Endişeli yüzlerle ve aynı şekilde hisseden çok sayıda insanla dolu bir ortama girdiğinizi hayal edin. Bedenleri kaskatı kesilmiş, boyunlarını bile döndüremez haldeler. O ortama girdiğinizde ne kadar rahat olursanız olun, stresin izlerini bedeninizde, zihninizde ve ruhunuzda fark edeceksiniz. Çünkü sinir sistemlerimiz birbirinden etkileniyor.
Sinir Sistemi ve Bağlanma İlişkisi
Sinir sistemimiz, çevresel uyaranları fark ederek vücudumuza sinyaller yollar, belirli mekanizmalar etkinleşerek savaş, kaç ya da don yanıtlarının aktive edilmesini sağlar. Vagus siniri (kraniyal sinir X) olarak adlandırılan bu mekanizma, doğum öncesi dönemde gelişmeye başlar ve doğumdan sonra da olgunlaşmaya devam eder.
Bebek doğduğunda kendi duygularını düzenleyecek bir sisteme sahip değildir ve ona bakım verenlerin bu regülasyonu kendisi yerine yapmasına ihtiyaç duyar (Marmarosh ve Mann, 2014; Schore, 2002).
Regülasyon, duygu, düşünce ve davranışların düzenlenmesi ve kontrol edilmesi sürecidir. Bakım verenler bebeğe sinir sistemi ve beyin gelişimi yolculuğunda eşlik eder ve bir nevi bu gelişim tamamlanana kadar sinir sistemlerine ortak olurlar. Kendi regülasyonunu sağlayamayan bebek, sinir sisteminin aktive olduğu noktalarda, örneğin ağladığında, annesinin onu yatıştırmasına, tolerans penceresi içerisine dönmeye ihtiyaç duyar. Tolerans penceresi kısaca bireyin stresle başa çıkabildiği, duygularını ve tepkilerini düzenleyebildiği optimal aralık olarak tanımlanabilir. Bu ihtiyaçların karşılanması ile bebek ile ebeveyn arasında güvenli bağlanma kurulur.
Bowlby’nin bağlanma teorisi, erken çocukluk deneyimlerinin önemini ve ebeveynin çocukluk döneminde çocuğun ihtiyaçlarını karşılama becerisinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Bağlanma stilinin güvenli veya güvensiz olması ebeveynin tepkisine bağlıdır. Bağlanılan ebeveynle yakın ilişki kurmanın gerekliliği kişisel gelişim için esastır. Hayatının ilk anlarında güvenli bağlanma ile karşılaşan bebekler için ebeveyni, güvenli bir alan sunar ve ebeveyn onun için kendini yatıştırmaya yardımcı olacak güvenli bir dayanaktır ve bu da duygu düzenleme becerisinin çekirdeğini oluşturacaktır (Bowlby, 2014).
Bebek, yaşamının erken dönemlerinde duyguları tanımlayamaz ve bunları kaotik bir şekilde deneyimler. Bu aşamada ebeveynler oldukça önemlidir. Duygu regülasyonu becerisini oluşturacak temel tutumlar, çocuğun o anda yaşadığı duyguyu görmek, fark etmek, gözlemlemek ve çocuğa arkasında durduğu izlenimini vermektir.
Bağlanma Stilleri ve Duygusal Regülasyon
Bağlanma stilleri, bireyin duygularını nasıl düzenlediğini (regüle ettiğini) ve stresle nasıl başa çıktığını önemli ölçüde etkiler. Bowlby ve Ainsworth’un öne sürdüğü bağlanma teorisi, erken çocukluk döneminde bakım veren ile kurulan ilişkinin, ilerleyen yaşlardaki duygusal regülasyon ve ilişki dinamiklerini şekillendirdiğini dile getirir.
Temelde güvenli ve güvensiz bağlanma olarak ikiye ayrılan bağlanma stillerini daha iyi anlayabilmek için güvensiz bağlanmayı da kendi içinde alt başlıklara ayırabiliriz. Bu yazıda sizinle güvenli bağlanma, kaygılı bağlanma, kaçınan bağlanma ve düzensiz bağlanma olmak üzere dört ana kategori üzerine konuşacağız.
Güvenli bağlanma, çocuk korku ve stres ile karşılaştığında bağlanma figürünün erişilebilir olduğunu bildiği bir ilişki tipidir. Ebeveynden tutarsız, değişken, korkutan veya mahrum bırakan tepkiler gelmez. Güvenli bağlanma stiline sahip bireyler, sağlıklı duygusal regülasyon stratejileri kullanır. Stres altında duygularını tanıyabilir ve ifade edebilir. Desteğe ihtiyaç duyduğunda çekinmeden destek arayabilir. Bu kişiler duygusal olarak esneyebilme kapasitesine sahiptir ve zor durumlar karşısında kendilerini sakinleştirebilirler. Kendi duygularını düzenlemekte zorlanmaz, ilişkilerinde güvenlidir ve stresle sağlıklı başa çıkarlar.
Güvensiz bağlanmanın kaygılı tipinde, çocuk zorluk anında ebeveynin ulaşılabilir olacağı ve ona destek vereceği konusunda emin olamaz, tedirgindir. Bu nedenle bağlanma ve yakınlık alanında devamlı kaygılı bir yapı geliştirir. Kaygılı bağlanma stiline sahip bireyler aşırı duygu yoğunluğu yaşar. Duygularını regüle etmekte zorlanırlar ve vücutları savaş veya kaç tepkisi arasında gidip gelmektedir. Bu duruma hiper-uyarılma adı verilir. Vagus siniri aşırı tetikte olan bu kişiler stres altında yoğun kaygı hisseder ve duygusal iniş çıkışlar yaşarlar. Dışarıdan sürekli bir onay ararlar ve başkalarının ilgisini kaybetmekten korkarlar. Stresle başa çıkmada zorlanan kaygılı bağlananlar, bağlanma figürüne bağımlı hale gelebilirler. Bu bağlanma figürü romantik ilişkilerdeki partnerleri olabileceği gibi, ebeveyni ya da sosyal ilişkilerindeki arkadaşları olabilir. Bu kişiler kendini yatıştırma becerileri gelişmediği için duygusal olarak zorlanabilirler.
Kaçıngan bağlanma tipinde ise bağlanma ihtiyaçları karşısında reddedilen, ebeveyn tarafından itilen veya ihmal edilen bir çocuk görürüz. İhtiyaç duyduğunda korunma ve yardımın gelmeyeceğine dair bir deneyim yaşanır ve çocuk kendi kendine yetme yönünde bir strateji geliştirerek bağlanma ihtiyaçlarını maskeler (Bowlby, 2014). Kaçıngan bağlanma stiline sahip bireyler duygularını bastırma ve reddetme eğilimindedirler. Genellikle vagus siniri donma tepkisine yönelerek sinir sistemini oldukça yavaşlatır. Bu duruma hipo-uyarılma adı verilir. Sinir sistemindeki yavaşlama gibi hayatının pek çok alanında da yavaşlama görülür. Yakın ilişkilerden ve duygularını ifade etmekten kaçınır. Özellikle stres anlarında başkalarından yardım istemez. Bu kişiler dışarıdan sakin görünebilir ancak duygusal bir kopukluk yaşarlar. Bastırılan ve yok sayılan duygular uzun vadede fiziksel ve psikolojik sorunlara yol açabilir, anksiyete ve psikosomatik hastalıklar gibi.
