Günümüz dünyasında başarı ve özgüven, neredeyse her alanda “başarıya giden yolun” temel taşları olarak sunulmaktadır. Bu atmosferde, “fake it till you make it” yani “başarana kadar rol yap” mottosu, kişisel gelişim literatürünün en çok tekrarlanan cümlelerinden biri haline gelmiştir.
Bu ifade, bireyin sahip olmadığı bir özgüveni veya yeterliliği davranışları aracılığıyla “taklit ederek” zamanla içselleştirmesini önerir. Ancak bu yaklaşım, psikolojik olarak her zaman güçlendirici sonuçlar doğurmaz; kimi zaman bireyin içsel bütünlüğünü zedeleyen bir “sahte benlik” performansına da dönüşebilir.
Bu makale, “fake it till you make it” anlayışını sosyal psikoloji, benlik kuramları ve klinik psikoloji perspektiflerinden ele alarak, sahte özgüvenin hangi koşullarda dönüştürücü; hangi durumlarda ise yıpratıcı hale geldiğini tartışmaktadır.
Psikolojik Temeller: Davranıştan Duyguya Giden Yol
“Fake it till you make it” yaklaşımı, davranışçı psikolojinin temel prensiplerinden biri olan davranışın duyguyu şekillendirdiği varsayımına dayanır. William James’in (1890) duyguların davranışın sonucu olarak oluştuğu yönündeki görüşü, bu felsefenin erken temellerini atmıştır.
Daha sonra Strack, Martin ve Stepper’ın (1988) ünlü “kalem deneyi” de yüz ifadesinin duygusal deneyimi etkileyebileceğini göstermiştir. Bu perspektiften bakıldığında, özgüvenli davranmak—örneğin dik durmak, göz teması kurmak veya kararlı bir tonda konuşmak—bireyin gerçekten daha özgüvenli hissetmesine yardımcı olabilir.
Benzer şekilde, self-perception theory (öz algı kuramı) de bireylerin kendi davranışlarını gözlemleyerek içsel durumlarını anlamlandırdıklarını öne sürer (Bem, 1972). Yani kişi “kendine güveniyormuş gibi” davrandığında, zihni bu davranışı “ben özgüvenliyim” şeklinde yorumlayabilir.
Bu açıdan bakıldığında, “fake it till you make it” yalnızca yüzeysel bir taklit değil, nöropsikolojik düzeyde bir yeniden yapılanma süreci olabilir.
Bununla birlikte, bu stratejinin sürdürülebilirliği bireyin içsel tutarlılığına bağlıdır. Eğer kişi kendi duygusal deneyimiyle tamamen çelişen bir davranışı zorla sürdürüyorsa, duygusal uyumsuzluk (emotional dissonance) ortaya çıkar. Bu durum, özellikle uzun süreli olduğunda anksiyete, tükenmişlik ve sahtecilik duygularını tetikleyebilir (Grandey, 2000).
Sosyokültürel Boyut: Performans Toplumu Ve Görünüşün İktidarı
“Fake it till you make it” anlayışı yalnızca bireysel bir strateji değil, çağdaş kültürün bir ürünü olarak da değerlendirilebilir. Byung-Chul Han’ın (2010) tanımladığı “performans toplumu”nda birey, sürekli olarak kendi benliğini pazarlamak, üretken ve pozitif görünmek zorundadır.
Bu bağlamda, “güçlüymüş gibi davranmak” artık yalnızca bir kişisel gelişim tavsiyesi değil, bir kültürel zorunluluk haline gelmiştir.
Sosyal medya, bu baskının en görünür alanıdır. Instagram ya da LinkedIn gibi platformlarda başarı, yalnızca elde edilen sonuçlarla değil, bu sonuçların nasıl “sunulduğuyla” ölçülmektedir.
Böylece birey, “başarılı görünmek” ile “başarılı olmak” arasındaki farkı giderek daha az ayırt eder. Bu süreç, Winnicott’un (1960) tanımladığı false self (sahte benlik) kavramını çağrıştırır: birey, çevrenin beklentilerini karşılamak için özgünlüğünden vazgeçer.
Öte yandan, sosyal psikoloji araştırmaları, davranışsal kimliklenmenin her zaman olumsuz sonuçlar doğurmadığını da göstermektedir. Ashforth ve Saks (1996), yeni bir işe başlayan bireylerin “role embracement” (rolü benimseme) sürecinde, başlangıçta “öyleymiş gibi davranmanın” mesleki kimliğin gelişimine katkıda bulunabileceğini belirtmiştir.
