Cumartesi, Mayıs 24, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Ters Yüz 2 Filmi ile Tüm Duygularımızı Kucaklayabilmek

Duygularımız olan Üzüntü, Korku, Tiksinti, Öfke ve Neşe…

Her bir duygu insana dair ve çok kıymetli… Bu farkındalığı bizlere kazandıran ve tüm zamanların en sevilen animasyon filmlerinden biri olan Ters Yüz’ün (Inside Out) devam filmi olan Ters Yüz 2’de (Inside Out 2), çocukluktan ergenlik dönemine geçiş yapan Riley’nin zihnine yeniden davet ediliyor ve burada yeni duygularla; Gıpta, Bıkkınlık, Utanç ve Kaygı ile tanışıyoruz. Ergenlik döneminde yaşanan duygusal karmaşaların ustaca anlatıldığı bu devam filminde, büyümenin sancılı sürecine tanık oluyor ve anormal olarak görülen duyguların aslında ne kadar insani olduğunu bir kez daha fark ediyoruz. Kişilik gelişimimizin ve akıl sağlığımızın yararına bu duyguların neden bu kadar önemli olduğunu ifade edebilmek için, öncelikle bu yazıda filmin genel konusuna değinip, daha sonra ebeveynler ve çocukları adına her bir duygunun işlevini açıklamaya çalışacağım.

Filmde, Riley’i ergenlik dönemine girmiş bir genç kız olarak görüyoruz. Bu dönemin beraberinde getirdiği büyük duygusal değişimler Riley’nin zihninde yeni bir maceraya davet ediyor bizi. Neşe, Üzüntü, Tiksinti, Korku ve Öfke adlı duygu karakterleri bir arada yaşamaya alışmışken, zihin merkezindeki kumandaya yeni bir güncelleme geliyor. Bu yeni sürümde artık Kaygı, Utanç, Bıkkınlık ve Gıpta adlı karakterlerin de söz hakkı oluyor. Karakterler arasında Riley için hangisinin daha iyi olacağı yönünde anlaşmazlıklar baş gösterince, Kaygı ilk filmden tanıdığımız duyguları bir kavanoza hapsedip, adeta bu duyguları bastırıyor. Böylece, Riley’i olası tehlikelerden koruduğuna inanan Kaygı, kumandanın kontrolünü ele geçiriyor. Gıpta, Bıkkınlık ve Utanç ile birlik olan Kaygı, Riley’nin kişilikine dair tüm inanç sistemini alt üst ediyor. “Ben yetersizim” gibi düşüncelerle inanç sistemi yeniden şekillenen Riley’nin oynadığı maç sırasında ceza almasıyla birlikte Kaygı kontrolü kaybediyor ve kumandaya başka hiçbir duygu karakteri yaklaşamıyor. Riley endişe atağı geçirirken, ilk filmden tanıdığımız duygular macera dolu bir yolculuktan sonra zihin merkezine geri dönmeyi başarıyorlar ve Riley’i eski kişiliğine geri döndürmek için uğraşıyorlar. Ancak bu sırada Neşe fark ediyor ki, Riley eskisi gibi olamıyor çünkü zihnin en karanlık köşelerine gönderilen kötü anılar ya da olumsuz deneyimler de iyi anılar gibi Riley’nin inanç sistemini şekillendirmeye başlıyor. Riley’nin tüm bu deneyimler sonucu oluşan yeni kişiliğini öncelikle Neşe kucaklıyor ve daha sonra diğer tüm duygular da bu yeni kişiliği adeta bir sevgi yumağı şeklinde hep birlikte kucaklayabiliyorlar.

Film bize; büyümenin, dolayısıyla çok katmanlı ve karışık duygulara sahip olmanın aslında çok normal olduğunu gösteriyor. Kaygı karakterinin Riley’i gelecekte karşılaşabileceği olası tehlikelerden korumaya çalışarak ona yardımcı olmak istediğini ama bu duygunun çok yoğunlaştığı zaman aşırı düşünme, stres ve endişe atağına neden olabileceğini görüyoruz. Sadece bir duygunun zihni ele geçirmesinin bir ergenin ruh dünyasında yaratabileceği olumsuz etkileri görüyor, birden fazla ve insana dair olan tüm duyguların el ele tutuşup birlik olmasıyla iç dünyamızın nasıl daha rahat nefes alabildiğinin farkına varıyoruz. Kişiliğimizi keşfederken, bir başka deyişle kim olduğumuzu anlamaya çalışırken bazı duyguları yönetmede neden zorlandığımızı anlayabiliyoruz. Büyümenin sancılı sürecinde aynı anda hem mutlu hem de gergin ya da hem utangaç hem de gururlu hissedebiliyoruz. Birden fazla duyguyu aynı anda deneyimleyebiliyor, neşe ve üzüntü gibi birbirine zıt görünen duyguların aslında el ele vermesi gerektiğini, ancak bu şekilde kendimiz olabildiğimizi, akıl ve ruh sağlığımızı koruyabileceğimizi fark ediyoruz. İnsanın sadece mutlu ve neşeli hissederek iç dünyasında iyilik halini sağlayamayacağını anlatan bu filmde, her bir duygunun kendine has bir işlevi ve görevi olduğunu gözlemliyoruz. Kaygı bizi göremediğimiz ve olası tüm tehlikelerden korumaya çalışırken, Korku karşılaşabileceğimiz tüm tehlikelerden birtakım önlemler alarak iyi olmamız için uğraşıyor. Üzüntü kötü hissetmekte de bir sakınca olmadığını gösteriyor. Öfke ile hoşumuza gitmeyen davranışlara tepki gösterebiliyor ve sınırlarımızı koruyabiliyoruz. Ergenlik dönemindeki sosyal ilişkilerde; Gıpta hayranlığın ne kadar önemli olduğunu gösterirken, Utanç ile de yüzümüzün neden kızardığını anlayabiliyoruz. Neşe ile, büyümenin aslında içimizde hep var olan o çocuksu heyecanımızı ve neşemizi kaybetmek anlamına gelmediğini fark ediyoruz.

İnsana dair olan her bir duygunun ne kadar kıymetli olduğunu bize bir kez daha hatırlatan bu film aracılığıyla anlıyoruz ki, insan iç dünyasındaki tüm duygularını kucaklayabilmeli. Kendimize her bir duyguyu dengeli bir biçimde, aşırıya kaçmadan ve bastırmadan deneyimleme şansı tanıyınca, işte o zaman hep aradığımız o içsel huzuru bulabilir, kişiliğimizi geliştirebilir, böylelikle akıl ve ruh sağlığımızı koruyabiliriz.

Melis Kümbetlioğlu
Melis Kümbetlioğlu
Melis Kümbetlioğlu, Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunu ve Londra’daki Roehampton Üniversitesi’nde Bağlanma Çalışmaları alanında uzmanlık eğitimi almış bir psikolog ve yazardır. Erken dönem bağlanma ilişkileri ve sanat terapisi üzerine çalışmalar yapmakta, yazıları ve atölyeleri aracılığıyla sanatın terapötik gücünü paylaşmaktadır. Yüreğimden Dökülenler adlı kitabında, içsel yolculuğunu ve terapötik deneyimlerini samimi bir şekilde sunar. Kümbetlioğlu, bağlanma teorisini ve sanat terapisini bireylerin yaşamlarına dahil etmek ve iyileştirici bir dil geliştirmek için çalışmalarını sürdürmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar