Sosyal medya, günümüzün en güçlü ifade alanlarından biri. Düşüncelerimizi paylaşabiliyor, başarılarımızı görünür kılabiliyor, kim olduğumuzu dilediğimiz gibi ortaya koyabiliyoruz. Özellikle kadınlar için bu platformlar, uzun süredir sınırlandırılmış kamusal görünürlüğü yeniden kazanmak açısından umut verici bir alan gibi görünmekte. Ancak dijital görünürlük, her zaman özgürlük anlamına gelmiyor. Zira bu görünürlük, çoğu zaman kadınları eleştiriye, yargıya, siber şiddete ve hatta tehdide daha açık hale getiriyor. İşte bu çelişki, kadın görünürlüğü bağlamında “görünürlük-güçsüzlük paradoksu” olarak adlandırılıyor.
Kadınlar sosyal medyada ne kadar görünür olurlarsa, o kadar çok hedef haline gelebiliyorlar. Bu durum yalnızca bireysel değil, aynı zamanda kolektif bir psikolojik yük haline dönüşüyor. Peki, görünürlük neden aynı anda hem güç hem de kırılganlık getiriyor?
Görünürlük ve kırılganlık arasındaki ince çizgi
Düşüncelerini cesurca ifade eden bir kadın, ilham verici bir başarı öyküsünü paylaşan bir genç, kendi bedenini olduğu gibi kabullendiğini gösteren bir içerik üretici… Bu örneklerin ortak noktası, görünürlüklerinin çoğu zaman bir bedelle gelmesi. Beğeniler, alkışlar, destekleyici yorumlar kadar; cinsiyetçi hakaretler, “haddini bil” uyarıları ve görünmez cezalandırmalar da bu sürece eşlik ediyor.
Kadınların dijital platformlarda yalnızca var olmaları bile kimi zaman provoke edici bulunabiliyor. Çünkü sosyal medya, yalnızca paylaşım değil, aynı zamanda gözetim alanı. Herkesin herkesi değerlendirdiği bu dijital vitrin; kadınları “fazla” görünür olduklarında hedef haline getiriyor. Fazla güzel, fazla başarılı, fazla açık sözlü… Bu “fazlalıklar”, kadınların görünürlüğünü bir tehdit gibi algılayan toplumsal yapılarla çarpışıyor.
Çifte açmaz: Görün ama sus
Psikolojide “çifte açmaz” (double bind) kavramı, bireye iki çelişkili mesaj verildiği ve her seçeneğin olumsuz sonuçlar doğurduğu durumları tanımlar. Kadınlara dijital dünyada verilen mesajlar da sıklıkla bu tür bir ikilem yaratır:
“Görün ama dikkatli ol.”
“Cesur ol ama abartma.”
“Kendin ol ama yargılanmaya hazır ol.”
Kadınlar için görünürlük çoğu zaman bir özgürlük alanı değil, dikkatli bir yürüyüşe dönüşür. Sosyal medya, kadınlara hem “ol” der, hem de “olduğun şeyin bedelini öde” der. Bu çelişkili çağrılar, zamanla bir iç çatışma yaratır. Kadınlar daha az paylaşmaya, daha az görünmeye, daha az kendileri olmaya başlar.
Psikolojik etkiler: Sessizlik, kaygı ve içe çekilme
Bu paradoksun etkileri sadece çevrimiçi kalmaz; ruhsal dünyaya da derinlemesine nüfuz eder. Sürekli olarak gözetlenme hissi, eleştirilme korkusu ve dijital tacize uğrama ihtimali, kadınlarda sosyal medya psikolojisi açısından kaygı yaratabilir. “Paylaşsam mı?”, “Bu fazla mı açık?”, “Yine kim ne yazacak?” gibi sorular gündelik düşüncenin bir parçası hâline gelir.
Bir süre sonra kadınlar, dijital platformlarda “fazla olmamak” için kendilerini sansürlemeye başlarlar. Bu durum ise görünürlüğün en temel hedefi olan öz ifadenin bastırılmasına yol açar. Bazı kadınlar sosyal medyadan tamamen çekilmeyi tercih ederken, bazıları sessizce izlemeyi seçer. Bu geri çekilme davranışı, öğrenilmiş çaresizlik duygusunu pekiştirebilir.
Üstelik görünürlüğe dair bu kaygı, yalnızca bireyin değil, tüm bir topluluğun dijital katılımını etkiler. Kadınların sosyal medya ortamlarında sessizleşmesi, görünürlük alanlarını erkek egemen seslere bırakabilir. Bu da dijital kamusal alanın çeşitliliğini ve eşitliğini zedeler.
Sosyal medya neden yalnızca bir paylaşım değil, aynı zamanda bir denetim alanı?
Dijital görünürlük yalnızca beğenilme veya onaylanma aracı değildir; aynı zamanda toplumsal kontrolün yeniden üretildiği bir zemindir. Kadınların bedenleri, yaşam tarzları, fikirleri ve ilişkileri; milyonlarca göz tarafından değerlendirilmeye ve biçimlendirilmeye açıktır. Bu da görünürlüğün beraberinde getirdiği psikolojik yükü artırır.
İçerik üreticilerinin sıklıkla dile getirdiği “tükenmişlik” hissi, aslında bu sürekli görünür olma baskısının bir sonucudur. Görünmek zorunda olmak, kendini anlatmak zorunda olmak, “olmak” zorunda olmak… Dijital şiddet ortamında dijital dünyada var olmak bile zaman zaman yorucu bir performansa dönüşebilir.
Sonuç: Paradoksla yüzleşmek bir dirençtir
Görünürlük-güçsüzlük paradoksu, sadece bireysel tercihlerle aşılabilecek bir mesele değil. Bu, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin dijital alandaki yeni yüzüdür. Kadınların dijital görünürlüğü, yalnızca kendilerini ifade etmeleriyle değil; sistematik bir şekilde maruz bırakıldıkları denetimle, şiddetle ve yargılamayla da şekillenir.
Ancak bu paradoksla yüzleşmek, onu tanımak, adına cesaretle söz söylemek bir direnç biçimidir. Psikolojik dayanıklılık da tam burada başlar: Geri çekilmeden, kendini bastırmadan, “fazla” olmakta bir sorun olmadığını bilerek… Çünkü dijital çağda görünürlük yalnızca bir tercih değil, bir hak, bir kimlik ve bir varoluş biçimidir.