Perşembe, Mayıs 22, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Her Hayır Travma Yaratmaz: Sınır Koymanın Psikolojisi

Günümüz ebeveynlerin en büyük ikilemlerinden biri şu: “Sınır koyarsam, çocuğumun duygusal dünyasına zarar verir miyim?” Birçok ebeveyn, özellikle sosyal medyada dolaşan “Travma yaratmamak için çocuğa asla hayır demeyin” tarzı içeriklerle karşılaştıkça, çocuklarına hayır derken suçluluk hissediyorlar. Mesele hayır demek değil, bunu nasıl yaptığımız. Unutmayın ki sosyal medyada sizlere “ASLA” derken de bir hayır diyor ve sınır çiziyorlar. Bizim çocuğumuza ya da başkalarına sınır çizmememiz mümkün mü? O zaman kendi sınırlarımız ne olacak? Amerikalı gelişim psikoloğu Diana Baumrind’in yaptığı çalışmalarda, çocuklara sınır koyma ama aynı zamanda duygusal destek sunan ebeveynlik stili, çocukların öz-denetim becerilerini ve empatik ilişkilerini en iyi şekilde geliştiren yaklaşım olarak tanımlanmıştır. Baumrind bu yaklaşımı “yetkin ebeveynlik” olarak adlandırır ve şöyle özetler: “Sıcaklık ve sınır birlikte var olmalıdır. Sadece kurallar değil, rehberlik de gerekir.”

Sınır Koyma: Çocuk İçin Bir Ceza Değil, Güvenlik Çemberidir

Çocuklar dünyayı keşfederken, neyin ne zaman, nasıl yapılabileceğini yetişkinlerden öğrenir. Onlar için hayat, belirsizliklerle dolu bir ormandır. Ebeveynin koyduğu sınırlar ise bu ormanda bir yol haritası gibidir. Nereye kadar gidebilir? Nerede durması gerekir? Neyi yapabilir, neyi yapamaz? Sınırsız bırakılmış çocuk, ilk etapta özgür görünse de, uzun vadede içsel yön duygusunu geliştirmekte zorlanır. Bu da ilerleyen yaşlarda karar verme, sabır gösterme, hayır diyebilme gibi becerilerde zorlanmasına neden olabilir. Bir araştırmaya göre, sınır koymaya maruz kalan çocuklar ilk anda ebeveyne öfkelenebilir ama uzun vadede daha güvende hisseder ve ebeveynine olan bağ daha sağlam hale gelir. (Morris et al., 2007)

Hayır Demek Sevgisizlik Değil, Yön Vermektir

“Hayır” kelimesi, çoğu zaman bir engel gibi algılanır. Ama çocuğun gelişiminde bu kelime, bir yön değişikliği, bir koruma alanıdır. Bir çocuk markette çikolata istediğinde ve siz “Hayır, şu an yemek zamanı” dediğinizde, çocuğun beyninde yalnızca “isteğim reddedildi” sinyali değil, aynı zamanda “dünyada her istediğim her an olmayabilir” mesajı da kodlanır. Bu mesajlar, çocukların frontal lob gelişimi için son derece önemlidir. Yani gelecekte sabretmeyi, duygularını düzenlemeyi ve toplumsal kurallara uymayı öğrenir.

Peki Nasıl Sınır Koymalıyım?

Bağırarak değil. Ceza vererek değil. AÇIKLAYARAK VE EMPATİ KURARAK. İşte birkaç öneri:

 Açıklayıcı olun:

“Şu an dondurma yiyemeyiz çünkü önce yemek yemeliyiz.”

 Duyguyu kabul edin:

“Üzgün olduğunu anlıyorum. Dondurma istemen çok normal.”

 Alternatif sunun:

“Yemeğimizi bitirdikten sonra birlikte karar verip alabiliriz.”

 Tutarlı olun:

Bugün “hayır” dediğiniz şeye, yarın “tamam” derseniz, çocuk için bu sınır bulanıklaşır.

Travma Nedir, Ne Değildir?

