Bazı konular vardır ki, gündemden hiç düşmemesi gerekir. Çünkü gündemden düştüğü an, yaşanan acıların üstü örtülür, zalimliğin sıradanlaşmasına kapı aralanır. Bugün Gazze’de yaşanan dram tam da böyle bir meseledir. Yıllardır süregelen bu zulüm, kimi zaman ekranlara taşınsa da çoğu zaman toplumun sessizliğine gömülüyor. Belki de en tehlikeli olan şey bu sessizliktir; çünkü sessizlik, zalimliği normalleştirir.
Sessizliğin Psikolojisi ve Toplumsal Duyarsızlaşma
Toplum olarak bir depremde, bir sosyal medya gündeminde ya da gündelik küçük meselelerde bile nasıl “duyar kasma” yarışına girdiğimizi görüyoruz. Bir fotoğraf, bir video, bir başlık… Anında profilimiz değişir, sayfalarca yazı paylaşırız. Ama söz konusu Gazze olunca bu duyarlılık yerini sessizliğe bırakıyor. Oysa orada ölen bir çocukla, burada ölen bir çocuk arasında hiçbir fark yok. Acının dini, dili, rengi olmaz. İnsanlık aynı yürekle sızlamalıdır.
Şunu çok net görüyorum: “Bu mesele sadece dindar kesimin gündemi” gibi dar bir çerçeve çiziliyor. Oysa mesele dini, siyasi ya da ideolojik değil; mesele insani. Çocuğu kucağında ölen bir anneye hangi ideoloji teselli olabilir? Bombaların altında kalan bir babanın gözyaşı hangi dünya görüşüyle hafifler? Bu acıya kayıtsız kalmak, kim olursak olalım, insanlık sınavında sınıfta kalmak demektir.
Normalleşen Şiddet: Ruhsal Bir Tehdit
Bir psikolog olarak baktığımda, en çok da normalleşme riskini görüyorum. İnsan zihni, sürekli maruz kaldığı şiddeti zamanla kanıksar. Haberlerde izlenen ölümler, yıkımlar, feryatlar bir süre sonra “alışılmış bir görüntüye” dönüşebilir. İşte bu, insanlığımız için en büyük tehlikedir. Çünkü bir toplum zalimliğe alışmaya başladığında, kendi içindeki adaletsizliklere de daha kolay göz yumar. “Bir şey yapamayız” cümlesi, aslında yapılabilecek onca şeyin önünde bir perdeye dönüşür.
Bir Şey Yapmak Mümkün mü?
Peki gerçekten hiçbir şey yapamayız mı? Elbette yapabiliriz. Öncelikle gündemde tutarak… Sessiz kalmayarak. Her platformda dile getirerek. Belki bir paylaşım, belki bir yazı, belki de çocuklarımıza bu konuyu anlatmak… Küçük gibi görünen bu adımlar, büyük bir farkındalığın tohumu olabilir. Çünkü susmak, “benimle ilgisi yok” demek, aslında zalimin işine gelen bir tavırdır.
Toplumun sessiz kaldığı noktalardan biri de acının “bizim coğrafyamızda uzak” sanılmasıdır. Oysa dünya artık uzak değil. Bir tuşla dünyanın öbür ucundaki görüntüyü izliyoruz. Bunca yakınlık varken, “bizi ilgilendirmez” diyebilmek, vicdanın sınırlarını zorlayan bir mazerettir. Acı, kilometre hesabı yapmaz. İnsanlık evrensel bir duygudur, evrensel bir sorumluluktur.
Gazze’nin Ruhsal Önemi ve Kolektif Empati
Gazze’nin gündemde kalması, sadece oradakilerin değil, buradakilerin de ruh sağlığı için önemlidir. Çünkü biz, duyarsızlaştıkça kendi içimizde de merhameti tüketiyoruz. Çocuklarımızın büyüdüğü dünyada, adaletsizliğe sessiz kalmanın normalleştiği bir kültür oluşuyor. Bu da gelecek nesillere aktaracağımız en ağır miras olur.
Şunu unutmamak gerekir: Sessizlik sadece pasif bir tavır değil, aynı zamanda aktif bir kabullenmedir. “Ben sesimi çıkarmıyorum” demek, “olanı kabul ediyorum” demektir. Oysa insan olmanın özü, haksızlığa karşı durabilmektir. Zulmü görüp sessiz kalan, aslında zulmün parçası olur. Bu kadar basit.
Farkındalık ve Dayanışmanın Gücü
Belki de bizlere düşen şey; sesimizi duyurmanın yollarını bulmak, kendi küçük çevremizden başlayarak farkındalık oluşturmaktır. Herkesin yapabileceği bir şey mutlaka vardır. Kimi yazar, kimi anlatır, kimi dua eder, kimi bir dayanışma etkinliği düzenler. Ama hiçbir şey yapmamak, işte asıl sorun budur.
Bugün Gazze için ses çıkarmak, yarın kendi şehrimizde, kendi ülkemizde bir adaletsizlik yaşandığında da ayağa kalkabilmenin ön koşuludur. Çünkü adalet duygusu bölünmez, parçalanmaz. Bir yerdeki adaletsizliğe göz yumarsak, kendi kapımıza geldiğinde kimseyi yanımızda bulamayız.
Son Söz: Sessizliğe Karşı İnsanlık Duruşu
Gazze’de yaşanan zulme sessiz kalmak, insanlık’ın en temel değerlerini kaybetmek anlamına geliyor. Ve biz, psikologlar olarak da, sıradan insanlar olarak da buna izin vermemeliyiz. Çünkü en çok da zulmün sıradanlaşmasına karşı mücadele etmemiz gerekiyor.
Bugün burada yazdığım satırlar belki bir çocuğun hayatını değiştirmez, belki bombaları durdurmaz. Ama en azından tarihe not düşer: “Biz sustukça zalim güçlendi.” Bu notu düşmek bile, belki bir gün sessizliği kıracak çığlığın ilk adımı olur.