Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Aşk, Aile ve Toplum Arasında Benlik: Anna Karenina’ya Psikolojik Bir Bakış

Lev Tolstoy’un Anna Karenina’sı, yalnızca bireysel bir aşkın hikâyesi değil, aile ve toplum arasında sıkışmış insan benliğinin trajik mücadelesidir. Aşk, bireyin görülme ve değer bulma ihtiyacını; aile, güvenlik ve aidiyet arzusunu; toplum ise normatif baskıyı temsil eder. Anna’nın trajedisi, bireyin kendi benliği ile toplumun dayattığı sınırlar arasındaki çatışmanın evrensel bir yansımasıdır. Sonuç olarak Anna Karenina, bireysel özgürlük ile toplumsal normlar arasındaki çatışmayı sadece 19. yüzyıl Rusya’sına değil, günümüz ilişkilerine de ışık tutan evrensel bir psikolojik mücadele olarak gözler önüne serer.

Aşk: Özgürlük Arayışı mı, Tuzak mı?

Aşk, insanın en saf duygusu gibi görünür, ancak toplumun görünmez kurallarıyla şekillenir. Kimi sevip, nasıl seveceğimize dair sınırlar, aşkı bireysel bir arzu olmaktan çıkarır ve toplumsal bir performansa dönüştürür. Psikoloji açısından aşk, yalnızlık, kimlik arayışı ya da onaylanma ihtiyacını karşılar (Bowlby, 1988). Ancak çocuklukta duygusal bağları eksik olanlar, aşkı bir “tamamlanma” hayaliyle yaşar. Bu, sağlıklı bağ kurmak yerine bağımlılık ve kırılganlık doğurur. Anna Karenina’da aşk, benliği bulma umuduyla başlar; fakat toplumsal yargılarla tüketici bir tuzağa dönüşür. Anna’nın aşkı, özgürlük arayışıyla başlar, ama bu arayış onu yalnızlığa hapseder.

Aile: Sığınak mı, Sessizliğin Sahnesi mi?

Aile, güven ve samimiyetin sığınağı sayılır, ancak çoğu zaman dışarıya sunulan bir imaj uğruna duygular bastırılır. “Kol kırılır yen içinde kalır” atasözü, bu sessizliği meşrulaştırır. Ancak bastırılan duygular yok olmaz; nesiller arası travma olarak kuşaktan kuşağa aktarılır (Danieli, 1998). Anne mutsuzsa, baba duygusal olarak yoksa, çocuklar bu sessizliğin gölgesinde büyür. Anlatılmayan acılar, çocuklarda suçluluk, tetikte olma ya da başkalarının yükünü taşıma gibi izler bırakır. Psikanalitik açıdan, samimiyetsiz bir aile, bireyi “eş” ya da “anne” gibi rollere hapsederek benlikten uzaklaştırır (Freud, 1923/1961). Anna Karenina’da aile, bir sığınak değil, duygusal gerçekliğin susturulduğu bir sahneye dönüşür.

Toplum: Benliği Biçimlendiren Görünmez Güç

Toplum, Anna Karenina’nın görünmeyen ama en güçlü karakteridir. Bireyin duygusal tercihleri, toplumun “doğru” ve “ahlaki” saydığı sınırlarla çatışır. Bu normlara uymayanlar, dışlanma, yalnızlık ve suçlulukla yüzleşir. Jung’un kolektif bilinçdışı (1964), toplumun birey üzerindeki baskısını açıklar: Toplumun onaylamadığı bir aşk, bireyin iç sesini boğar, utanç ve özdeğer kaybı yaratır. Anna’nın trajedisi, toplumun benliği nasıl görünmez kıldığını çarpıcı bir şekilde gösterir. Levin’in içsel arayışında da aynı normların etkisi görülür; toplum yalnızca Anna’yı değil, bütün karakterleri şekillendiren görünmez bir otoritedir.

Çocuklar: Sessizliğin Mirasçıları

Çocuklar, güvenli bağlanmaya ihtiyaç duyar (Bowlby, 1988). Ancak tutarsız sevgi – bugün sevip yarın görmezden gelen ebeveynler – güvensizlik ve özdeğer sorunları yaratır. “Mutlu aile” imajı altında büyüyen çocuklar, anlatılmayan acıları hisseder. Nesiller arası travma, bu suskunlukla derinleşir; konuşulmayan duygular, psikolojik sorunlar ya da ilişkisel çatışmalar olarak ortaya çıkar. Anna Karenina’da çocukların, ebeveynlerinin sessiz yaralarını taşıdığı görülür. Bu çocuklar, ya ailelerinin izinden giderek duygularını bastırır ya da geçmişi reddederek yalnızlaşır. Sağlıklı bir benlik, ancak bu döngüyü kırıp duygusal gerçekliği kabullenerek oluşur.

Benliği Korumak

Anna Karenina, bireyin temel sorusunu sorar: Toplumun bir parçası olurken kendi gerçeğimize nasıl sadık kalırız? Aşkı özgürce yaşamak, aileyi sürdürmek ve toplumsal baskılar arasında denge mümkün mü? Modern psikoloji, çözümü farkındalıkta bulur: Duyguları ne inkâr etmek ne de onlara esir olmak; onları tanıyarak özgürce ifade etmek. İyileşme, suskunluğu kırmakla başlar. Nesiller arası travmayı durdurmak, ailede ve bireyde gerçeği konuşmayı gerektirir. Tolstoy’un soruları bugün de yankılanıyor: Sessiz kalarak aileyi mi koruyoruz, yoksa yeni yaralar mı açıyoruz? İnsan benliği, ancak duygusal gerçekliği kucaklayarak, aşk, aile ve toplum arasında kendi dengesini bulabilir.

Kaynakça

  • Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachment and healthy human development. Basic Books.

  • Danieli, Y. (1998). International handbook of multigenerational legacies of trauma. Springer.

  • Freud, S. (1923/1961). The ego and the id (J. Strachey, Trans.). Norton. (Original work published 1923)

  • Jung, C. G. (1964). Man and his symbols. Doubleday.

  • Tolstoy, L. (1877/2000). Anna Karenina (R. Pevear & L. Volokhonsky, Trans.). Penguin Classics.

Şaziye Sena Kağnıcı
Şaziye Sena Kağnıcı
2022 yılında başladığım psikoloji lisans eğitimime KTO Karatay Üniversitesi’nde devam etmekteyim. Eğitim sürecimde çeşitli psikolojik danışmanlık merkezlerinde staj yaparak terapi yöntemleri üzerine eğitimler aldım. Akran süpervizyonu çalışmalarına katılarak vaka analizleri gerçekleştirdim ve psikolojik testlerin uygulanması, yorumlanması konusunda uygulamalı deneyim kazandım. Staj sürecimde sosyal medyada içerik üretip birçok blog yazım yayımlandı. Öğrenci koçluğu ve eğitim danışmanlığı sertifikamı alarak bireylere akademik ve kişisel gelişim süreçlerinde rehberlik etmekteyim. Ayrıca etkili iletişim, ikna, stresle başa çıkma ve bilinçli farkındalık alanlarındaki sertifikalarımla psikolojiye dair bilimsel içerikler üretmeye devam ediyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar