Zamanın bazen çok hızlı, bazen çok yavaş gittiğini hissederiz. 24 saatlik dilim bazen aynı evin içinde bile bireyler tarafından farklı yaşanır. Çok sevdiğimiz bir yere giderken ya da beklediğimiz bir iş görüşmesini beklerken saatler saniye gibi gelir. Bir yere son kez bakarken veya güzel bir tatilden dönerken ise bir saat bile yılmış gibi geçer. Neden peki? Bu kadar nesnel ve ölçülebilen bir şeyin hissedilebilir bir şekilde farklı olmasının sebebi nedir?
Aslında hepimiz, rutinlerimiz içinde eriyip giden varlıklarız. Haftalık ya da günlük planlarımıza göre zamanımızı ve onun nesnelliğini şekillendiririz. Birçoğumuz haftalık planlarını yaparken mesela Cuma ve Cumartesi günlerini doldurmayı iple çekeriz ama Pazar günü işi bekleyeceğimiz için oraya pek bir şey koymayız. Çünkü onu beklerken zaman hızlı geçecek, biliyoruz.
Bu algı sadece yetişkinlik zamanlarında olmaz; daha geniş bir çerçeveye serdiğimizde çocukken bile aslında büyümeyi beklerken zamanın nasıl hızlı geçtiğini fark edemezdik. Bize yavaş gelirdi, bir an önce büyümek isterdik. Yetişkinliğe geçtikten sonra fark ediyoruz ki aslında şimdi zaman ellerimizden kayıp gidiyor gibi. Aslında zaman hiçbir yere gitmiyor, bir yıl hâlâ 365 gün. Bunu değiştirense bizim bakış açımız.
Bu öznel farkı gelişim psikolojisi de destekler. Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre yaşamımızın her dönemi farklı bir çatışma veya ikilem etrafında şekillenir. Örneğin genç yetişkinlik döneminde yakınlık vs. izolasyon, orta yaş döneminde üretkenlik vs. durgunluk gibi. Zamanın akışı ise burada kendini bize ‘her yaş grubu döneminde çözmemiz gereken bir çatışma’ olarak gösterir. Ve bu aşamalar yetişkinlikte son bulmaz, yaşlılığa; yaşamın sonuna kadar bizimle beraber gelirler.
Yaşlılıkta çözmemiz gereken çatışma ise ‘benlik bütünlüğü vs. umutsuzluk’ olarak geçer. Zamanı her yaş döneminde farklı algılamamızın bir sebebi de budur. Her çatışma grubunda zaman yalnızca akıp geçen saatler değildir, o dönemde hangi ihtiyacı karşılamamız gerektiği ve bizim nereye yöneldiğimizdir. Erikson’un teorisini özetlemek gerekirse, bu çocuk için bir an önce yetişkin olabilmek, genç yetişkin için bağ kurabilmek, yaşlılar için ise geçmişinden anlam çıkarmaktır. Yani zaman aslında dıştan gelen bir ölçümün yanında içsel de bir yolculuktur.
Zimbardo ve Zaman Perspektifi
Zimbardo’nun Zaman Perspektifi kuramı bu öznel farkı daha basitleştirilmiş şekilde açıklar. Az önce de dediğimiz gibi Zimbardo’ya göre de zaman yalnızca dışsal ölçümlere bağlı olarak ilerlemez. Bizim ona nasıl baktığımız zamanın nasıl yaşandığını da etkiler.
O’na göre bazı insanlar geçmişi olumlu bir bakış açısıyla ele alıp nostalji ve minnet duygularını yaşarken, kimileri de geçmişi hayal kırıklıklarıyla anar. Farklılık gösteren bu bakış açıları yalnızca zamana bakış açımızı değil, aynı zamanda stres hormonlarımızı ve kararlarımızı; hatta mutluluğumuzu etkiler.
Geçmiş-olumlu odağı olan bir insan anılarını sıcak, güven kaynağı olarak yaşar ama geçmiş-olumsuz odaklı birisine hatıraları sırtında bir yük daha oluşturur. Hedonistik bireyler ise anın tadını çıkarmaktan sorumluluklarına vakit ayıramaz. Gelecek odaklı kişiler ise aslında hepimizin yakından tanıdığı üretken ama şimdiyi ellerinden kaçıran insanlardır.
Zimbardo’ya göre zaman yalnızca yaşımızdan, bizi oluşturan rutinlerden ibaret değildir. Aynı zamanda hayata hangi pencereden baktığımız ve bakarken neler hissettiğimizdir. Bazıları geçmişte kalır, anıları içinde yaşar; bazıları anın keyfini çıkarır; bazıları da geleceği düşünüp durur. Tam da bu farklılıklar yüzünden 24 saat bile kimine günler, kimine saniyeler gibi hissettirir.
Varoluşçu Psikoloji ve Zaman
Heidegger, Sein und Zeit kitabında insanın varlığının zamanla sınırlı olduğunu söyler. Hepimizin dünyaya ‘fırlatılmış’ bireyler olduğunu ve bir gün ölümün olduğunu bildiğimizi ifade eder. Bize verilen bu bilinç yaşamın en belirleyici etkenidir diye ekler. Sonsuz olmadığımızı bildiğimizde, zaman aldığımız her bir aksiyonun değerini belirleyici hale gelir. Ama aynı zamanda yüklenen bu kaygı, bireyi özgürleştirici rolünü üstlenir. Hayatın bir gün zaten biteceğini bize anımsatır ve o anda gerçekten önemli olana odaklanmamız gerektiğini vurgular.
Yalom gibi varoluşçu kuramcılar ise ölümün düşüncesiyle yüzleşildiğinde bireylerin kendilerinde daha bilinçli yaşama dürtülerini vurgular. Bu dürtü ve onun getirdiği farkındalık terapi süreçlerinde sıkça kullanılır. Çünkü ölümün eninde sonunda yaşanacağını bilmek insana yalnızca kaygı yüklemez, aynı zamanda daha bilinçli ve otantik bir şekilde yaşamanın da motivasyonunu getirir.
Zamanın Öznel Deneyimi
Son yıllarda zamanla olan ilişkimde ben de bu temaları fark etmeye başladım. Yeni bir yerde, yeni insanlarla olduğum her gün sanki 24 saatten fazla; bitmek bilmeyen bir zaman dilimiydi. Her sokak, her yeni alışkanlık aklımın içinde iz bırakıyordu. Zaman geçtikçe ve ısınmaya başladıkça günler sanki dakikalar gibi gelmeye başladı. Artık elimden kayıp gitmesine engel olamadığım bir kavram haline geldi.
Bu yüzden zamanın aslında saatlerden oluşmadığını, deneyimlerimde ve anı yaşamakta olduğunu düşünüyorum. Bize yeni gelen her şey aslında zamanı genişletir, rutinlerimiz ise onu daraltır. Burada ne hissedeceğimizi seçmek bizim elimizde. Heidegger’in söylediği gibi, bu sınırlılık bilinci aslında bir davet olarak görülebilir: değerli olana, yani o ana odaklanmak.
Aslında bu farklılıkların hepsi kaygı değil; yaşamı anlamlı kılmak için verilen bir fırsattır. Zamanla savaşıp peşinden koşmaktansa onunla akışta kalabilmeyi ve beraber akabilmeyi öğrenmek gerekir.
Kaynakça
-
Erikson, E. H. (2018). Çocukluk ve Toplum. (Çev. S. Alptekin). Pinhan Yayıncılık.
-
Zimbardo, P. G., & Boyd, J. (2014). Zamanın Psikolojisi. (Çev. B. Ersöz). Alfa Yayıncılık.
-
Heidegger, M. (2008). Varlık ve Zaman. (Çev. Kaan H. Ökten). Agora Kitaplığı.
-
Yalom, I. D. (2019). Varoluşçu Psikoterapi. (Çev. Z. Babayiğit). Pegasus Yayınları.


