Salı, Ekim 21, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Zihnin Karanlık Odasında: Sessizlik, Pessoa ve Üçüncü Göz

Bilinç, içsel huzursuzluğun sessizlikle dönüşebileceği bir alan olabilir mi?
Zihnimiz bazen susmak bilmeyen bir anlatıcıya dönüşür; düşünceler, hisler ve farkındalıklar üst üste biner. Bu yoğunluk, acaba içsel bir sessizliğe evrilebilir mi? Sessizlik, bir boşluk mu yoksa başka bir bilinç hâline açılan bir geçit midir?

Bu içsel uğultunun anlamını hem edebiyat hem de beyin bilimi aracılığıyla anlamaya çalışabiliriz. Özellikle Portekizli yazar Fernando Pessoa, huzursuzluğu varoluşun temel dokusu olarak görür. Onun kelimeleriyle: “Hayatımın her anı, kendimi yaşamamakla geçti.” Bu söz yalnızca karamsar bir iç çekiş değil, aynı zamanda derin bir içsel farkındalığın da ifadesidir. Günümüzde yapılan psikolojik araştırmalar, huzursuzluğu kimi zaman zihnin “uyanık” hâli, yani yoğun bir bilinç açıklığı biçiminde değerlendirmektedir.

Beyindeki Sessizlik: Epifiz Bezinin Derinliği

İç dünyamızı şekillendiren bu sessizlik hâline nörobiyolojik düzeyde eşlik eden yapılar da vardır; bunların başında epifiz bezi gelir. Beynin tam ortasında yer alan ve minik bir çam kozalağını andıran bu yapı, düşündüğümüzden çok daha fazlasını yapar. Melatonin üreterek biyolojik saatimizi düzenler. Aynı zamanda, beynin hipotalamus bölgesinde bulunan ve günlük ritmimizi yöneten Suprachiasmatic Nucleus’un (SCN) dengeli çalışmasına da katkı sağlar. Bu sayede bedenimizi geceyle uyumlu hâle getirir.

Ancak işlevi yalnızca bununla sınırlı değildir. Bazı görüşlere göre, epifiz bezi bilinç hâllerimizde ve ruhsal deneyimlerimizde de önemli bir rol oynar. Karanlıkta aktifleştiği bilinmektedir; tıpkı içimize döndüğümüz sessiz anlarda olduğu gibi. Bu nedenle birçok gelenekte “üçüncü göz” olarak anılır ve sezgi, içgörü ile farkındalıkla ilişkilendirilir. Kozalağı andıran şekli de belki sadece bir rastlantı değildir; çünkü birçok eski kültürde bu sembol, zihinsel uyanışın işareti olarak kabul edilir.

Üçüncü Gözle Bakmak: Pessoa’nın İç Dünyası

Epifiz bezinin bu işlevini kavramak, Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı’nda yansıttığı içsel çatışmalarla ve varoluşsal sorgulamalarla dolu karanlık edebi evrenini bizim daha derinlemesine anlayabilmemizi sağlar. Düzenli uyku, doğal ışıkla temas ve meditasyon gibi alışkanlıkları hayatımıza dahil ederek biz de epifiz bezimizin sağlıklı çalışmasına destek olabiliriz. Bu sayede huzursuzluğu tamamen ortadan kaldıramasak da, onunla daha baş edilebilir bir ilişki kurabiliriz.

Özellikle meditasyon sayesinde, epifiz bezimizin salgıladığı melatonin ve serotonin gibi hormonların dengelenmesine katkı sağlayabilir; böylece zihinsel berraklık ve duygusal dengeyi birlikte inşa edebiliriz. Sessizliğe yönelme pratiği, bizim kendi iç dünyamıza yaklaşmamıza, düşüncelerimizi gözlemlememize ve farkındalığımızı artırmamıza yardımcı olur. Pessoa’nın huzursuzluk üzerine düşünceleri, zaman zaman varoluşsal sorgulamalarla iç içe geçer. “Huzursuzluğum benim özümdür” diyerek bu içsel çatışmanın kaçınılmazlığını vurgular.

Pessoa’nın yaşadığı bu huzursuzluk, tıpkı epifiz bezinin yalnızca karanlıkta aktifleşmesi gibi, içe dönük bir sessizlikten besleniyor olabilir. Pessoa’nın varoluşsal sorgulamaları, meditasyonun zihni arındırıcı etkisi ve epifiz bezinin ritmik işleyişi; bilinç hâllerini çok katmanlı bir perspektiften değerlendirmemizi sağlar. Sessizlik, belki de huzursuzluğun içinde gizli kalmış bir geçittir. Pessoa’nın dediği gibi: “Hiçbir şey olmamak, her şey olmaya bir başlangıçtır.” Bazen gerçekten değişebilmek için, önce kendimizi sıfırlamamız gerekir. Sessizlik de bu yeniden başlama anının kapısını aralayabilir.

Gündelik Yaşamda Sessizlikle Buluşmak İçin Neler Yapabiliriz?

İçsel huzura ulaşmak, dış dünyayı değiştirmekten çok kendi iç sesimizi duymayı öğrenmekle başlar. Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı’nda karşımıza çıkan varoluşsal sorgulamalar, epifiz bezinin karanlıkta sessizce çalışan doğası ve meditasyonun zihni durulaştıran etkisi birleştiğinde, bizlere de şu soruyu sorar: Kendi içsel sessizliğimizle ne kadar temas hâlindeyiz?

Bu soruya yanıt ararken atılabilecek bazı küçük ama etkili adımlar:
Düzenli Uyku: Epifiz bezinin sağlıklı melatonin üretimi için karanlıkta, mümkünse aynı saat aralıklarında uyumak biyolojik ritmi destekler. Mavi ışığı sınırlamak da epifizin işlevini korumada yardımcıdır.
Doğal Işıkla Temas: Sabah saatlerinde güneş ışığında yapılacak kısa yürüyüşler sadece ritmi değil, ruh hâlini de olumlu yönde etkiler. Gün içinde pencere kenarında zaman geçirmek de bu etkiyi sürdürebilir.
Zihinsel Alan Açmak: Günün belli anlarında sessiz bir ortam yaratmak, dijital ekranlardan uzaklaşmak ve uyaranları azaltmak; zihnin berraklaşmasını ve bedensel gevşemeyi sağlar. Sessizlikte geçirilen zaman, farkındalığı güçlendirir.
Bilinçli Nefesle Dinginleşmek: Gün içinde belirli anlarda nefese yönelmek; diyaframatik nefes (deep belly breathing) gibi derin ve yavaş nefes alışverişleri, zihinsel gevşemeyi artırır. Bu pratikler hem epifiz bezinindesteklediği hormonal dengeyi güçlendirir hem de içsel sessizliğe geçişi kolaylaştırır.
Hayal Kurma Zamanları: Sessiz anlarda zihni boş bırakmak, yaratıcı düşünceler için alan açar. Bu durum epifizin sezgiyle ilişkilendirilen yönüyle örtüşür ve bilinçaltı işlemeyi destekler.

Derin Sessizliğe Doğru: Son Bir Bakış

Zihinsel sessizlik, çoğu zaman bir yokluk değil, daha derin bir varoluş biçimidir. Pessoa’nın huzursuzluğu da tam bu noktada anlam kazanır: İçsel karmaşanın ortasında dahi bir bilinç ışığı yanabilir. Epifiz bezi, bedenin biyolojik ritmini düzenlerken; meditasyon ve sessizlik, zihnin ritmini bulmasına yardım eder. Her birey kendi iç karanlığında bir tür “üçüncü göz” keşfedebilir. Bu göz, dış dünyayı değil, içerideki sessizliği görmeye başlar. Ve belki de asıl huzur, tüm gürültünün ardından gelen bu derin sessizlikte gizlidir.

Kaynakça
● Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Can Yayınları, 2022.

Elif TEZER
Elif TEZER
Saint Michel Fransız Lisesi’nin ardından, akademik hedefim doğrultusunda Fransa’da Strasbourg Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldum. Lisans eğitimim süresince farklı alanlarda gerçekleştirdiğim stajlarla teorik bilgilerimi uygulamaya dökme fırsatı buldum. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Klinik Nöropsikoloji Laboratuvarı’nda; Parkinson, Alzheimer, epilepsi ve afazi gibi çeşitli nörolojik hastalıklarla ilgili vaka gözlemleri gerçekleştirdim. Ayrıca, Strasbourg’ta bulunan EHPAD Danube yaşlı bakım evinde uzun dönemli staj yaparak yaşlı bireylerle çalışma konusunda değerli deneyimler edindim. Sosyal sorumluluk bilinciyle Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nda çocuklara yaşam becerileri kazandırmaya yönelik gönüllü faaliyetlerde bulundum. Üniversite dönemimde Bilişsel Davranışçı Terapi üzerine seçmeli dersler alarak bu alandaki teorik ve uygulamalı bilgimi derinleştirdim. Psikolojiye olan tutkumun yanı sıra, sanata ve özellikle sanat terapisine büyük bir ilgi duyuyorum. Yaratıcılığın iyileştirici gücüne inanıyor, bu alanda kendimi geliştirmeye devam ediyorum. Psikolojinin multidisipliner yapısı sayesinde, farklı disiplinlerle kesişen pek çok perspektiften yazılar kaleme almayı hedefliyorum. Yazılarımı keyifle okumanız dileğiyle...

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar