Hayatının belirli dönemlerinde birçok insan, kim olduğunu merak eder ve bu sorunun cevabını arar. Bu arayış sürecinde birey, şu anda içinde bulunduğu gerçek benliği ve ulaşmak istediği ideal benliği arasında bir ikilem yaşar. Bu ikilem birey için zorlayıcı, sancılı, stresli bir süreçtir.
Bu süreç içerisinde bir deniz metaforu kullanılacak olursa eğer birey, kimi zaman dalgalarla mücadele eder; kimi zaman fırtınalarla savaşır. Dümenin sahibi olan birey, gemisini limana yani benliğine doğru sürmeye çalışır.
Yolculuk sırasında ise aklında birden fazla soru vardır. Bu sorulardan birisi ise bireye o ikilemi yaşatan “doğru olan gerçek benliğini olduğu gibi kabullenmek midir; yoksa ideal benliği için çabalamak mıdır?” sorusudur.
Birey Merkezli Terapi’nin öncüsü olan Carl Rogers, kuramında hem benliği hem de ikilemi yaratan benliğin bu iki boyutunu açıklamıştır. Benlik ona göre bireyin kendisi hakkındaki algılarının tümü iken gerçek benlik, bireyin şu anda olduğu kişilik; ideal benlik ise bireyin olmayı istediği kişiliktir.
Rogers’ın kuramında tanımları yapılan benliğin bu boyutları bir bireyin hayatının önemli noktalarını oluşturur. Çünkü birey kendi benliğinin kim olduğunu bulduğu zaman hayat amaçlarını keşfedebilir ve hayat ona daha anlamlı gelmeye başlar. Böylece birey Rogers’ın kuramında da bahsedilen kendini gerçekleştirmeyi yapabilmek için adım atmaya hazır hale gelir.
Kendini Dinleme ve Toplumun Sesi Arasındaki Çatışma
Bireyin benliğine ulaşabilme yolculuğunda kendini dinleyebilmesi, kendi iç sesine kulak verebilmesi önemlidir. Kendisiyle zaman geçirerek neleri sevip neleri sevmediğini, kimlerle vakit geçirmekten hoşlanıp hoşlanmadığını, üzüldüğü, endişelendiği, korktuğu anları keşfedebilmesi kısacası kendini tanıyabilmesi için bunlar gereklidir.
Birey bu süreçte kendi sesiyle toplumun ona dayatmaya çalıştığı değerler arasında bir çatışma yaşar. Topluma doğru fazla kulak verirse eğer ve buna alışırsa karar verme durumlarında başkalarının onayını almaya ve kendini olduğu gibi kabullenmek yerine kendini değiştirmeye çalışır.
Kendi isteğine göre değil toplumun isteğine göre davranmaya başlar. Kimi zaman ise kendini yargılama davranışını da yapabilir. Bu yargılama sonucunda ise kendi değerini farkına varması zorlaşabilir.
Bütün bu durumlar bireyin benliğine yolculuğunda mücadele halinde olduğu ve limanına varabilmesi için cesaretle göğüs germesi gereken zorluklardır.
Belki bireyin bu mücadelesi bir deneme-yanılma sürecini de beraberinde getirebilir. Fakat böyle bir süreçten geçmesi birey için yorucu olsa da kendi limanını bulabilmesi yolculuğunda doğru bir yöntemdir.
Fırtınaları Aşmak ve Benliğe Ulaşmak
Benliğe yolculuk her ne kadar mücadele isteyen ve bireyin kendini yalnız hissettiği bir durum olsa da bireyin burada bilmesi gereken, bunları herkesin yaşayabildiği ve bu doğrultuda yalnız olmadığı gerçeğidir.
Birey bunu farkına vardığında benliğine ulaşma mücadelesinde kendini daha güçlü hissedecektir. Bireyin kendini güçlü hissetmesini sağlayan bir diğer nokta ise yolculukta yukarıda bahsedilen zorlukları aşabilmesidir. Zorlukları aştıkça benliğine bir adım daha yaklaşacaktır.
Deniz metaforu ile benlik konusuna daha detaylı bakıldığında, gerçek benliğine sahip olan birey kendisiyle yalnız kalabilmek ve kendini dinleyebilmek için gemisinin dümenine geçer ve benliğine doğru yolculuğa başlar.
Amacı ideal benliğine ulaşarak daha güçlü ve daha değerli olabilmektir. Fakat bu durum birey için o kadar kolay değildir. Çünkü yolculuk sırasında fırtına çıkacak ve dalgalar dümenini kontrol etmesini zorlaştıracaktır.
Burada bahsedilen sadece toplumun değerleri, toplumdan onay alma, kendini yargılama durumları değil; aynı zamanda gerçek benlik ve ideal benlik arasındaki farkın artmasıdır.
Ve asıl bu farkın açılması fırtınaları ve dalgaların büyüklüğünü meydana getirir. Fakat fırtına o kadar uzun sürmez ve ardından yolculukta sakinlik başlar.
Bu sakinlik ise bireyin kendini her türlü yönüyle kabullenmesi ve kendi değerini farkına varması ile başlar. Buradan anlaşılacak durum ise gerçek benlik ve ideal benlik arasındaki farkın azalmış olduğudur.
Yolculuk sonunda ise birey artık gemisini limanına getirebilmiştir. Önemli olanın gerçek benliğini kabullenmek olduğunu farkına varmış, kendini anlayabilmiştir.
Kendine Ulaşmanın Cesareti
Her birimiz bu dünya üzerinde birçok yolculuğa çıkıyoruzdur. Fakat asıl yolculuk ve bütün o yolculukları başlatan ise bireyin bu yazıda bahsedilen kendine yolculuğudur.
Çünkü ancak kendini doğru tanıyabilen, gerçek benliğini kabullenebilen bir birey hayatındaki yapacağı yolculukları anlayabilir. Neden, niçin, kiminle o yolculuklarda olacağının cevaplarını verebilir.
Birçok şekilde nitelendirilebilir bu yolculuk. Yalnızdır. Çünkü bireyin kendisinin olmasını ister. Zordur. Çünkü kişinin benliğine ulaşması sancılıdır. Ve tabi ki cesaret ister.
Çünkü kendini bulma uğruna çıkılan ve yalnızlık isteyen bu yolculukta fırtınalara ve dalgalara göğüs gerebilmek kolay değildir.
Kendinden kaçmaya çalışan birçok insanın olduğu bu dünyada, cesaretle benliğine doğru yol alan birey elbet kendini bulacaktır.
Gemisiyle limana ulaştığında ise dinen fırtınanın ardından sakinleşen denizin kendisine söyleyeceği bir söz olacaktır:
Kendine hoş geldin.