Sık yapılan bir hata: Her gözyaşını travma sanmak. Travma, çocuğun duygusal anlamda yalnız bırakıldığı, yaşadığını anlamlandıramadığı ve duygusal destek bulamadığı durumlardır. Siz sınır koyarken, yanında durup duygusunu fark ediyor, onu sarıp sarmalıyorsanız bu bir travma değil, aksine gelişim fırsatıdır. Günümüzde “travma” kelimesi sıkça kullanılıyor. Birine bağırmak travma mıdır? Hayır demek travma yaratır mı? Oyuncağını vermeyen arkadaşına sinirlenen bir çocuğu teselli etmemek kalıcı iz bırakır mı? Öncelikle şunu netleştirelim: Her zorlanma travma değildir. Çocuk gelişimi için bazı zorlanmalar, büyümenin doğal bir parçasıdır.

Travma, basitçe şöyle tanımlanır: “Bireyin fiziksel ya da duygusal olarak baş etme kapasitesini aşan, yoğun stres yüküyle karşılaştığı ve bu yükle baş ederken yeterli duygusal destek göremediği yaşantılar.” (American Psychological Association). Yani bir olayın travmatik olup olmaması, sadece olayın kendisine değil, çocuğun o olayı nasıl yaşadığına ve çevreden ne kadar duygusal destek aldığına bağlıdır. Gabor Maté şöyle der: “Travma, başınıza gelen şey değil; o şey başınıza geldiğinde içinizde olan şeydir.” Yani çocuğun içsel deneyimi, olayın kendisinden daha belirleyicidir.

 Travmatik olmayan bir “Hayır” anı:

Bir çocuk markette çikolata ister. Ebeveyn “Şu an değil tatlım” der. Çocuk ağlar. Ebeveyn diz çöküp göz teması kurar, duygusunu anlar ve yanında kalır.

 Bu, bir sınır koyma anıdır. Duygu regülasyonu için fırsattır. Travmatik değildir.

 Travmatik hale gelebilecek bir an:

Aynı çocuk çikolata ister. Ebeveyn bağırarak “Yeter artık! Her yerde rezil ediyorsun beni!” der. Çocuğu kolundan çeker, aşağılar, duygusunu görmezden gelir.

 Bu an, çocuğun hem reddedildiği hem de duygusal olarak yalnız bırakıldığı bir deneyime dönüşebilir. İşte bu, travma riski taşır.

Son Söz: Suçluluk Değil, Farkındalık Gerek

Ebeveynlik, her gün yeniden yazılan bir yolculuk. Mükemmel olmanız gerekmez. Tutarlı, farkında ve şefkatli olmanız yeterlidir. Unutmayın, sınır koyma çocuğunuza zarar vermek değil, onun için güvenli bir dünya inşa etmektir. Ve o dünya içinde büyüyen çocuklar, bir gün sizin sınırlarınızı da anlayan yetişkinler olacak. Travmayı tamamen önlemek mümkün değil, çünkü hayatın içinde her zaman zorlayıcı olaylar vardır. Ama önemli olan şu:

 Çocuk zorlandığında onunla birlikte kalabiliyor musunuz?

 Duygusunu anlıyor musunuz, yoksa yok mu sayıyorsunuz?

 Ona yansıttığınız şey, “Bu duyguyla baş edebiliriz” mi, yoksa “Senin bu halin tehlikeli” mi?

Travma riskini azaltan en güçlü şey: Duygusal destek sunan bir ebeveyn olmak.

Kardelen Uçar Söylemez
Kardelen Uçar Söylemez
Psikolog Kardelen Uçar Söylemez, çocuk, ergen ve yetişkinlerle çalışan psikologdur. Sahadaki deneyimini bilimsel bilgiyle harmanlayarak hem terapi süreçlerinde hem de toplumsal farkındalık çalışmalarında aktif rol alır. Psikolojik sağlamlık, ebeveynlik, duygusal gelişim ve çocukluk travmaları üzerine odaklanır. Aynı zamanda eğitimler, seminerler ve atölyeler düzenleyerek bireylerin içsel yolculuklarına rehberlik eder. Psikolojiyi gündelik yaşama entegre etmeyi ve zorlayıcı duygulara farklı perspektiflerden bakabilmeyi savunan bir yaklaşımı vardır. Kaleme aldığı yazılar; okuyucunun kendiyle karşılaşmasını, sorular sormasını ve dönüşüm başlatmasını amaçlar. Terapötik anlatımı, bilimsel tutarlılık ve insani sıcaklıkla buluşturur. Köşe yazılarında; terapist gözünü, insan ruhuna duyduğu derin saygıyla birleştirerek sadece bir meslek insanı olarak değil, aynı zamanda yaşamın içinden bir tanık olarak ses verir. Çünkü ona göre, “Anlamak iyileştirmenin ilk adımıdır.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar