Pınar, Özgecan, İkbal, Ayşe, Rojin… ve daha nicesi! Toplumumuzun kanayan yaralarından birine parmak basıyorum bugün. Ülkemizde bitmek tükenmek bilmeyen şiddetin, en çok da ihtiyaç duyulan, doğurganlık özelliğiyle dünyayı besleyip büyüten kadınlarımızdan çıkması… Her haberde içimizdeki sesler “artık olmasın!” diye isyan ediyor fakat yine oluyor! Bu nasıl bir kin, nasıl bir öfke demekten kendimi alamıyorum. Hangi ara çürüdü bu toplumun vicdanı? Bu yıl da yüzlerce kadın katledildi; sayılar sadece birer sayıdan ibaret gibi görünse de, suç ve suçlu psikolojisinin anlamını yitirdiği çok anlar yaşadı bu ülke. En çarpıcı olanı ise mağdur kadınlar bu şiddeti çoğunlukla kendi yakınlarından gördüler. Geriye ise yarım kalmış hikayeler ve gözü yaşlı aileler kaldı. Görünürde öfke patlaması gibi duran cinayetlerin, aslında çok derin psikolojik, sosyolojik ve kültürel kökleri vardır (Connell, 2005). Bu noktada normalleştirmememiz gereken bir şeyden söz ediyorum. Mağdur edilen kadınların sesi olmak ve adalet aramak adına bu yazımda, kadın cinayetlerinin son zamanlardaki artışının nedenlerini ve yapılması gerekenleri, edindiğim toplumsal gözlemler ve bazı bilimsel araştırma sonuçlarıyla ele alacağım.
Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Öğrenilmiş İktidar
Bizlere çocukluktan itibaren katı bir şekilde öğretilen toplumsal cinsiyet rolleri, her zaman “erkek egemen” bir yapıya dayanmıştır (Connell, 2005). “Dünyanın yaradılışı bu mudur?” şeklindeki sorular aklımı kurcalarken, bizlere dayatılan bu cinsiyet rollerinin en başta kadın-erkek eşitliğini bozduğunu görüyorum. Erkeklere “söz sahibi, otoriter, üstün” roller yüklenirken; kadınlara ise her zaman alttan alan, evine bağlı, pasif ve itaatkâr olma zorunluluğu dayatılmıştır. Ne acı bir gerçektir ki Türkiye’de bu rollerin yaygınlığı, birçok tabunun ve psikolojik sıkıntının oluşmasını tesadüf olmaktan çıkarır. “Psikolojik iktidar” dediğimiz bu modelde, erkekler kontrolü kaybetme korkusuyla kimliklerini tehdit altında hisseder (Connell, 2005).
Glick ve Fiske’ye (1996) göre 2 farklı cinsiyetçilik türü vardır: korumacı ve düşmanca cinsiyetçilik. Korumacı cinsiyetçilik boyutunda kadın korunması gereken bir varlıkken, düşmanca cinsiyetçilikte kadın bu rolün dışına çıkarsa tehdit olarak algılanır. Bu iki tür de kadının bireysel özgürlüğünü kısıtlayan parçalardır. Birbiriyle çelişkili olan bu roller, cinsiyet fark etmeksizin zihinlerde kalıplaşır ve şiddeti normalleştiren bir kısır döngüyü yaratır. Ayrıca, bağımsızlıkla ilgili kadın girişimleri, bazı erkeklerde bir kayıp hissi yaratarak kadını kontrol etme gerekçesiyle saldırganlıklar, kıskançlıklar ve öfke patlamalarına yol açar.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, öldürülen kadınların %61’i kendi hayatlarına dair karar almak (boşanmak, ayrılmak, çalışmak, giyinmek) istedikleri için katledilmiştir (KCDP, 2024). Görüyoruz ki bu istatistikler, sorunun bireysel bir meseleden öte, sistematik bir kültürel ve toplumsal cinsiyet sorunu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Psikolojik Dinamikler
Kadın cinayetlerini işleyen faillerin kişilik yapısını incelediğimizde, çoğunlukla narsistik, bağımlı veya benzeri bozukluklara sahip bireyler olduğunu görürüz (American Psychiatric Association [APA], 2013). Bu kişiler, eşlerini birey olmaktan öte kendi benliklerinin bir uzantısı olarak algılar. Kontrol duygusunu kaybetmek istemediklerinden, her şey onların istediği yönde ilerlemek zorundadır. Bu bağlamda, kadınlardan gelen ret davranışları, zayıf benliklerini derinden yaralar; içsel kırılganlıklarını maskeleyerek şiddetin her türlüsüne yönelmelerine yol açar.
Değersizlik duyguları tetiklenmiştir artık… Bunu “yaralanmış benlik” kavramıyla biraz daha açalım: İçten içe kendini güçsüz ve kompleksli hisseden erkek, ona karşı gelinmesini ölümcül bir tehdit olarak algılar. Güçlü hissedebilmek için baskısını ve şiddetini artırarak orantısız güç kullanır (Kohut, 1971). Oysa kendi kendini yok etmek istediğinin farkında değildir.
Yargı, Medya ve Tepkisizlik
Bir diğer önemli nokta, bilinçli ya da bilinçsizce kadına şiddeti meşrulaştıran yapıların var olmasıdır. Suçlara karşı “cezasızlık” kadın cinayetlerinin durdurulamamasında çok büyük bir etkendir. Görünen o ki, adalet sisteminin işleyişindeki sıkıntılar, “iyi hal indirimi” gibi uygulamalar, cinayet faillerinde “Bana hiçbir şey olmaz, 3-5 ay yatar çıkarım, bir şekilde kurtulurum.” gibi düşünceleri oluşturmaktadır.
Medya boyutu da kitleleri yönlendirebilen büyük bir güce sahiptir. Kadın cinayetlerini “kıskançlık, aşk cinayeti” gibi romantize eden başlıklarla haberleştirmek, suçun ciddiyetini ve şiddetin büyüklüğünü hafifletmekte, olayı bireysel bir tutku meselesi gibi sunmaktadır. Farkında mısınız? Bu, basit bireysel olaylardan ibaret değildir; bu apaçık erkek şiddetidir! Ne yazık ki duyarsızlaştırılıyoruz. Bunun sosyal psikolojideki karşılığı “seyirci etkisi”dir: Bireylerin topluca bir olaya tanık olduklarında sorumluluk hissetmemesi ve müdahale etmemesidir (Darley & Latané, 1968).
Erkeklik Krizi
Türkiye’deki kadınların ekonomik özgürlük, sosyal farkındalık gibi birçok açıdan güçlenmesi, mevcut düzende bir erkeklik krizi yaratmıştır (Connell, 2005). Bu krizin sonuçlarından biri, erkekliğin aşırı bir şekilde kanıtlama çabası olsa da, tüm bunlara rağmen iyi düşünecek olursak kadınlarımızın eğitim, kültür ve hukuksal farkındalıkla birlik ve dayanışma içinde olması, kadının gücünü yeniden hatırlatmakta, toplumsal gelişim ve dönüşüm adına içimize umut tohumları ekmektedir.
Çözüm ve Sonuç: Ne Yapılabilir?
Kadın cinayetlerinde uzun vadede en kalıcı çözümler, yasal düzenlemelerle adalet sistemindeki sıkıntıların giderilmesi ve toplumsal farkındalığın artırılmasıyla gelebilir. Bununla birlikte, çocukluktan itibaren toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi verilmelidir (Connell, 2005). Medya, kullandığı dille manipüle etmekten kaçınmalı, gerçeği olduğu gibi yansıtarak “erkek cinayeti” diyebilmelidir. Ayrıca, ruh sağlığı çalışanı istihdamı artırılarak psikolojik desteğe erişim kolaylaştırılmalı; özellikle de şiddet geçmişi olan bireyler için zorunlu terapi projeleri oluşturulmalıdır.
Unutulmamalıdır ki bu patriyarkal düzenin dönüşümü, erkeklik algısının uzun vadede değişmesine bağlıdır (Connell, 2005).
Kaynakça
American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (5th ed.). https://doi.org/10.1176/appi.books.9780890425596
Connell, R. W. (2005). Masculinities (2nd ed.). University of California Press.
Darley, J. M., & Latané, B. (1968). Bystander Intervention in Emergencies: Diffusion of Responsibility. Journal of Personality and Social Psychology, 8(4, Pt.1), 377–383. https://doi.org/10.1037/h0025589
Glick, P., & Fiske, S. T. (1996). The Ambivalent Sexism Inventory: Differentiating Hostile and Benevolent Sexism. Journal of Personality and Social Psychology, 70(3), 491–512. https://doi.org/10.1037/0022-3514.70.3.491
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu. (2024). 2024 Kadın Cinayetleri Raporu. https://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/
Kohut, H. (1971). The Analysis of the Self: A Systematic Approach to the Psychoanalytic Treatment of Narcissistic Personality Disorders. International Universities Press.