Hepimiz en az bir kere duymuşuzdur Sigmund Freud ismini; belki izlediğimiz filmlerden, okuduğumuz kitaplardan, internetteki çeşitli esprilerden veya eğitim hayatımızdan. Bu kadar popüler bir karakter olmasının altında yatan sebep Freud’un ortaya attığı çarpıcı iddialardır.
Bu iddialar çocuğun gelişim dönemlerine “Psikoseksüel Evreler” isimlendirmesiyle başlar. Çocuğun anne ve baba figürüyle yaşadığı çatışmanın kişilik gelişiminin merkezinde yer alması çarpıcı iddialarındandır. Özellikle “Ödipus Kompleksi” kişinin bilinçdışı dünyasını şekillendiren evrensel bir çatışma modeli olarak yüz yılı aşkın süredir hem psikoloji hem de kültür eleştirisi alanlarında tartışılmaktadır.
Ancak bir kuram, her toplumda aynı şekilde karşılık bulmaz. Coğrafya, kültür, tarih ve dil; kuramın kendisini dönüştürebilir ve şekillendirip başka boyutlar kazandırabilir.
İşte bu dönüşümün Türkiye’deki en sıra dışı örneklerinden biri, Dr. İzzettin Şadan’dır. Psikanalizi sadece Batı’dan getirilen bir yöntem değil, yerel kültürümüzle buluşturan yaşayan bir düşünce biçimi olarak ele almıştır. Freud’un “Ödipus Kompleksi”ne karşılık olarak geliştirdiği “Peder Husumeti” kavramı, sadece bireyin babasıyla değil, toplumun otoriteyle olan çatışmasını da açıklamaya çalışır.
Bu yazımda, Freud’un kuramından yola çıkarak İzzettin Şadan’ın bu kavramları kültürümüzde konumlandırmaya çalışmasını anlamaya çalışacağız. Bununla birlikte Türk edebiyatı ve kolektif hafızasında baba figürüyle yaşanan çatışmaların izini sürüp değerlendireceğiz.
Psikanalizin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yorumlayıcıları: Sessiz Çevirilerden Yaratıcı Uyarlamalara
Psikanalizin Türk sınırlarına girişi yirminci yüzyılın başlarına tekabül eder. Osmanlı’nın son zamanlarına denk gelmektedir. Freud’un psikanalizi geliştirdiği dönemde, 1900’lerin başında Türkiye’ye giren bu kuramın klinik ve terapötik anlamda kurumsallaşması ancak 1990’larda mümkün olmuştur. Bu uzun gecikme üzerine çeşitli akademik değerlendirmeler yapılmış ve dikkat çekici bir tartışma alanı oluşmuştur (bkz. Gülerce, 2008; Küey, 2009; Habip, 2007; vb.).
Freud’un bu çalışmaları o dönemde Türk aydınlarının gözünden de kaçmamıştı. Bu dönemde psikanalitik düşüncenin ilk tanıtıcıları arasında Mustafa Hayrullah Diker ve Raşid Tahsin gibi isimler yer aldı. Diker, 1917’de Freud’un psikolojiye dair fikirlerini ele alan yazılar kaleme alırken, Raşid Tahsin ise psikanalizi klinik psikolojiye taşıyan öncülerden biri oldu.
Bu ilk dönem girişimleri, daha çok Freud’un fikirlerini tanıtmakla sınırlıydı ve derinlemesine bir kavramsal dönüşüm barındırmıyordu. Mustafa Şekip Tunç ve Hilmi Ziya Ülken gibi isimler psikanalizi sistematik biçimde tartışmaya açtıysa da bu tartışmalar daha çok teorik düzeyde kaldı. Bu bağlamda, psikanalizi yerelleştirme ve kavramsal olarak yeniden yapılandırma noktasında öne çıkan en özgün figür İzzettin Şadan oldu.
Fransa’daki eğitimiyle yalnızca kuramı aktarmakla yetinmeyen Şadan, Freud’un “Ödipus Kompleksi” kavramına karşılık “Peder Husumeti” terimini önerdi. Böylece babaya yönelik bilinçdışı çatışmayı, bireysel bir mesele olmanın ötesinde, toplumsal bir hesaplaşma düzeyinde yorumladı.
Onun bu yaklaşımı, psikanalitik düşüncenin Türk kültürüne özgün bir biçimde uyarlanmasında önemli bir eşik oluşturdu.
Peder Husumeti Kavramı: Ödipal Çatışmanın Yerli Sureti
İzzettin Şadan “Ödipus Kompleksi”ni yani onun deyimiyle “Ödipus Mufassılası” sadece çevirmekle yetinmemiş, onu Türk kültürünün içerisinde yeniden harmanlamış ve yeni bir kimlik kazandırmayı başarmıştır.
Şadan’a göre, Türk aile yapısında baba figürü yalnızca bir biyolojik ebeveyn değil, aynı zamanda otoriteyi, devleti, geleneği ve “kutsal” olanı temsil eden genişletilmiş bir yapıdır. Bu nedenle babaya duyulan öfke ya da çatışma sadece kişisel bir mesele değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik bir kırılma noktasıdır Şadan’a göre.
İşte tam bu bağlamda Şadan, Freud’un “Ödipus Kompleksi”ne karşılık gelen yerli kavramı ortaya koyar: “Peder Husumeti.” Bu terim, hem bireyin babaya karşı geliştirdiği bilinçdışı düşmanlığı hem de toplumun otoriteyle olan çatışmasını aynı anda içerir (Şadan, 1932/2013).
