Hepimizin deneyimlemeye pek de gönüllü olmayacağı bazı duygular vardır. Korku, öfke, kaygı, hayal kırıklığı gibi duyguları misafir etmek çoğu zaman bir külfet gibi gelir. Üstelik bazı olumsuz duygular için misafirliğin kısası makbul değildir; inatla uzatırlar, gitmek bilmezler. Hal böyle olunca, kimi zaman tek çareyi kapıyı hiç açmamakta buluruz. Onlar kapıyı çalar, bizse evde yokmuş gibi davranırız.
Korkunun, öfkenin ya da hüznün içeri girmesine izin vermediğimizde, aslında direnç denen görünmez bir duvar öreriz. Bu duvar, bizi koruduğunu sanarken çoğu zaman ızdırabı daha da büyütür. Psikolog Dr. Chris Germer, bu süreci şöyle tarif eder:
“Bir şeye direnç gösterdiğimiz zaman o şey bodrum katına iner ve ağırlık kaldırmaya başlar.”
Beyin, çözülmemiş her duyguyu açık bir dosya gibi saklar. Biz onu kapattığımızı sansak da, zihnimizin derinliklerinde sistem o dosyayla meşgul olmaya devam eder. Nörobilimsel olarak bu “direnç” hali, beynimizin duygusal hafıza merkezi olan amigdalayı sürekli etkin tutar; beden tehlike geçmiş olsa bile alarmda kalır.
Aslında bu alarm sadece hayatta kalmak için değil, “hissetmekten kaçınmak” için de çalar. Bu yüzden direnç, acıyı dindirmek yerine onu daha görünür kılar. Sonuç olarak zihin, acıyla yeniden karşılaşabileceği güvenli bir alan arar.
Trajedi Paradoksu: Hüzünle Haz Arasındaki Çelişki
İlginç bir şekilde, bazen olumsuz duygulara kendi ellerimizle davetiye çıkarırız. Hüzünlü müzikleri tekrar tekrar dinler, tek bir notayı bile kaçırmadan içimizi sızlatan melodilere kendimizi maruz bırakırız. Kaçındığımız duygulara bu denli gönüllüce yaklaşmak kulağa bir çelişki gibi gelebilir ama insan zihni tam da bu çelişkilerle örülüdür.
Birçok insan, hüzünlü müzikleri dinlemekten keyif aldığını ve bu deneyimin kendilerini mutlu ettiğini söyler. Acıdan ve ızdıraptan kaçınmak için çok çabalamamıza rağmen, çoğu zaman bu duygular bir şekilde hoşumuza gider (Morreall, 1968).
Bu noktada, insan davranışının en ilginç çelişkilerinden biri olan trajedi paradoksu karşımıza çıkar. Bu paradoks, kısaca; acı, kayıp veya hüzün gibi olumsuz duyguları uyandıran sanat eserlerinden nasıl olup da keyif alabildiğimizi sorgular.
Bu durumun ardında birden fazla psikolojik süreç yer alır. Müzikle kurduğumuz çelişkili bağ, bu süreçlerin karmaşık etkileşiminin bir ürünüdür.
Biyokimyasal Yaklaşım: Beyinde Duyguların Kimyası
Hüzünlü müzik dinlemek, oksitosin ve prolaktin gibi hormonlarla ilişkili bulunmuştur.
-
Oksitosin, sosyal bağlanma ve empatiyi destekleyen bir hormon olarak bilinir; bireyler arası duygusal yakınlığı artırır ve güven duygusunu pekiştirir.
-
Prolaktin ise gözyaşı, keder ve üzüntü durumlarında salgılanır ve sosyal yatıştırıcı bir etki göstererek kişinin yalnızlık hissini azaltır.
Bu biyolojik tepkiler, hüzünlü müzik dinledikten sonra deneyimlenen “tatlı bir ferahlık” hissini açıklayabilir (Huron, 2011; Chanda & Levitin, 2013).
Duygusal Düzenleme: Güvenli Mesafeden Hissetmek
Müzik, duyguların en derin katmanlarına ulaşmanın belki de en incelikli yoludur.
Sözler ve melodiler iş birliği yaparak, bastırılmış ya da kaçınılan duygulara nazikçe temas eder.
Bu temas, bireysel deneyimi ortak bir duygusal paydada birleştirir; kişi kendini görülmüş ve duyulmuş hisseder.
Müzik bunu çoğu zaman öyle ustalıkla yapar ki, direnç mekanizmamızla uzlaşır ve savunmalarımızı geçici olarak devre dışı bırakır.
Gerçek yaşamda acı verici bir olayla karşılaştığımızda beynin savunma ve stres düzenleme ağları devreye girer; ancak müzik aracılığıyla deneyimlenen hüzün çoğu zaman bu alarm sistemini tetiklemez.
Bu sayede birey, duygularıyla güvenli bir mesafeden temas edebilir ve onları bastırmak yerine gözlemleme ve düzenleme cesareti gösterebilir.
Bu süreç, duygusal düzenleme mekanizmalarının bir tür “duygusal antrenmanı” olarak da tanımlanabilir.
Müzik, özellikle orbitofrontal korteks ile amigdala arasındaki bağlantıyı etkileyerek duygusal işlemlemeyi kolaylaştırır (Koelsch, 2014; Vuoskoski & Eerola, 2017).
Varoluşsal Yansıma: Acıyla Anlam Aramak
İnsan davranışlarını anlamaya çalışırken, bilimsel açıklamalar kadar düşünsel derinliğe de ihtiyaç duyarız.
Bu noktada “Neden böyle hissediyoruz?” sorusunun yanında, “Bu hisler bize ne söylüyor?” sorusunu sormak, daha derin bir anlayış geliştirmemizi sağlar.
Hüzünlü müzik dinlemek, sadece duygusal rahatlama aracı değil, aynı zamanda bir anlam üretme biçimidir.
Müzik, kişinin anlam arayışına tanıklık eder ve acısını dönüştürmesi için bir alan yaratır.
Acı artık kaotik bir yük değil, üzerinde düşünebileceğimiz, kendi deneyimimize dair ipuçları sunan bir kaynak haline gelir.
Bu süreç, insanın kendi varoluşsal sancısıyla yüzleşmesini mümkün kılar.
Kierkegaard’a göre acı bir kusur değil, var olmanın bedelidir.
İnsanın özü; korku, kaygı ve seçimler arasında sürekli şekillenen bir süreçtir.
Ona göre insan, acıyla yüzleştiğinde “özgün benliğine” yaklaşır.
İnsanın acıyla olan çelişkili ilişkisi, aslında bir çeşit kendi benliğine yaklaşma çabasıdır.
Bu ilişkiye yönelik belki de en şeffaf içgörüleri Sylvia Plath’in sözlerinde buluruz:
“Her günü tatmak ve ondan keyif almak istiyorum; acıdan asla korkmadan, duygusuz bir kabuğa kapanmadan, hayatı sorgulamayı ve eleştirmeyi bırakmadan. Öğrenmek ve düşünmek; düşünmek ve yaşamak; yaşamak ve öğrenmek: hep böyle, her zaman, yeni içgörüler, yeni anlayışlar ve yeni bir sevgiyle.”
İnsan, çoğu zaman bilinçdışı düzeyde kendi varoluşundaki anlamı arar.
Müzik, duygusal deneyimlerle yüzleşmeyi kolaylaştırarak bireyin öznel gerçekliğiyle yeniden temas kurmasına olanak tanır.
Bodrum katına gönderilen duygulara bir ses, ifadesini bulamayan acıya bir biçim kazandırır.
Bu temas, direncin duvarlarını inceltir ve insanı hakikatine biraz daha yaklaştırır.
Çünkü bazen insan, en çok acının içinden geçerken, kim olduğunu en çıplak hâliyle hatırlar.
Kaynakça
Huron, D. (2011). Why is sad music pleasurable? A possible role for prolactin. Musicae Scientiae, 15(2), 146–158. https://doi.org/10.1177/1029864911401171
Chanda, M. L., & Levitin, D. J. (2013). The neurochemistry of music. Trends in Cognitive Sciences, 17(4), 179–193. https://doi.org/10.1016/j.tics.2013.02.007
Koelsch, S. (2014). Brain correlates of music-evoked emotions. Nature Reviews Neuroscience, 15(3), 170–180. https://doi.org/10.1038/nrn3666
Morreall, J. (1968). Aristotle and the paradox of tragedy. The Angle, 1968(1), Inside Cover.
Vuoskoski, J. K., & Eerola, T. (2017). The pleasure evoked by sad music is mediated by feelings of being moved. Frontiers in Psychology, 8, 439. https://doi.org/10.3389/fpsyg.2017.00439


