Aşırı yemek yemek, bilinç dışında kilo vermenin yaratacağı olumsuz sonuçlar sebebiyle kendini sabote ederek zayıflayamamak, kendini kusturma-tıkınırcasına yeme (binge eating) döngüsü… Bu davranışların hiçbirinin tek bir sebebi yok, her insanın öyküsü farklı yerlerde seyrediyor. Aşırı yeme davranışlarının erken çocukluk dönemiyle ve bakım veren-çocuk arasındaki ilişkiyle ilgili bağlantılarının olduğu gözlemleniyor. Bu yazıda bu konuya dair açıklama getirmeye çalışılacaktır.
Yediklerini Kontrol Etme İsteği
Çocuğun kendi kontrolünü sağlayabildiği iki durum vardır: yemek ve tuvalet. Ebeveyni tarafından yemek yemeye zorlanan (ya da istemediği “sağlıklı” gıdaları yemeye zorlanan) çocuk genelde yiyeceği ağzında tutar, tükürür ya da kusar. (Bebekler de yutmak istemeyince tükürüyor; bir çeşit “alanıma giremezsin” ikazı bu.) Ebeveyn burada fark etmeden çocuğun doyma algısıyla oynuyor aslında. Çocuk da büyüdüğünde “Ben artık yetişkinim, istediğimi yerim” diyerek, kendi bedenini kontrol etmeye çalışarak ebeveyne “had bildiriyor” (aşırı telafi ve reaktif kimlik geliştirmeye dayalı savunma mekanizması) ya da farklı bir biçimde, bakım verenin doymakla ilgili algısını üstlenerek yeterince yiyemediğine inanıyor. Çocukken şu şekilde karşımıza çıkabilir: “Yeterince yemezsen büyüyemezsin.”, “Tabağındakileri bitirmezsen olumsuz şeyler yaşarsın.” Yemek yemeye karşı aşırı kontrol ihtiyacı, kontrolsüzlüğü doğurabildiğinden bu tür davranışlar ortaya çıkabiliyor.
Travma ve Yemek İlişkisi
Travma, özellikle cinsel travmalar, kişinin yeme davranışlarını önemli ölçüde etkileyebilmektedir. Cinsel travmaya maruz kalan bireylerin bilinç dışı düzeyde kilo alarak bedenlerini korumaya ve istenmeyen cinsel ilgiden kaçınmaya çalıştıkları (kilo ile görünmezlik hipotezi) bazı araştırmalarda ortaya konmuştur. Bunun yanı sıra, anoreksiya nervoza vakalarında da cinsel travma öyküsü sık görülmekte olup (Kent ve arkadaşları, 1999), bu bireyler zaman zaman “çocuksu ve görünmez” bir beden idealine ulaşmak için yemek yemeyi reddedebilmektedir. Cinsel travma sonrasında bazı bireylerde “Daha az çekici olursam zarar görmem” şeklindeki bilişsel çarpıtmalar gelişebilir. Bu tür inançlar, toplumsal cinsiyet normları, kadın bedenine dair baskılar ve toplumdaki kadınlığın bastırılmasıyla birleştiğinde, yeme davranışlarını olumsuz etkileyebilmektedir.
Yemeği Anne Yerine Koymak
Psikanalitik kuramda, özellikle erken dönemde yaşanan deneyimlerin bireyin sonraki yaşamında duygu düzenleme ve bağımlılık eğilimlerini etkilediği vurgulanır. Oral döneme ilişkin fiksasyonlar (örneğin memeden erken mahrum kalma, sütten ayrılmada güçlük, anne-bebek ilişkisindeki dengesizlikler, annenin erken kaybı ya da ayrılık gibi durumlar) bireyin daha pasif, edilgen ve bağımlılıklara yatkın olmasına zemin hazırlayabilir. Bu nedenle alkol, sigara ya da yeme bozuklukları gibi bağımlılık türleri, sıklıkla bu dönemle ilişkilendirilir.
Yumuşak ve tatlı yiyecekler (örneğin supangle, jöle gibi kremsi tatlılar) bilinçdışı düzeyde anne memesiyle kurulan ilk beslenme deneyimini çağrıştırabilir. Benzer şekilde, çikolata seçimlerimizin ruh halimizle ilişkili olduğu düşünülmektedir: Kişi üzgün ya da sevgiye ihtiyaç duyduğunda daha yumuşak ve kremsi dokulu tatlılara yönelirken, aşk ya da ilişkilerde yaşanan hayal kırıklıkları ve öfke gibi duygular, daha sert ve kıtır yapılı çikolataları tercih etme eğilimini artırabilir. Böylece yiyecekler, yalnızca fiziksel doyumu değil, aynı zamanda erken dönem bağlanma deneyimlerini ve duygusal ihtiyaçları da sembolik düzeyde karşılamış olur.
Duygusal Olarak Rahatlamak İçin Yemek
Bebeklik ve çocukluk döneminde, çocuğun her huzursuzlandığında ya da ağladığında ebeveyn tarafından emzik, biberon ya da şeker gibi ağız yoluyla alınabilecek nesnelerle sakinleştirilmesi, yetişkinlik döneminde önemli bir öğrenme deneyimi haline gelebilir. Çocuk, bu süreçte olumsuz duygularını gidermenin en etkili yolunun ağızdan alınan nesneler olduğunu içselleştirir. Yetişkinlik döneminde huzursuz hissettiğinde, çatışma yaşadığında ya da duygusal anlamda çöktüğünde ilk olarak oral yolla alabileceği bir şeye sarılma eğilimi gösterebilir.
Özellikle yüksek kalorili, şekerli veya yağlı yiyeceklerin geçici rahatlama sağlaması nedeniyle daha da pekişen bu eğilimler, kısa süreli rahatlama sağlasa da uzun vadede suçluluk, pişmanlık ve sağlıksız yeme döngülerini tetikleyerek duygusal yemenin kronikleşmesine yol açabilir.
Yeme davranışlarımızı gözlemlediğimizde ve bunların arkasındaki duyguları fark ettiğimizde kendimize dair önemli içgörüler kazanıyoruz. Sorunun sadece “ne yediğimiz” ile değil, “neden yediğimiz” ile ilgili olduğunu anladığımızda çözüm de kolaylaşıyor. Zamanla, daha önce “asla vazgeçemem” dediğimiz tatlılar ve yiyecekler sembolik anlamlarını kaybediyor. Elbette bu süreç herkes için aynı hızda ilerlemiyor; bazen yavaş ilerliyor, tatlı krizleri, duygusal açlık, sevgisizlik veya depresyon gibi duygular bir araya geliyor. Böyle anlarda yapabileceğimiz en faydalı şey, içimiz dönerek bedenimizin ve zihnimizin gerçekten neye ihtiyacı olduğunu sormak ve bu ihtiyacı kabul etmektir.
Kaynakça
Fairburn, C. G. (2019). Aşırı yemeyi yenmek: Kanıtlanmış kendini durdurma rehberi
Kent, A., Waller, G., & Dagnan, D. (1999). A greater role of emotional than physical or sexual abuse in predicting disordered eating attitudes: The role of mediating variables. International Journal of Eating Disorders, 25(2), 159-167.
Virtue, D. (2013). Duygusal açlık