Salı, Ekim 21, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Empati Tükenmesi: Çok Anlamanın, Hiç Anlaşılmamakla Sonuçlanması

Empati çoğu zaman bir erdem olarak görülür. Karşımızdakini anlamak, duygularını hissetmek, onun yaşadığı sıkıntıya ortak olabilmek; ilişkilerin derinliğini belirleyen en temel unsurlardan biri olarak kabul edilir. Ancak empati her zaman karşılıklı bir eylem değildir. Bazı insanlar çok iyi anlar, ama nadiren anlaşılır. Bu yazıda, empatiyi yoğun şekilde yaşayan bireylerde gelişen empati tükenmesini ele alacağım; yani bir insanın başkalarının duygularına defalarca temas etmesiyle, zamanla kendi duygularını kaybetmesi ve nihayetinde “anlaşılmamak” gibi sessiz ama derin bir yalnızlığa gömülmesini.

Günümüzde özellikle yardım mesleklerinde çalışan kişiler – psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, hemşireler, öğretmenler ve kriz gönüllüleri – sürekli olarak başkalarının acılarına tanıklık etmekte. Her gün bir başkasının duygusal yükünü omuzlayan bu bireyler için empati, sadece bir beceri değil, mesleki bir zorunluluk haline geliyor. Ancak empati sürekli uygulandığında bir tür “duygusal yorgunluğa” neden olabiliyor. Bu durum literatürde compassion fatigue veya empati tükenmesi olarak geçiyor. Figley’nin (1995) tanımıyla empati tükenmesi, başkalarının yaşadığı travmatik olaylara sürekli maruz kalmanın bireyde duygusal, zihinsel ve fiziksel tükenmeye yol açtığı bir sendromdur.

Bu tükenme hali, sadece profesyonel ortamlarda değil, bireysel hayatın içinde de kendini gösterebilir. Özellikle yüksek duyarlılığa sahip kişiler, aile ilişkilerinde, arkadaş çevresinde ya da romantik ilişkilerde sürekli anlayan taraf olabilir. Bir arkadaş grubunda en çok dinlenen kişi, bir ailenin duygusal yükünü taşıyan üyesi ya da partnerinin ruh haline sürekli uyum sağlayan kişi… Bu rollerde olan bireyler bir süre sonra, “ben herkesi anlıyorum, ama kimse beni anlamıyor” hissine kapılabilirler. İşte empati tükenmesi tam da burada başlar.

Empatinin doğasında, karşı tarafın duygusal dünyasına adım atmak, hatta bazen onun yerine hissetmek vardır. Ancak bu süreç her zaman sınırlarla yönetilmez. Empatik birey, karşısındakinin duygularını içselleştirme eğilimindedir. Bu içselleştirme zamanla kişinin kendi duygu ve ihtiyaçlarını arka plana atmasına neden olur. Özellikle psikodinamik kuramda yer alan yansıtmalı özdeşim (projective identification) süreci burada oldukça açıklayıcıdır. Bu kurama göre kişi, karşısındaki bireyin duygularını o kadar güçlü bir şekilde içine alır ki, bir süre sonra bu duyguların kaynağının kim olduğunu ayırt edemez hale gelir. Böylece empati, anlamaktan çok, duygusal olarak boğulmaya dönüşür.

Empati tükenmesi yaşayan bireyler zamanla kendilerini duygusal olarak izole olmuş, hatta boşlukta hissederler. Bu durum sadece bir yorgunluk hali değildir; aynı zamanda kimliksel bir karmaşayı da beraberinde getirir. Çünkü sürekli anlayan taraf olmak, kişiye güçlü bir sosyal rol yükler: “Sen hep güçlü olmalısın, sen herkesi anlarsın.” Bu beklenti, bireyin kendi zayıflıklarını görünmez kılar. Kimse onların da bir gün anlaşılmak isteyebileceğini düşünmez. Böylece empati, bireyin kendi içinde yavaş yavaş kırılmaya başlar.

Araştırmalar, bu tükenmenin uzun vadede depresyon, anksiyete ve tükenmişlik sendromuna yol açabileceğini ortaya koyuyor (Newell & MacNeil, 2010). Özellikle yüksek empati kapasitesine sahip bireylerde (Highly Sensitive Persons – HSP), bu semptomlar daha erken ortaya çıkabiliyor. Aron & Aron’un (1997) yürüttüğü çalışmalarda, bu bireylerin yoğun uyarana maruz kaldıklarında daha kolay yoruldukları, sosyal ilişkilerde daha çabuk tükenmişlik yaşadıkları ve duygusal dengeyi sağlamakta daha çok zorlandıkları gözlemlenmiştir.

Empati tükenmesi yaşayan bireyler genellikle yalnızlık duygusunu dile getirmezler. Çünkü empatiye dayalı ilişkilerde roller yerleşmiştir. Anlayan taraftır onlar; anlatan değil. Bu nedenle anlaşılmadıklarını düşündüklerinde dahi bu duyguyu ifade edemezler. Kendilerini ifade ettiklerinde “abartıyor” olmakla suçlanmaktan, “sen zaten güçlüsün” tepkisini almaktan ya da “bu kadar düşünme” gibi yüzeysel geri bildirimlerle karşılaşmaktan çekinirler. Zamanla bu kişiler kendi iç dünyalarına kapanır ve empati bir köprü olmaktan çıkar, birey ile dünya arasında bir duvar haline gelir.

Peki, bu döngü nasıl kırılabilir? Öncelikle empati, sadece başkalarına yönelen bir süreç olmaktan çıkarılmalı, bireyin kendisine de yönelmelidir. Bu noktada “öz-şefkat” (self-compassion) kavramı büyük önem taşır. Kristin Neff’in (2003) çalışmalarında, öz-şefkat geliştiren bireylerin daha az tükenmişlik yaşadığı ve duygusal yükleri daha sağlıklı yönettikleri gösterilmiştir. Öz-şefkat, kişinin kendi kırılganlıklarını kabullenmesi, hata yaptığında kendine anlayışla yaklaşması ve duygusal ihtiyaçlarını küçümsememesidir.

Ayrıca empatiyi sınırlandırmak, onu daha sağlıklı bir çerçeveye oturtmak da mümkündür. Empatik bireylerin en büyük yanılgısı, her hissedilenin sorumluluğunu almak zorunda olduklarını düşünmeleridir. Oysa her duyguya şahit olmak, o duyguyu çözmek anlamına gelmez. Bir başkasının acısını anlamak, onu taşımak zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Terapötik süreçlerde bile psikologlar, danışanlarının acılarına eşlik ederler; onları sahiplenmezler. Bu yaklaşım, empati ile duygusal mesafe arasında sağlıklı bir denge kurulabileceğini gösterir.

Son olarak, sosyal çevrenin de bu süreçteki rolü yadsınamaz. Empatik bireylerin çevreleri, onların sadece anlayan değil, anlaşılmak isteyen bireyler olduğunu fark etmeli. “Sen zaten hep doğru olanı yaparsın” gibi cümleler, iyi niyetli görünse de bireyin yükünü artırabilir. Çünkü bu tür ifadeler, kişinin duygusal yükünün görünmezliğini pekiştirir. Halbuki her birey, zaman zaman kendi iç sesini duyurmak, yüklerini paylaşmak ve olduğu haliyle görülmek ister.

Empati, şüphesiz ki insan olmanın en değerli yanlarından biridir. Ancak bu değer, sadece başkalarına yöneltilen bir süreç olarak kalırsa, birey zamanla kendi duygularına yabancılaşabilir. Çok anlamak, çok hissetmek; uzun vadede ruhsal bir yalnızlığa dönüşebilir. Ve bu yalnızlık, çoğu zaman kelimelerle anlatılmaz; çünkü anlaşılmamanın getirdiği sessizlik, en çok anlayanları yorar.

KAYNAKÇA

Figley, C. R. (1995). Compassion fatigue: Coping with secondary traumatic stress disorder in those who treat the traumatized.
Aron, E. N., & Aron, A. (1997). Sensory-processing sensitivity and its relation to introversion and emotionality.
Neff, K. D. (2003). Self-compassion: An alternative conceptualization of a healthy attitude toward oneself.
Newell, J. M., & MacNeil, G. A. (2010). Professional burnout, vicarious trauma, secondary traumatic stress, and compassion fatigue.

Mustafa Nevzat Modanlar
Mustafa Nevzat Modanlar
Mustafa Nevzat Modanlar, İstanbul Esenyurt Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunudur. Bireysel yetişkin, aile, çocuk ve ergen danışmanlığı alanlarında çalışmakta; travma, ilişki dinamikleri ve kişisel gelişim konularına odaklanmaktadır. Terapi yaklaşımında Bilişsel Davranışçı Terapi, Çözüm Odaklı Terapi ve NLP tekniklerini eklektik bir bakış açısıyla harmanlamaktadır. Akademik yazıları Blogger’da yayımlanan Modanlar, Instagram, YouTube ve dijital mecralarda psikolojik farkındalık içerikleri üretmeye devam etmektedir.

1 Yorum

  1. Değerli katkınızdan dolayı sizi tebrik ederim. Empati tükenmesi gibi önemli bir konuyu derinlikli ve etkileyici bir şekilde ele almışsınız. Yayın hayatınızda devam eden başarılar dilerim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar