Kaygı, kişinin mevcut zamanda ya da gelecekte, nasıl gelişeceği belirsiz olan ya da gerçekleşme olasılığı oldukça düşük bir duruma ilişkin hissettiği endişe ve huzursuzluk hali olarak tanımlanabilir. İnsanlar, psikolojik rahatsızlık yaratan olayları ve duyguları çoğu zaman reddetme, inkâr etme veya görmezden gelme eğilimindedir. Bu süreçte bireyler, hem içsel hem de dışsal bağlantılarını keserek çeşitli savunma mekanizmalarına başvururlar.
Ancak bastırılan ve bilinçdışına itilen bu duygular ya da çözümlenmemiş problemler, bireyin günlük yaşamında sürekli tedirginlik, huzursuzluk ve kaygı hissi yaratabilir (Kring & Johnson, 2015). Eğer kişi, hemen her durumda hatta küçük sorunlar karşısında bile sürekli endişe, gerginlik ve huzursuzluk yaşıyorsa, bu durum kaygı bozukluğunun başlangıcına işaret eder.
Kaygının Biyolojik Temelleri
Kaygı yaşayan bireylerde sempatik sinir sistemi etkinleşir. Bu durum, vücutta hızlı fizyolojik değişikliklerin meydana gelmesine yol açar. Organizma bir tür alarm durumuna geçer ve “savaş ya da kaç” tepkisi ortaya çıkar.
Aslında kaygı, temelde olumsuz değil, organizmanın çevresine uyum sağlamasına yardımcı olan koruyucu bir mekanizmadır. Kişinin içsel veya dışsal çevresinden gelen bir uyarıcı, amigdala tarafından tehdit olarak algılandığında bu bilgi hipotalamusa iletilir. Ardından hipotalamus, hipofiz bezini uyarır ve süreç adrenalin ile diğer hormonların salgılanmasına kadar ilerler.
Bu süreçte şu fizyolojik değişiklikler görülür:
-
Kalp atış hızı ve kan basıncı artar.
-
Solunum hızlanır.
-
Tükürük salgısı azalır, ağız kurur.
-
Adrenalin ve glukagon hormonları artar, kan şekeri yükselir.
-
Gözbebekleri büyür, kaslar gerilir, tüyler dikleşir.
Cannon, kaygının organizmanın bedensel dengeyi koruma çabasıyla ilişkili olduğunu belirtir. Bu denge bozulduğunda ya da yeniden kurulamadığında kaygı ortaya çıkar. Goldstein ise kaygıyı, bireyin sahip olduğu yetenekler ile çevresel beklentiler arasındaki uyumsuzlukla açıklar (Geçtan, 1978).
Doğal Kaygı ile Kaygı Bozukluğu Arasındaki Fark
Kaygı, tehdit veya belirsizlik içeren durumlara karşı organizmanın verdiği normal bir tepkidir. Örneğin sınav, iş görüşmesi veya önemli karar anlarında hissedilen kaygı, dikkati artırarak performansı geçici olarak yükseltebilir.
Ancak ortada somut bir tehdit yokken kaygı duygusu uzun süreli, yoğun ve kontrol edilemez hale geliyorsa bu durum artık bir ruh sağlığı sorunu olarak değerlendirilir. Bu tür kaygı bireyin işlevselliğini, sosyal ilişkilerini ve yaşam kalitesini olumsuz etkiler.
Kaygının Fiziksel ve Çevresel Tetikleyicileri
Kaygı her zaman duygusal veya psikolojik nedenlerden kaynaklanmaz. Bazı fiziksel etkenler de bu durumu tetikleyebilir:
-
Reçeteli ilaçlar (özellikle uyarıcı etkili olanlar)
-
Aşırı kafein tüketimi
-
Dengesiz beslenme veya uykusuzluk
Ayrıca yüksek sesler, belirli kokular veya çevresel stres unsurları da kaygıyı artırabilir. Bazı durumlarda tetikleyici, o kadar önemsiz ya da zararsız görünür ki, neden yoğun bir kaygı yarattığı anlaşılamaz. Bu da bastırılmış kaygının bilinçdışındaki etkisini gösterir.
Bastırılmış Kaygı ve Savunma Mekanizmaları
İnsan zihni, rahatsız edici duygularla baş edemediğinde onları bilinçdışına iter. Bu bastırma mekanizması, kısa vadede bireyi korurken uzun vadede sürekli bir gerginlik ve huzursuzluk yaratır. Bastırılmış kaygı, kişinin farkında olmadan davranışlarına, ilişkilerine ve düşünce biçimine sızar.
Bu tür bireylerde sıklıkla gözlemlenen özellikler:
-
Sürekli huzursuzluk ve tetikte olma hali
-
Ani sinirlenme veya ağlama nöbetleri
-
Bedensel belirtiler (mide ağrısı, baş dönmesi, kas gerginliği)
-
Sosyal ortamlarda kaçınma eğilimi
-
Duygularını ifade etmekte zorlanma
Bu belirtiler, kaygının bastırılmış biçiminin dışavurumlarıdır.
Kaygı ile Başa Çıkma Biçimleri
Kaygı tetikleyicileriyle baş etme biçimi kişiden kişiye farklılık gösterir. Bazı bireyler için tetikleyiciyle yüzleşmek kaygıyı azaltırken, bazıları için bu durum tam tersine kaygıyı şiddetlendirebilir. Bu nedenle bireysel farkındalık ve kişisel baş etme yöntemleri geliştirmek çok önemlidir.
Kaygıyla başa çıkmada önerilen psikolojik yaklaşımlar şunlardır:
-
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): Kaygı yaratan düşünceleri yeniden yapılandırmaya yardımcı olur.
-
Farkındalık ve meditasyon: Duygusal regülasyonu güçlendirir, bedensel gevşemeyi sağlar.
-
Duygusal farkındalık çalışmaları: Bastırılmış duyguların bilinç düzeyine çıkarılmasına yardımcı olur.
-
Fizyolojik dengeleme teknikleri: Derin nefes egzersizleri, kas gevşetme ve nefes farkındalığı yöntemleriyle sinir sistemini düzenler.
Sonuç
Kaygı, insan yaşamının doğal ve kaçınılmaz bir parçasıdır. Tehdit veya belirsizlik durumlarında organizmanın kendini korumasını sağlayan uyumlayıcı bir mekanizma olarak işlev görür. Ancak bu duygu, yoğunluğu ve süresi arttığında günlük yaşamı olumsuz etkileyen bir bozukluk haline gelir.
Kaygının nedenlerini anlamak, bastırılmış duygularla yüzleşmek ve kişiye özgü baş etme yolları geliştirmek, ruhsal dengenin korunmasında büyük önem taşır. Her bireyin kaygı deneyimi farklıdır; dolayısıyla tek bir doğru yol değil, kişinin kendine uygun dengeyi bulması esastır.
Kaygıyı bastırmak yerine onu anlamak ve dönüştürmek, ruhsal iyileşmenin ilk adımıdır.