Düzensiz bağlanma stiline sahip bir çocuk, bakım vereniyle bağ kurma konusunda hem korku hem de özlem duyar. Çocuk stresli, korkutucu veya tutarsız olaylara maruz kalıyor olabilir. Düzensiz bağlanma stiline sahip kişiler, yakınlıktan kaçınma ve yakınlığı arzulama gibi çelişkili davranışlar sergilerler. Aşırı stres, kontrol edilemeyen öfkeye, ayrışmaya veya donma tepkisine neden olabilir. Güvenli bağlantılar kurmakta zorluk çekerler ve duygularını kontrol etme yeteneklerinden yoksundurlar. İnsanlar yaşlandıkça, borderline/sınırda kişilik bozukluğu ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) dahil olmak üzere zihinsel sağlık sorunlarına daha duyarlı hale gelirler.
Peki Bağlanma Stili Değişebilir Mi?
Cevap tabi ki evet. Bağlanma stilleri çocuklukta ebeveynlerimiz ile etkileşimimiz sonucunda oluşur ancak sabit değildir. Yaşanılan olumsuz/toksik ilişki deneyimleri ve travmalar bağlanma stilini olumsuz etkileme gücüne sahipken olumlu ilişkiler, terapi ve kişisel farkındalık güvenli bağlanma stiline geçişi destekler.
Bağlanma tarzımız istismar, kayıp, toksik ilişkiler veya travma gibi deneyimlerin bir sonucu olarak daha güvensiz hale gelebilir. Örneğin, duygusal kötü muamele, ihanet ya da toksik bir ilişkiyle karşı karşıya kaldığında, güvenli bağlanan bir kişi kaygılı ya da kaçınan bağlanma stiline geçiş yapabilir. Buna ek olarak, uzun süreli duygusal ihmal yaşayan bir kişi, sonunda duygularını bastırarak kaçıngan bağlanma geliştirebilir. Ancak güvenli bağlanma geri kazanılabilir ve bu değişimler geri alınabilir.
Kaygılı, kaçıngan ya da düzensiz bağlanma stiline sahip olanlar da daha güvenli bağlanma stiline geçiş yapabilir. Bilinçli farkındalık oluşturmak, bağlanma tipini anlamak ve bunun neden böyle olduğunu öğrenmek önemli bir ilk adımdır. Ayrıca sağlıklı, güvenilir ve yararlı bağlantılar oluşturularak bağlanma türü değiştirilebilir. Partneriniz güvenli bir şekilde bağlıysa, ilişkide daha az kaygı veya kaçınma yaşayabilirsiniz.
Duygusal regülasyonun bağlanma stilleri üzerindeki önemli etkisinden bahsetmiştik. Bu becerileri geliştirmek daha sağlıklı bağlanma stillerine geçişte kullanılabilecek önemli bir stratejidir. Duygusal dalgalanmalar özellikle kaygılı ve düzensiz bağlanma stiline sahip kişilerde yaygındır. Mindfulness, duygu günlükleri ve nefes egzersizleri gibi teknikler sayesinde kişi kendi duygularını kontrol etmeyi ve farkındalık geliştirmeyi öğrenebilir.
Son olarak, bağlanma stili, bilinçli farkındalık ve terapi ile değişebilir. Kendi terapötik sürecinden geçmek, iç çalışmalar yapmak ve sağlıklı duygusal regülasyon stratejileri geliştirmek için atılabilecek en önemli adımlardan biridir.
Kaynakça
- Bowlby, J. (2014). Güvenli bir dayanak: Ebeveyn çocuk bağlanması ve sağlıklı insan gelişimi (S. Güneri, Çev.). Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları.
- Marmarosh, C. L., & Mann, S. (2014). Patients’ selfobject needs in psychodynamic psychotherapy: How they relate to client attachment, symptoms, and the therapy alliance. Psychoanalytic Psychology, 31(3), 297–313. https://doi.org/10.1037/a0034143
- Schore, A. N. (2002). Advances in neuropsychoanalysis, attachment theory, and trauma research: Implications for self psychology. Psychoanalytic Inquiry, 22(3), 433–484. https://doi.org/10.1080/07351692209348506