Burada kilit nokta, bu davranışın geçici bir adaptasyon süreci olmasıdır. Davranış içselleştirilip otantik hale geldiğinde, “fake it” süreci bir maskeden çok bir köprü işlevi görebilir.
Klinik Perspektif: Sahte Özgüvenden Kırılgan Benliğe
Klinik psikoloji, bu mottoda bir paradoksu açığa çıkarır: Sahte özgüven kimi zaman psikolojik esnekliği artırırken, kimi zaman benlik bütünlüğünü zedeleyebilir.
Sağlam bir öz-değer algısına sahip bireyler, “fake it till you make it” yaklaşımını geçici bir özgüven egzersizi olarak kullanabilir. Ancak kırılgan özsaygıya sahip bireylerde, bu strateji uzun vadede ters etki yaratabilir.
Narsisistik kişilik örgütlenmesine sahip bireylerde, dışsal başarı imajı içsel değersizlik duygusunu bastırmanın bir yolu haline gelebilir (Kernberg, 1975). Bu durumda “başarılı görünmek” gerçek yeterlilikten daha önemli hale gelir.
Diğer yandan, kronik mükemmeliyetçiliğe sahip kişiler için “make it” hiçbir zaman ulaşılabilir bir hedef değildir; dolayısıyla sürekli bir performans kaygısı oluşur (Flett & Hewitt, 2002).
Terapötik açıdan bakıldığında, amaç sahte davranışı ortadan kaldırmak değil, bireyin bu davranışın arkasındaki ihtiyaçları fark etmesini sağlamaktır.
Öz-şefkat temelli yaklaşımlar (Neff, 2003) ve farkındalık temelli terapiler (Kabat-Zinn, 1990), bireyin kendine karşı daha kabul edici bir tutum geliştirmesine yardımcı olur. Bu sayede kişi, “başarılı görünme” zorunluluğundan kurtularak, “yeterli olma” duygusuna daha içsel bir temelden ulaşabilir.
Sonuç
“Fake it till you make it” mottosu, çağımızın etkileyici ama en yanlış anlaşılan başarı reçetelerinden biridir. Bu yaklaşım, bireye davranışsal bir cesaret kazandırabilir; ancak duygusal farkındalıkla desteklenmediğinde yüzeysel bir performansa dönüşür.
Gerçek özgüven, sahte davranışın sürekli tekrarıyla değil; öz-değerin koşulsuz olarak kabul edilmesiyle inşa edilir.
Bu nedenle, bu mottoda vurgulanan “fake” kısmı tek başına değil, “make it” sürecindeki dönüşümle anlam kazanmalıdır. Başarı, çoğu zaman içsel bir bütünlük gerektirir; aksi halde maske, yüzün bir parçası haline gelir.
Kaynakça
Ashforth, B. E., & Saks, A. M. (1996). Socialization tactics: Longitudinal effects on newcomer adjustment. Academy of Management Journal, 39(1), 149–178.
Bem, D. J. (1972). Self-perception theory. In L. Berkowitz (Ed.), Advances in experimental social psychology (Vol. 6, pp. 1–62). Academic Press.
Flett, G. L., & Hewitt, P. L. (2002). Perfectionism and maladjustment: An overview of theoretical, definitional, and treatment issues. In G. L. Flett & P. L. Hewitt (Eds.), Perfectionism: Theory, research, and treatment (pp. 5–31). American Psychological Association.
Grandey, A. A. (2000). Emotional regulation in the workplace: A new way to conceptualize emotional labor. Journal of Occupational Health Psychology, 5(1), 95–110.
Han, B.-C. (2024). Yorgunluk Toplumu (D. İleri, Çev.). İstanbul: İnka Kitap.
James, W. (1890). The Principles of Psychology. Henry Holt and Company.
Kabat-Zinn, J. (1990). Full Catastrophe Living: Using the Wisdom of Your Body and Mind to Face Stress, Pain, and Illness. Delacorte.
Kernberg, O. F. (1975). Borderline Conditions and Pathological Narcissism. Jason Aronson.
Neff, K. D. (2003). Self-Compassion: An Alternative Conceptualization of a Healthy Attitude Toward Oneself. Self and Identity, 2(2), 85–101.
Strack, F., Martin, L. L., & Stepper, S. (1988). Inhibiting and facilitating conditions of the human smile: A nonobtrusive test of the facial feedback hypothesis. Journal of Personality and Social Psychology, 54(5), 768–777.
Winnicott, D. W. (1960). Ego distortion in terms of true and false self. In D. W. Winnicott, The Maturational Processes and the Facilitating Environment (pp. 140–152). Hogarth Press.


