Kültürel Slogan Olarak “En İyi Versiyon”
En iyi versiyon ifadesi, son yılların kültürel ikliminde bir slogan gibi dolaşmaktadır. Sosyal medyanın sürekli yenilenen sahnelerinde, kişisel gelişim literatürünün vaatlerinde ve motivasyon konuşmalarının ritmik tekrarlarında aynı çağrının izleri sürülmektedir. İnsan, eksik ve tamamlanması gereken bir taslak olarak kurgulanmakta; her yeni gün, daha üretken, daha başarılı, daha parlak bir benliğe davet olarak değerlendirilmektedir. Oysa insan varoluşu, basitçe güncellenebilen bir yazılım ya da düzeltilebilen bir müsvedde değildir. Heidegger’in perspektifine göre insan, “dünya-içinde-varlık”tır; yani kusurlarıyla, belirsizlikleriyle, çıkmazlarıyla ve açmazlarıyla dünyaya atılmış bir varlıktır. Ve bu atılmışlık hâli, hiçbir “versiyon güncellemesi” ile aşılmamaktadır.
Kusurun Parıltısı
Mükemmeliyet ideali, çoğu kez ışık gibi görünse de esasında göz kamaştırıcı bir sis yaratmaktadır insana. Çatlakları gizlemek için cilalanan bir yüzey, ışığı içine alamaz; hatalarından arındırılmış bir hikâye ise sahiciliğini kaybeder. Kusurlar ve eksiklikler yalnızca yük değil; aynı zamanda insanı insan kılan izlerdir. Kierkegaard’ın dediği gibi, “insan tamamlanmamış bir varlıktır ve bu eksiklik onu özgürlüğe mahkûm eder.” Çatlaklardan sızan ışık, yaşamın hakikî parıltısını oluşturur. Kusursuzluğu rota olarak benimsemek yerine kusurla birlikte var olmayı öğrenmek, benliğin daha sahici bir kabulüdür. Çünkü insan, tam da kusurlarının ağırlığında kök salar, hatalarının gölgesinde kendine özgü bir hakikat bulur.
Eksiklikle Barışmak
En iyi versiyon yanılsaması, bireyi kendi gölgesine doğru koşturan bir hayaldir. Daha üretken, daha güçlü, daha başarılı olma döngüsüne kapılıp giden modern insan, günün sonunda kendi yorgunluğunun ağırlığı altında ezilmektedir. Sartre’ın özgürlük anlayışı ise şunu hatırlatmaktadır: İnsan, sürekli bir seçim yapmaya mahkûmdur ve bu seçimlerin yükü kusurların reddi veya telafisi ile hafifletilememektedir. Eksiklik, yok edilmesi gereken bir kusur, baş edilmesi gereken bir düşman değil; insanın yol arkadaşıdır. Onu düşman kılmak yerine dost bilmek, psikolojik esnekliğin kapısını aralar. Yaşam kusurları silmek değil; onlarla birlikte ve hatta onların doğrultusunda hareket etmektir. Belki de eksiklik, insanın varoluşsal çağrısının en samimi işaretidir.
Tek Zirve Yanılsaması
Hayat, tek bir zirveden ibaret olmamakla beraber, bir zirveye ulaşmak gibi nihai bir hedefle sınırlandırılamayacak kadar öznel deneyimler içermektedir. Sonsuz alternatife sahip yollar, geri dönüşler ve çıkmaz sokaklarla örülmüş bir yolculuktur. “En iyi versiyon” fikri, bu çok katmanlı yolculuğu tekdüze bir maratona indirgemektedir. Oysa insan zirveye vardığında değil; beklenmedik yol ayrımlarında ve engebelerde varlığını en yoğun biçimde hisseder. Nietzsche’nin “olmaya yazgılı olduğun kişi ol” çağrısı, bir doruğa ulaşma idealiyle yola çıkmayı değil, yolculuğun bütün hallerini kucaklamayı işaret etmektedir. İnsan, tıpkı bir nehir gibi, yolculuğunda kıvrılır, taşar, bazen bulanıklaşır ve bazen berraklaşır. O nehir yalnızca denize ulaştığında değil, kıyılarından taşarak da anlam kazanır.
Düşünceli Mola
Kusursuzluğu arzulayan modern çağın insanı, sürekli bir ilerleme baskısıyla tüketmektedir kendini. Dinlenmek bile verimlilik kılıfıyla meşrulaştırılmakta, boş zaman dahi bir performans alanına dönüştürülmektedir. Oysa beden ve zihin yorgunluğu da yaşamın dokusuna aittir. Melankoli, duraklama, tembellik anları insanı eksiltmez; aksine düşüncenin derinleşmesine alan açar. Walter Benjamin’in sözünü ettiği “düşünceli mola”, yaşamın anlamını çoğu kez üretkenlikten daha fazla açığa çıkarmaktadır. Tembellik, yüzeysel bir kayıtsızlık değil, bazen içsel bir yankının duyulmasını sağlayan sessizliktir. Belki de insanın ulaşmayı arzuladığı versiyonu en iyisi değil, en gerçek versiyonu olmalıdır: yorulan, tökezleyen, ara veren, yeniden başlayan…
İnsan Olmanın Kırılganlığı
İnsan olmanın özü ve en sahici yanı, kusursuzluk değil kırılganlıktır. Modern idealin sunduğu pürüzsüz benlik ideali, insanı kendi insaniyetinden uzaklaştırmaktadır. Winnicott’un “yeterince iyi ebeveyn” kavramı, kusurlu ama sahici olanın da yaşamı taşıyabileceğini hatırlatır. Aynı şekilde, “yeterince iyi insan” olma fikri, en iyi versiyon yanılsamasının karşısına insancıl bir alternatif olarak çıkar. Bireyin kendi yaralarıyla, eksiklikleriyle, hatalarıyla barışması; ruhsal dayanıklılığın en sahici biçimini oluşturur. Çünkü insan, kırılganlığını reddettiğinde değil, kırılganlığını tanıyıp sahiplendiğinde kendi özüne yaklaşır. Kırılganlık, bir zayıflık değil, insan olmanın ontolojik imzasıdır.
Sonuç Yerine: Yanılsamanın Ötesinde Bir Benlik
“En iyi versiyon” ideali, modern kültürün cazip bir yanılsamasıdır. Ancak bu ideali kovalamak, bireyi kendi yarım kalmışlığını reddetmeye ve benliğinin izdüşümüne yabancılaşmaya sürüklemektedir. Oysa asıl mesele, en iyi versiyona ulaşmak değil; her hâliyle varlığı kabul edebilmektir. Eksiklik, kusur, kırılganlık ve yorgunluk yaşamın asli parçalarıdır. İnsan, tıpkı çatlağından ışık sızan bir çömlek gibi, kusurlarıyla ışık taşır. Belki de gerçek özgürlük, kusursuzluğun peşinde kendini tüketmekle değil; eksik olanla birlikte var olmayı öğrenmektedir.