Freud’un kavramları, Şadan tarafından yalnızca birebir Türkçeye çevrilmemiş, aynı zamanda kültürel bağlama göre yeniden adlandırılmış ve inşa edilmiştir. Örneğin libido yerine “şehvânî kudret” veya “nefs kudreti”, bilinçdışı için “şuuraltı”, kompleks için “ruhi düğüm” ve rüya yorumu için “hülya tevîlâtı” gibi özgün karşılıklar üretmiştir (Şadan, 1932/2013).
Bu tercihler, Şadan’ın psikanalitik dili yalnızca aktarmadığını, onu yerli dile ve zihniyete göre dönüştürdüğünü göstermektedir.
Yerli Ödipuslar: Türk Kültüründe Baba-Oğul Çatışmasının İzleri
Şimdiye kadar Şadan’ın “Peder Husumeti”, Freud’un “Ödipus Kompleksi” dediği kavramı detaylandırdık. Peki ya edebiyatımızdaki ve kültürümüzdeki yansımaları var mı bu kavramların? Yerli efsanelere, dizilere, filmlere, kitaplara baktığımızda kafamızı çevirdiğimiz yerde mutlaka karşılaşabileceğimiz bir kavram bu aslında.
Erkek çocuğun baba figürünü rakip görüp anneyi idealize etmesi ve ortaya çıkan, kim bilir, bazen Freud ve Şadan’ı haklı çıkaracak durumlar oluşmuş diyebiliriz.
Efsanelerimizden “Leyla ile Mecnun”, “Kerem ile Aslı” gibi aşk anlatılarında da baba karşımıza çıkar. Burada baba yalnızca ebeveyn değil aynı zamanda toplumsal düzeni ve töreyi de temsil eden engelleyici bir figürdür; sevgiliye kavuşmak için bir duvardır. Kavuşmak için önce bu baba otoritesiyle hesaplaşmak gerekir; yani ödipal bir gerilim vardır diyebiliriz.
Bir başka ilginç örnek ise Mevlâna ile Şems ilişkisi gibi tasavvufi bağlamlarda karşımıza çıkar. Bu öğretmen-öğrenci ilişkisi, psikanalitik perspektiften bakıldığında ruhsal teslimiyetin ve içsel baba figürüyle hesaplaşmanın sembolü hâline gelebilir.
Şems burada “baba”dır; Mevlâna ise hem ona hayranlık duyar hem de ondan bağımsız bir hakikat inşa etme sancısı yaşar. Baba, burada fiziksel değil ama zihinsel bir figür olarak gölgede kalır ve çocuğun “kendilik” inşasını etkiler. Tasavvufun “benlikten geçme” anlayışı, psikanalizin “otoriteyle yüzleşerek bireyleşme” anlayışıyla düşündüğümüzde, bu bağ oldukça güçlü görünür.
Günümüze gelince örnekler farklılaşıyor. Sırf onaylanmak için babasının istediği bölümü seçenler, “Aslında babam hâlâ onaylamıyor” iç sesiyle yaşayanlar örnekleri daha farklı kılıyor. Böyle durumlarda anneyle daha derin duygusal bağlar gelişirken, babaya karşı yoğun öfke ve uzaklık baş gösteriyor.
E tabi ekranlardaki yansımalarından bahsetmezsek olmaz. Birkaç Türk dizisi örneği hepimizi düşündürtecek eminim; Kızılcık Şerbeti, Aile, Masumlar Apartmanı en iyi örneklerinden olacaktır.
Genel Değerlendirme: Ödipus’tan Peder’e, Kuramdan Kültüre
Edebiyat, mit, tasavvuf ve diziler… Hepsinde babanın yeri ayrı; kimi zaman seven, kimi zaman engelleyen, bazen de susan.
Bu yazıda Freud’un çizdiği baba figürünü ve “Ödipus Kompleksi” kavramından başlayıp onu yerelleştiren ve kültürümüzle harmanlayıp “Peder Husumeti” diyerek tekrar bir perspektif kazandıran Dr. İzzettin Şadan’dan bahsettik.
Bugün Türk toplumundaki baba figürünün edebiyattan dizilere kadar pek çok alanda benzer dinamiklerle karşımıza çıkması, bu kavramların hâlâ geçerli ve tartışmaya açık olduğunu gösteriyor.
Belki de psikanaliz hâlâ yazılmakta olan bir hikâye ve biz, o hikâyenin içindeyiz.
KAYNAKÇA
-
Aile (2023). Aile [TV dizisi]. Show TV.
-
Gülerce, A. (2008). Psikanalizin Türkçedeki serüveni: Gecikmiş bir karşılaşmanın izinde. Bağlam Yayınları.
-
Habip, N. (2007). Freud’un izinde: Türkiye’de psikanalizin serüveni. Cogito, 51, 77–95.
-
Kızılcık Şerbeti (2023). Kızılcık Şerbeti [TV dizisi]. Show TV.
-
Küey, L. (2009). Türkiye’de psikanalizin tarihi üzerine kısa bir bakış. Toplum ve Hekim, 24(4), 307–310.
-
Masumlar Apartmanı (2020–2022). Masumlar Apartmanı [TV dizisi]. TRT 1.
-
Şadan, İ. (2013). Rüya ve efsane: Psikanaliz ve ruhiyat (C. Can, Yay. Haz.). Metis Yayınları. (Orijinal çalışma 1932’de yayımlanmıştır.)
-
Tunç, M. Ş. (1926). Freud nazariyatı hakkında bir tetkik. Matbaa-i Amire.