranışçı Terapi ekollerinde çalışıyor; daha çok ilişki sorunları, yeme bozuklukları, duygusal regülasyon, anksiyete bozuklukları ve depresyon alanlarında danışanlarıma destek oluyorum. Sosyal medya hesabımda yaptığım paylaşımlarda, psikolojik kavramları herkesin anlayabileceği sade bir dille aktarmayı önemsiyor ve psikolojik desteğin herkes için ulaşılabilir olmasını destekliyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar