Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Zamanın Aynasında Ruh; Mitden Psikolojiye

İnsanlık tarihi boyunca en çok sorulan sorulardan biri şuydu: “Ruh nedir?” Kimi zaman gökyüzündeki yıldızlara bakarak, kimi zaman da kalbin en derin kıvrımlarına dönerek bu soruya cevap aradık. Antik mitlerde Orpheus, yeraltına inerek sevdiğinin ruhunu ararken aslında insanın özlemle kendisini arayışını temsil ediyordu. Delfi Tapınağı’nın kapısına yazılan “Kendini bil” sözü, yüzyıllar boyunca yankılanan bir çağrı oldu.

Doğu’nun bilgeleri de aynı soruyu başka bir dille sordu: Buda için ruh, sürekli değişen bir bilinç akışıydı; Taoist düşüncede ise evrenin ritmiyle birlikte akan bir nefes. İslam coğrafyasında Mevlânâ, ruhu “göğe yükselmek isteyen bir kuş” olarak betimlerken, Gazâlî onu kalbin en gizli aynasında arıyordu.

Ruhun yolculuğu, insanlık kadar eski bir arayıştır. Antik Yunan’da Hipokrat, ruhu dört sıvının dengesinde arıyordu: Kanın coşkulu akışı “neşeli mizaç”ı, kara safranın ağırlığı “melankoli”yi simgeliyordu. Ona göre ruh, bedenden bağımsız değil; onunla işleyen bir dengeydi.

Türk düşüncesinde de ruh, yalnızca bireysel bir olgu değil, toplumun, kültürün ve tarihsel mirasın bir yansıması olarak ele alınmıştır. Modern psikoloji ile bu kadim öğretiler arasında görünmez bir köprü kurulabilir. Mindfulness ve meditasyon uygulamalarının, sufî ritüellerdeki farkındalık ve nefes çalışmaları ile paralellik göstermesi, hem bilimsel hem de kültürel bir bağ sunar. Bu durum, ruhu sadece bireysel değil, toplumsal ve tarihsel bir bağlamda anlamamıza da olanak tanır.

Bugün psikoloji, beynin kıvrımlarında, sinir ağlarının karmaşık düzeninde aynı soruyu yeniden soruyor. Ruh, mitlerden laboratuvarlara uzanan bu uzun yolculuğunda hâlâ gizemini koruyor. Belki de asıl cevap, tüm bu zamanların ortak aynasında saklı: İnsan, kendini bilmeye çalıştıkça ruhunun izlerini sürüyor.

Orta Çağ’dan Moderniteye

Orta Çağ, ruh anlayışının din ve felsefe ekseninde derinleştiği bir dönemdi. Batı’da Hristiyan düşünürler ruhu Tanrı’ya yönelen bir öz olarak ele aldı. Aziz Augustinus’a göre ruh, ilahi ışığın yeryüzündeki yansımasıydı; insan, Tanrı’ya yöneldikçe kendi özünü tanıyabilirdi (Augustine, 1998). İslam dünyasında ise ruh üzerine tartışmalar çok daha geniş bir alana yayıldı. Farabi ve İbn Sina, ruhu akıl ile ilişkilendirirken; Gazâlî, onun kalpte saklı bir sır olduğunu vurguladı (Al-Ghazali, 2001). Bu yaklaşım, sadece dini değil, aynı zamanda felsefi bir sorgulamanın da kapısını aralıyordu.

Moderniteye doğru ilerlerken ruh, yavaş yavaş felsefenin ve bilimin ortak tartışma alanına taşındı. Rönesans’ın özgürleştirici havasında insan yeniden merkeze alınırken, sanat eserleri bile ruhun derinliklerini yansıtmaya çalışıyordu. Ardından Descartes’in ünlü sözü geldi: “Cogito, ergo sum” – “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Bu ifade, ruhun artık yalnızca dini bir bağlamda değil, zihinsel ve felsefi bir gerçeklik olarak da ele alınmasının başlangıcı oldu (Descartes, 1998).

Modern bilimin yükselişiyle birlikte ruh, mistik bir sır olmaktan ziyade araştırılması gereken bir fenomen hâline geldi. Bu kırılma, psikolojinin bir gün bağımsız bir bilim dalı olmasının da zeminini hazırlıyordu.

Modern Psikolojinin Ruh Arayışı

  1. yüzyılın sonlarına doğru, ruhun bilimsel bir nesne olarak incelenmesi mümkün hâle geldi. Sigmund Freud, bilinçdışını keşfederken ruhu sadece bir gizem değil, aynı zamanda bir dinamik sistem olarak tanımladı (Freud, 1917). Rüyalar, bastırılmış arzular ve çocukluk deneyimleri, insanın içsel dünyasının kapılarını aralayan anahtarlar hâline geldi.

Carl Jung, Freud’un izinden giderek ruhu bireysel bilinçdışının ötesinde, kolektif bilinçdışıyla ilişkilendirdi. Arketipler, mitler ve semboller, insan ruhunun ortak hafızasında yankılanan izler olarak ortaya çıktı (Jung, 1964). Ruh hâlâ aynı soruyu soruyordu, ama yeni bir dil ile yanıt bulmaya çalışıyordu.

  1. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, davranışçılık ve bilişsel psikoloji ruhu daha gözlemlenebilir ve ölçülebilir boyutlarıyla incelemeye başladı. İnsan davranışları, beyin süreçleri ve dikkat mekanizmaları, artık deneyler ve laboratuvarlar aracılığıyla anlaşılabiliyordu (Skinner, 1953; Neisser, 1967).

Günümüzde nöropsikoloji ve bilinç araştırmaları, ruhu biyolojik temellerle birlikte anlamaya çalışıyor. Beynin elektriksel aktiviteleri, nörolojik bağlantılar ve meditasyonun beyin üzerindeki etkileri, kadim öğretilerdeki sezgisel bilgileri bilimsel bir düzlemde doğrulamaya başladı. Mindfulness gibi uygulamalar, Budist meditasyon tekniklerinden ilham alırken modern psikoterapinin bir parçası hâline geldi (Kabat-Zinn, 1990).

Ruh hâlâ gizemini koruyor; ama artık laboratuvarlar, klinikler ve teoriler aracılığıyla, kadimden güncele uzanan bir yolculukta daha somut bir ışık altında inceleniyor.

Ortak Ruh ve Kültürel Yansımaları

Ortak ruh, hem mitlerin hem tasavvufun hem de modern psikolojinin buluştuğu yerdir. Bu kavram bize şunu hatırlatır: İnsan ruhu yalnızca bireysel bir serüven değil, aynı zamanda insanlığın ortak hikâyesinin bir yansımasıdır. Toplulukların, medeniyetlerin ve insanlığın ortak bir hafızası vardır. Carl Jung, bunu “kolektif bilinçdışı” olarak adlandırır; mitlerde, masallarda ve sembollerde tekrar eden figürler, insanlığın ortak ruhundan yükselen seslerdir (Jung, 1964).

Türk edebiyatında ve tasavvuf geleneğinde bu ortak ruh, “vahdet” yani birlik anlayışıyla kendini gösterir. Yunus Emre’nin “Bir ben vardır bende benden içeri” dizeleri, bireysel ruhun aslında kolektif bir hakikatin parçası olduğunu ifade eder (Yunus Emre, 2002). Mevlânâ da Mesnevi’sinde insanı “okyanustaki bir damla”ya benzetir; damla ayrı görünse de aslında bütünle birdir (Mevlânâ, 2011).

Bugün modern psikoloji, toplumsal bilinç, kültürel aktarım ve kolektif travmalar üzerine çalışarak bu “ortak ruh”u farklı bir dille açıklamaya çalışıyor. Toplumların savaş, göç veya felaketlerle yaşadığı travmalar, bireylerin ruhuna da işleniyor. Böylece bireysel ruh ile toplumsal ruh arasındaki bağ daha görünür hâle geliyor (Volkan, 2004). O halde toplumların kendilerine has ruhları çalışılması gereken bir alan olarak karşımıza çıkar.

Türk Ruhu: Orhun Yazıtları’nda Bilge Kağan’ın “Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım” ifadesi (Kül Tigin Yazıtı, 8. yy), bireysel yorgunluğu aşarak toplumsal bir görev bilincine dönüşmüştür. Bu, ortak ruhun erken bir örneğidir. Yunus Emre’nin şiirlerinde “sevgi” ortak paydadır; bireysel değil, toplumsal bir kurtuluş dili kurar.

Sömürge Ruhu: Fanon (1961), sömürgeciliğin toplumların ruhunu yaraladığını, bireylerin kimliklerini yabancı gözle kurmaya zorladığını belirtir. Bu, parçalanmış bir ortak ruhtur; yabancı tahakküm altında şekillenen bir “bizlik.”

Dijital Çağda Ortak Ruh

Ortak ruh, artık yalnızca tarihsel metinlerde, edebî eserlerde ya da dini sembollerde görünmüyor; sosyal medyanın gündelik paylaşımlarında da kendini açığa vuruyor. Bir videonun altına “Bu ben” ya da “Tam bizlik” yazmak, bireyin yaşadığı deneyimi kendi topluluğuyla paylaşmasının en güncel yollarından biridir.

Bu kısa ifadeler, görünüşte basit olsa da, aslında kadim “biz bilinci”nin dijital çağdaki yansımalarıdır. Eskiden aynı sofrada oturmak, aynı şiiri dinlemek ya da aynı destanı paylaşmak nasıl bir “ortak ruh” inşa ediyorsa, bugün de dijital ortamda kurulan bu küçük ortaklıklar aynı işlevi görmektedir.

Modern psikoloji, bu fenomeni “ortak kimlik” ve “aidiyet” duygusu çerçevesinde açıklıyor. Sosyal medyada paylaşılan bir espri, bir trajedi ya da bir sevinç, bireysel bir deneyimi kolektif bir duyguya dönüştürüyor. Böylece dijitalleşen dünyada yeni bir “modern ortak ruh” doğuyor: hem bireysel hem de toplumsal sınırları aşan, küresel ve hızlı bir ortaklık biçimi.

Azize Uyar
Azize Uyar
Azize Uyar, Yıldız Teknik Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik öğrencisidir. Eğitim Bilimleri Bölümünde asistan öğrenci olarak görev almış, Türk PDR Derneği’ne bağlı Psikolojik Danışmanlar Öğrenci Konseyi’nde üniversite temsilci başkanlığı görevini yürütmüştür. Çeşitli kurumlarda staj deneyimi bulunmaktadır. Aile Danışmanlığı eğitimini tamamlamış, Sanat Terapisi, Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Pozitif Psikoloji alanlarında eğitimler almıştır. Gençlik ve çocuklarla sosyal sorumluluk projelerinde gönüllü olarak aktif rol üstlenmiş, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın Kültür-Sanat yarışmalarında iki kez ödüllendirilmiştir. Yazılarını içgörüyle ve anlaşılır bir dille kaleme alan Uyar’ın ilk yazısı ARKETİPDOK dergisinde yayımlanmıştır. Akademik gelişimine aktif olarak devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar