Pazar, Kasım 9, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Akıp Giden Zaman mı, Akıp Giden Zihin mi? Zaman Algısının Nöropsikolojisi

Bazı anlar vardır; zamanın bütün ağırlığı omuzlarımıza çöker. Bir sabah uyanırız ve dünle bugün arasındaki çizgi sanki silinmiştir; günler birbirine karışır, sabahlar akşamlara, mevsimler birbirine eklenir ve her şey aynı görüntünün tekrarına dönüşür. Zaman akar, biz bakarız ve içimizden bir ses fısıldar: “Ben neredeyim? Neyi yaşıyorum? Zamanın içinden mi geçiyorum, yoksa zaman mı benden geçiyor?”

O an anlarız ki mesele yalnızca akan zaman değildir; zihnimiz donar, algı bulanır ve gerçeklik ince bir sisin ardına saklanır. Çünkü korku zamanı uzatır, acı onu ağırlaştırır; travma, saniyeleri zihnin duvarına çiviler. Mutluluk ise hep acelecidir; çabucak geçer gider. Çünkü iyilik telaşlıdır, acıysa sabırlı. Zaman sadece bir akış değil, duygularımızın, dikkatimizin ve bilincimizin aynasıdır. Ve herkes, en az bir kez, o sessiz boşluğa düşer; fakat o boşluk aslında fark edişin ve yeniden başlamanın eşiğidir.

Zaman Algısının İçsel Doğası

Zamanı ölçen şey saatler değildir; zihnimizdir. Prefrontal korteks planlar, bazal gangliyon ritmi algılar, hipokampus anıları kayıtlar, amigdala duyguları mühürler. Bunların hepsi bir orkestra gibi çalışırken biz “zaman” deriz. Ama bu orkestranın ritmi her insanda, her dönemde, her duyguda değişir.

Mutluyken saatler su gibi akar, dikkatimizin daldığı bir uğraşta zaman kaybolur. Korktuğumuzda saniyeler uzar, zihnimiz ayrıntılara kilitlenir. Üzgünken günler geçmez, kaygılıyken zaman hızlanır, çünkü zihin sürekli geleceğe kaçar. Depresyonda zaman donmuş gibidir; hiçbir şey ilerlemez. Bu yüzden “zaman geçmiyor” demek aslında “zihnim yoruldu, taşıyamıyorum” demektir.
Zaman, ruh hâlinin aynasıdır.

Çocukluğun Sonsuzluğu, Yetişkinliğin Hızlılığı

Çocukken yaz tatilleri bitmez, oyunlar saatler sürer, bir gün bir ömür kadar uzun gelir. Çünkü beyin her an yeni bir şeyle karşılaşır, dopamin yüksektir, merak yoğundur. Bellek sürekli kayıt yapar, her an iz bırakır.

Sonra büyürüz. Yenilikler azalır, alışkanlıklar çoğalır, dopamin düşer. Beyin artık “bunu biliyorum” der. Anılar daha az kaydedilir. Böylece zaman hızlanmış gibi olur. Bir bakarız, yıl bitmiş. “Daha dün gibiydi” dememizin sebebi budur. Geçen zaman değil; kaydedilmemiş anların çokluğu.

Yaş aldıkça “anı üretme kapasitesi” azaldığı için zaman hızlanır. Zaman aynı hızdadır, fakat bizim içimizdeki ritim değişmiştir.

Zamanın Çöktüğü Anlar

Bazen hayat öyle ağır gelir ki zamanın ritmi bozulur. Bir kayıp, yoğun bir sorumluluk, kırılmış bir hayal, duygusal bir sarsıntı… Tıpkı travmanın zihni çökertmesi gibi, zaman algısı da çöker. İnsan bugüne tutunamaz; geçmişte takılır ya da kontrol edemediği bir geleceğin içine kaçar. “Şimdi” dediğimiz o ince çizgi silikleşir, görünmez olur.

Bu yalnızca bir his değildir; nörobiyolojik bir yanıttır. Tehdit algısı yükseldiğinde amigdala alarm verir; prefrontal korteks yorulur, düşünme ve planlama zorlaşır. Dikkat dağılır, bellek bulanır, zaman parçalanmış gibi hissedilir. Sanki hayat akmaya devam ederken biz geride, donuk bir yerde kalmışızdır. Zamanla bağ zayıflar, ritim kaybolur.
O an insanın içinden şu cümle geçer: “Hiçbir şey değişmiyor.”
Oysa hakikat daha sessizdir: Değişen biziz. Zaman aynı akışında sürer; fakat bizim içsel ritmimiz dağılmıştır.
Ve her dağılma, yeniden toplanmanın eşiğidir.

Zamanın İçinden Yeniden Doğmak

Zamanı gerçekten hissetmek, aslında yaşamı hissetmektir. Bunun yolu da anda olabilmekten geçer. An’a topraklanmak… Yere basan ayaklarını fark etmek, derin bir nefes almak, gözlerini bir anlığına kapayıp bedenine dönmek. Nefesinin göğsünde yükselip inişini izlemek.

Bu küçük ritüel, sinir sistemine “buradayım ve güvendeyim” mesajı verir. Amigdala sakinleşir; prefrontal korteks yeniden devreye girer. Topraklanmak sadece bir rahatlama değil, beyni yeniden düzenleyen nörobiyolojik bir köprüdür.
Anda kalmak bir romantik ideal değil; sinir sisteminin kendini onarma yoludur. Ve insan, nefesinin varlığını yeniden fark ettiğinde, zaman da yeniden akar — acele etmeden, kaçmadan, sadece kendini hatırlatarak.

Nasıl ki travmadan sonra yeniden doğuş mümkündür, zaman algısının çöktüğü anlar da dönüşümün başlangıcı olabilir. Önce yavaşlarsın. Sonra nefesini duyarsın. Bir ses, bir renk, bir dokunuş… Minicik detaylar yeniden görünür olur. Zihin tekrar kaydetmeye başlar. Küçük değişiklikler büyük farklar yaratır: yeni yollar, yeni tatlar, yeni insanlar, yeni rutinler.

Beyin “yeniden öğrenme” moduna geçtiğinde zaman genişler. Çünkü zamanı hissetmek bir kas gibidir; kullanmadığında zayıflar, fark ettikçe güçlenir. Anda kalmak bir felsefe değil, bir sinir sistemi pratiğidir. İnsan, kaybettiğini sandığı zaman duygusunu yeniden kazanabilir — yeter ki hayatla tekrar temas etsin, nefesini duysun ve geri dönmeyi seçsin.
Çünkü zaman kaybolmaz; biz sadece kendimizden uzaklaşırız.
Topraklanmak, zamana geri dönmektir.

Zamanla Büyümek ve Barışmak

Kimse bu zamana yara almadan gelmedi. Hepimiz kırıldık, dağıldık, bazı günleri zor taşıdık, bazılarına sarıldık. Zamanın ağırlığını sırtımızda hissettik; bazı sabahlar sanki dünle bugün arasındaki çizgi silinmiş gibi uyandık. Dağıldık, kaybettik, şaşırdık. Zaman bize acı da kattı, derinlik de. Bazı günler geçti, bazıları iz bıraktı. Ama her birinin içinde bir dönüşüm vardı. İnsan zamanı yenemez; ama onunla yürümeyi öğrenebilir.

Bazen geriye bakmak acıtır; ama aynı zamanda şunu gösterir: O anlar geride kaldı ve sen hâlâ buradasın. Vedalar sadece kayıp değildir; bazen bir kazançtır. Bazen doğru zamanda biten bir dönem, yeni bir benliğin kapısı olur. Zaman sadece geçmez; dönüştürür, olgunlaştırır, derinleştirir. Ve her son, bir sonra’ya kapı aralar. Zaman bitmez, sadece şekil değiştirir. Biz de onunla değişiriz.

Kaynakça

Buhusi, C. V., & Meck, W. H. (2005). Functional and neural mechanisms of timing. Nature Reviews Neuroscience, 6(10), 755–765. https://doi.org/10.1038/nrn1764
Eichenbaum, H. (2014). Time cells in the hippocampus: A new dimension for memory. Nature Reviews Neuroscience, 15(11), 732–744. https://doi.org/10.1038/nrn3827
Hölzel, B. K., Lazar, S. W., Gard, T., Schuman-Olivier, Z., Vago, D. R., & Ott, U. (2011). How does mindfulness meditation work? Proposing mechanisms of action from a conceptual and neural perspective. Perspectives on Psychological Science, 6(6), 537–559. https://doi.org/10.1177/1745691611419671
Porges, S. W. (2011). The polyvagal theory: Neurophysiological foundations of emotions, attachment, communication, and self-regulation. W. W. Norton & Company.

Gizem Yorgancı
Gizem Yorgancı
Gizem Yorgancı, Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümü üçüncü sınıf öğrencisidir. American Psychological Association (APA) onaylı Observational Methods and Qualitative Data Analysis ve Statistics in Psychological Research sertifikalarıyla araştırma yöntemleri ve istatistik alanlarında derin bir yetkinlik kazanmıştır. Oyun terapisi ve güvenli bağlanma alanlarında, uluslararası düzeyde tanınmış uzmanlardan aldığı eğitimlerle klinik bilgisini geliştirmiştir. “The Impact of Adult Attachment Styles on Partner Preference and Relationship Satisfaction” başlıklı projesinde, yetişkin bağlanma stillerinin partner tercihi ve ilişki doyumu üzerindeki etkilerini bilimsel bir perspektifle incelemiştir. Nörobilim tutkusuyla, psikolojik süreçleri biyolojik perspektiflerle harmanlayan Yorgancı, KAÇUV gönüllüsü olarak toplumsal sorumluluk projelerinde aktif rol almaktadır. Güncel olarak aşk ve ilişkiler, medya ve psikoloji ile ruh sağlığı konularında Psychology Times Türkiye için içerikler üretmekte; akademik bilgisini ve gözlemlerini geniş bir okuyucu kitlesiyle paylaşmaya devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar