Pazartesi, Ekim 20, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Ailemizden Taşan Yükler: Bizim Olmayan Duygularla Yaşamak

Bazı duygular vardır; ne kadar anlamaya çalışsak da kaynağını bulamayız. İçimizde açıklayamadığımız bir hüzün, sebepsiz bir öfke ya da sürekli tekrarladığımız aynı ilişkisel kalıplar… Bazen bu duyguların kökeni kendi yaşamımızda değil, bizden önce gelen nesillerin bastırılmış acılarında gizlidir. Farkında olmadan, ailemizin yarım kalmış hikâyelerini sürdürür, onların duygularını kendi duygularımız sanırız.

Modern psikoloji, artık yalnızca bireyin değil, ait olduğu ailenin de ruhsal dünyasının kişiliği şekillendirdiğini kabul ediyor. Ailemiz sadece genlerimizi değil, duygularını, korkularını ve travmalarını da bize aktarır. Bu görünmez aktarım bazen bir bakışta, bazen bir sessizlikte, bazen de yinelenen yaşam döngülerinde kendini belli eder.

Duygusal Mirasın Sessiz Aktarımı

Duygusal miras, aile içinde çözülmeden kalmış duyguların bilinçdışı yollarla sonraki kuşaklara geçmesidir. Bir kuşakta yaşanan kayıp, utanç, yas veya korku dile getirilemezse, duygusal enerji olarak sistemde asılı kalır. Bu bastırılmış duygular, yeni nesillerin yaşamına “nedensiz” bir ağırlık olarak sızar.

Örneğin, büyükannesinin savaş döneminde yaşadığı kaybı hiç konuşmamış bir kadın, yıllar sonra kendi torununda “nedensiz ayrılık korkusu” olarak bu duyguyu tekrar görebilir. Bu, yalnızca psikolojik bir benzetme değil; yapılan araştırmalar da travmaların epigenetik düzeyde bile aktarılabildiğini gösteriyor.

Freud’un bastırma kuramı, duyguların bastırıldığında yok olmadığını, yalnızca biçim değiştirerek geri döndüğünü söyler. Murray Bowen’ın sistemik yaklaşımı ise aileyi tek tek bireylerden çok, duygusal bir ağ olarak ele alır. Bir bireyde çözümlenmeyen duygu, ağın diğer noktalarına da yansır; yani ailede biri ağladığında, diğerleri susmak zorunda kalır.

“Benim Olmayan” Duygular

Çocuklar, duygusal atmosferi içgüdüsel olarak hisseder. Anne üzgünse, çocuk neşeli olmayı bırakır. Baba öfkesini bastırıyorsa, çocuk “öfke taşıyıcısı” olur. Ailede yas tutulmamışsa, çocuk o yasın sessiz tanığı haline gelir. Zamanla bu duygular kişisel kimliğin bir parçasıymış gibi hissedilir ama aslında aitlikleri başkadır.

Psikoterapist Anne Ancelin Schützenberger, “atalarımızın kaderlerini tekrar etme eğilimindeyiz” der. Bu tekrar, bilinçdışı bir sadakatin ürünüdür. Aile sistemi, unutulan duyguların hatırlanmasını ister. Birinin yaşamında “aynı türden kayıpların, aynı yaşta” tekrarlanması bile bazen bu sadakatin göstergesidir.

Bu noktada kişi kendi iç dünyasında şu soruyla karşılaşır:
“Bu his gerçekten bana mı ait, yoksa ailemin geçmişinden mi geldi?”
Bu farkındalık ilk başta sarsıcı olabilir; çünkü birey, kendi benliğini uzun süre başkalarının duygularıyla karıştırmıştır. Ancak fark etmek, duygusal özgürleşmenin ilk adımıdır.

Sessizliğin Travması

Bazı ailelerde geçmişin belirli bölümleri konuşulmaz. “Bu konuyu açma”, “Geçmişte kaldı” gibi ifadeler, travmanın üzerini örten sessizliklerdir. Oysa sessizlik, acıyı yok etmez; aksine onu gizli bir mirasa dönüştürür.

Ailede söylenmeyenler, duygusal dilde konuşulmaya devam eder. Bir çocuk, konuşulmayan bir kaybın ağırlığını sezebilir. Annesinin gözlerindeki kısa bir dalgınlık, babasının bir isme karşı verdiği ani tepki… Bunların her biri, çocuğun iç dünyasında “tehlike” olarak kodlanır. Bu nedenle yetişkin olduğunda, hiçbir şey olmadan tetiklenen korkular yaşayabilir.

Ivan Boszormenyi-Nagy bu görünmez bağlılıkları “sadakat bağı” olarak adlandırır. Kişi, ailesinin geçmişte yaşadığı acıya sadakat göstermek için bilinçdışı şekilde kendi mutluluğundan feragat edebilir. Örneğin, büyükannesinin mutsuz bir evliliği varsa, torun bilinçsizce “ben de mutlu olamam” inancını içselleştirir.

Ayrışma ve Şefkatle Dönüşüm

Kuşaklar arası aktarımı kırmak, bağları koparmak değil; onları fark edip yeniden tanımlamaktır. İyileşme, “benim duygum ne, ailemin duygusu ne?” sorusuyla başlar. Bu farkındalık, suçlama değil, şefkatle yaklaşmayı gerektirir.

Terapi sürecinde kişi, kendi hikâyesini aile hikâyesinden ayırmayı öğrenir. Bu, bir yüzleşme değil, bir onarma sürecidir. Köklerine öfke duymadan bakabildiğinde, hem kendini hem de atalarını özgürleştirir. Çünkü şefkat, bastırılmış duyguların çözülmesini sağlar.

Sistemik aile terapisi, bireyin ailesine karşı değil, ailesiyle birlikte iyileşmesini hedefler. Geçmişi değiştiremeyiz ama onun üzerimizdeki etkisini dönüştürebiliriz. Sevgiyle ayrışmak, hem kendimizi hem ailemizi onarmanın en güçlü yoludur.

Kendi Hikâyemizi Yazmak

Bazen en büyük cesaret, bize ait olmayan duyguları bırakmaktır.
Ailemizden taşan yükleri fark ettiğimizde, geçmişin zincirleri gevşer.
Artık annemizin korkularını, babamızın utancını ya da dedemizin yasını taşımak zorunda olmadığımızı anlarız.

Gerçek özgürlük, geçmişe başkaldırmakta değil, onu şefkatle anlamakta yatar.
Bizden önce gelenlerin acılarına saygı duyar, ama onların yarım bıraktığı hikâyeleri sürdürmek zorunda olmadığımızı biliriz.
O zaman ilk kez, gerçekten kendi yaşamımızı yazmaya başlarız.

Kaynakça

  • Bowen, M. (1978). Family Therapy in Clinical Practice. New York: Jason Aronson.

  • Schützenberger, A. A. (1998). The Ancestor Syndrome. London: Routledge.

  • Nagy, I. B., & Krasner, B. R. (1986). Between Give and Take: A Clinical Guide to Contextual Therapy. New York: Brunner/Mazel.

  • Freud, S. (1917). Introductory Lectures on Psychoanalysis. New York: Norton.

  • Van der Kolk, B. (2014). The Body Keeps the Score. New York: Viking Press.

  • Kellerman, N. P. F. (2001). “Transmission of Holocaust trauma—An integrative view.” Psychiatry, 64(3), 256–267.

  • Boszormenyi-Nagy, I. (1986). Contextual Therapy and Invisible Loyalties. New York: Brunner/Mazel.

Şehriban Özaydın
Şehriban Özaydın
Şehriban Özaydın, uzmanlik alanları arasında depresyon, kaygı bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ve çift terapisi yer almaktadır. З yıldır bireysel terapi ve çift terapileri ile çeşitli psikolojik sorunlar yaşayan bireylere yardımcı olmaktadır. Bunun yani sira, sürekli olarak psikoterapi, nöropsikoloji ve psikolojik degerlendirme alanlarında eğitim almakta ve güncel gelişmeleri takip etmektedir. Yöntem olarak bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme Tekniği (EMDR) psikoloji ekollerini kullanmaktadır. Şehriban Özaydın ayrıca psikoloji alanındaki seminerlere konuşmacı olarak katılmıştır. Çalışmalarında bireylerin psikolojik iyilik halini güçlendirmeye odaklanmakta, bu alandaki katkılarını arttırmaya devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar