Bazı davalarda şahitler vazgeçilmez bir etken ve davanın gidişatını kritik bir biçimde değiştirebilecek güçtür. Şahitlerin verdiği ifadeler bir kişinin kaderini bile belirleyebilirken nasıl oluyor da bunun kontrolü yapılıyor? Yemin etmeye şart koşarak kasıtlı olarak yanlış ifade veren tanıklara karşı bir önlem getirilse de yalancı şahitlik konusunun farklı bir boyutu daha var. Bu yazımda yalancı şahitlik konusunu işleyeceğim.
Yalancı şahitlik düşündüğümüz zaman genelde kasıtlı olarak yalan söyleyen, karşısındaki insana zarar vermek isteyen kimseler aklımıza gelse de gerçek durum bundan daha farklı. Kişi gerçekten yaşadığını düşündüğü bir hikâyeyi anlatarak gerçekten farklı bir hikâye anlatabilir hem de farkında olmadan! Hem de bu oldukça sık rastlanan bir durumdur çünkü insan beyni her ne kadar gelişmiş olsa da içten ve dıştan etkilenebileceği çok fazla etken var. Özellikle konu hafıza olduğu zaman bu durum daha fazla.
Hafıza Yanılsaması: Elizabeth Loftus Deneyi
1974 yılında Amerikan psikolog Elizabeth Loftus’un yaptığı çalışma bize bunu kanıtlar nitelikte. Loftus, bu deneyinde katılımcıları ilk olarak iki farklı gruba ayırmış ve kısa bir araba kazası videosu izletmiş. Daha sonra şu soruları sormuş: “Arabalar birbirine çarptığında (hit fiili kullanılmış) ne kadar hızlıydı?” “Arabalar birbirine çarpıştığında (smash fiili kullanılmış) ne kadar hızlıydı?” Verilen cevaplarda ise ‘çarptı (hit)’ kelimesini kullandığı grupta katılımcılar daha düşük bir hızda çarpıştıklarını söylerken, ‘çarpıştı (smash)’ kelimesini kullandığı grupta katılımcılar daha yüksek bir hızda çarpıştıklarını söyledi. Sadece kullanılan kelimelerin sertliği bile değiştiğinde insanlar biraz önce izledikleri bir araba kazası hakkında çok farklı ifadeler vermiş ve hafıza yanılsamasının etkisini kanıtlamış.
Duygusal Etkenler ve Hafızanın Bozulması
Bu dış ve iç etkenlere biraz daha fazla odaklanmak istiyorum, insanın hafızasını en çok etkileyen olay travmalardır. Travma anında yüklenen ani ve yoğun stres insanın hafızasının işleyişini doğrudan bozar ve bazı insanların beyni başa çıkma mekanizması olarak travma anını siler ve genelde parçalı olarak işler. Hafızada boşluklar oluşturan bu durum sonunda insan beyni o boşlukları daha toleransı yüksek anılarla doldurur ve böylelikle ortaya yanlış anılar çıkar. Bu yüzden travma içeren davalarda yalancı şahitlik olayının daha fazla görülebileceği inkâr edilemez.
Yönlendirme ve Önyargıların Etkisi
Bir diğer etken ise daha öncesinde bahsettiğim araştırmada da örneğini gördüğümüz yönlendirme. Özellikle stres altında yapılan sorgulamalarda yetkili kişilerin yaptığı yönlendirmeler, kişinin hafızasında değişikliklere sebep olabilir. İnsanların önyargıları, beklentileri ve bunun gibi içsel duygusal etkenler de yanlış tanıklığa sebep olabilir. Örneğin, düşüncelerinin doğru olduğuna inanan ırkçı birisini düşünelim, belirli bir ırkın suça daha yatkın olduğuna inanıyor ve suçlunun yüzünü tam olarak göremediği bir senaryo var. Gösterilen olası suçlular arasından suça yatkın olan ırka benzeyen birisini kasıtlı olarak seçmese bile seçme ihtimali var çünkü zihni o boşluğa o ırkın suratını koymaya daha yatkın.
Adalet Sisteminde Önlemler
Tüm bu nedenler aslında adalet sisteminin tanık ifadesine olan güvenini sorgulatır ve bağlamda çeşitli önlemler almaya iter. Bilinen en klasik örneği yemin etmenin dışında, kullanılan çeşitli tekniklere göz atalım:
1. Çift Kör Tekniği
Fotoğraf ile teşhis yapılırken “çift kör” tekniği uygulanır. Bu teknikte polis suçlu adaylarını tanığa gösterirken kendisi de suçlunun kim olduğunu bilmez, böylelikle tanıkta herhangi bir yönlendirme yapmamış olur.
2. Sıralı Teşhis
Bu yöntem ile olası suçlular aynı anda gösterilmekten ziyade teker teker gösterilir. Bu, tanığın kararını daha dikkatli vermesini sağlar.
3. Tanık Eğitimi ve Kamera Kaydı
Tanıklara öncesinde tanıklık hakkında eğitim verilir, ifadesi alınmadan önce her zaman zihinlerinin onları yanıltabileceği hatırlatılır ve ifadeleri alınırken kamera ile kaydedilir. Bu kayıtlar daha sonrasında incelenir ve tanığın söyleyiş biçimine önem verilir. Kamera kaydı sayesinde tanığın yönlendirilip yönlendirilmediği de kontrol edilir.
4. Psikologların Rolü
Son olarak bazı mahkemelerde bilirkişi olarak psikologlar yer alırlar ve tanığın ifadesinin ne kadar güvenilir olup olmadığını sorgularlar.
Sonuç: Hafızaya Güvenmek mi?
Kısaca, insanların belleği sabit bir cihaz değil, bazen dışarıdan etkilenerek bazen ise kendisi bir şey getirerek sürekli olarak bir anı inşa eden bir yapı. Bu durum da insanların getirdiği hikayeler birbirlerinden çokça farklı olmasına sebep oluyor ve güvenirliliğini azaltıyor. Bu anı doldurma eylemi sadece ciddi konularda değil, aynı zamanda gündelik hayatımızda da sık sık kullandığımız bir eylem olduğundan her zaman hafızamıza tamamen güvenmememiz gerektiğini kendimize arada hatırlatmakta fayda var.