İnsan doğası gereği doğru insanı arar. Kimi zaman bu arayış, bir ömür süren bir yolculuğa dönüşür; kimi zamansa bulunduğunu düşündüğümüzde elimizden kayıp giden bir fırsata. Doğru insanı bulmak, çoğu zaman sandığımız kadar kolay değildir; çünkü mesele yalnızca karşımızdakini tanımak değil, aynı zamanda kendimizi de anlamaktır. Çoğu ilişkide temel sorun, “doğru insanı bulmak”tan ziyade “doğru insan olabilmek”tir. Ne var ki, ilişkilere yön veren temel taşlardan biri de iletişimdir.
Konuşulmayan duygular, bastırılan yas ve ertelenen hayaller, zamanla çiftlerin arasına görünmez duvarlar örer. Tuğla filmi, bu gerçeği farklı bir biçimde gözler önüne seriyor. Film, kayıpla sarsılan bir çiftin yaşadığı iletişimsizlikten yola çıkarak, acı, umut ve yüzleşmenin insan hayatındaki dönüştürücü gücünü anlatır.
Filmin merkezindeki Tim ve Olivia, bebeklerini kaybettikten sonra iki yıl boyunca bu acıyı birbirleriyle paylaşmaz. Olivia bağ kurmak ve konuşmak isterken; Tim işine sığınır, sessizliği seçer. İlişkilerindeki boşluk büyür, mesafeleri derinleşir. Onların hikâyesi, aslında birçok çiftin yaşadığı suskunluğu, bastırdığı yasları ve giderek kaybolan yakınlığı temsil eder.
Doğru insanı bulmak üzerine yapılan tartışmalar, aslında filmin derinlerinde kendine bir zemin bulur. Doğru insan, yalnızca “beni olduğum gibi kabul eden kişi” değildir; aynı zamanda birlikte gelişebileceğimiz, birlikte yas tutabileceğimiz, birlikte konuşabileceğimiz kişidir. Ne yazık ki, ilişkilerde bu yön çoğu zaman göz ardı edilir. İnsanlar “doğru kişiyi” ararken, kendi iletişim biçimlerini, kendi yaralarını ve kendi kırılganlıklarını sorgulamayı ihmal ederler. Oysa filmin de altını çizdiği gibi, asıl sorun “doğru kişiyi bulmak” değil, “doğru insan olabilmektir.”
Olivia’nın Paris hayali, filmin en güçlü kırılma anlarından biridir. Kadın bu seyahati bir çıkış, yeniden bağ kurma fırsatı olarak görürken, erkek işini gerekçe göstererek ertelemeyi seçer. Aslında bu sahne, ertelenen hayallerin ilişkilerde nasıl bir sonun habercisi olduğunun güçlü bir göstergesidir. Kadın için Paris, bir seyahatten öte, birlikte yaşamanın, paylaşmanın sembolüdür. Erkek içinse Paris, ertelenebilir bir ayrıntıdır. İşte bu farklı bakış açısı, ilişkideki derin çatlağı görünür kılar.
Tuğlalarla çevrili apartmanda, yalnızca Tim ve Olivia değil, diğer sakinler de yaşam mücadelesi verir. Film boyunca umut kavramı, güçlü bir şekilde işlenir. Umut, insanı hayata bağlayan en önemli duygulardan biridir. Şartlar ne kadar zor olursa olsun, çiftin ve grubun hayata tutunma çabası, aslında insanın varoluşsal mücadelesini gözler önüne serer. Fakat burada umut, yalnızca güzel günleri beklemek değil; aynı zamanda içinde bulunulan acıyla, belirsizlikle yüzleşebilme cesareti olarak da karşımıza çıkar.
Koşullar değiştikçe verdiğimiz tepkilerde değişecektir. İş birliği yapan, bencilce davranan, korkuya teslim olan ya da yıkıcı tavırlar sergileyen. Travmatik koşullar altında insan doğasının en kırılgan yönleri açığa çıkar. Jung’un “gölge” kavramını anımsatan bu sahnelerde, bastırılan karanlık yanların kriz anında nasıl su yüzüne çıktığı görülür.
Çiftin en önemli yüzleşmesi ise, kaybettikleri bebekten ilk kez söz ettikleri andır. Yıllardır dile getirilmemiş bu acı, sonunda konuşulabildiğinde, ilişkiyi yeniden bağlayan bir köprüye dönüşür. Film, yasın sessizlikle taşınamayacağını, ancak paylaşıldığında iyileştirici olabileceğini güçlü bir şekilde vurgular.
Final sahnesinde Olivia ve Tim, büyük bir çabayla tuğlalardan kurtulmayı başarır. Ancak karşılarında bekledikleri özgürlük yoktur; çünkü dünya hala tuğlalarla kaplıdır. Bu gerçek, yaşamın bize sürekli yeni sınırlar, yeni mücadeleler sunduğunu hatırlatır. Yine de artık Paris yolculuğu mümkündür. Paris, yalnızca bir tatil değil; yeniden doğuşun, umutla yola devam etmenin bir simgesine dönüşür.
Sonuç
Tuğla filmi, ilişkilerde iletişimsizliğin, bastırılan yasın ve ertelenen hayallerin nasıl görünmez duvarlar ördüğünü çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Doğru insanı bulmak kadar, doğru insan olabilmenin de önemini hatırlatır. İletişim kurmadığımız her an, bir tuğla daha öreriz; umut etmediğimiz her an, yaşamla bağımız zayıflar. Film, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde, umutla ve yüzleşmeyle yeniden doğabileceğimizi gösterir.
İlişkiler, emek ve iletişim ister. Yas, konuşulmadığında bizi içine hapseder; umut, ise bizi yeniden hayata bağlar. Tuğla bize şunu hatırlatır: Her duvar, aşılmak için vardır.
Ve doğru insanı bulmak, çoğu zaman duvarları birlikte yıkabilme cesaretiyle mümkündür.