Pazartesi, Ekim 20, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Sosyal Bir Olgu: Dilenciliğe Psikolojik ve Sosyolojik Bakış

Günlük hayatta hemen hemen her gün karşılaştığımız fakat çoğunlukla görmezden geldiğimiz bir olgudur: dilencilik. Toplumun bazı kesimleri için sosyal bir sorun olarak görülürken, kimisi için de acıma, merhamet veya rahatsızlık gibi duygular uyandırabilir. Dilenme eylemi, yalnızca ekonomik bir meseleden ibaret değildir; psikolojik, sosyolojik ve kültürel açılardan da ele alınması gereken, karmaşık insan davranışlarını içinde barındıran çok boyutlu bir olgudur.

Dilencilik tarih boyunca hemen hemen her toplumda var olmuştur. Kimi zaman dini gerekçelerle, kimi zaman ise yoksulluğun bir sonucu olarak kendini göstermiştir. Modern şehir hayatında dilencilik, artık yalnızca “geçim sağlama” amacına hizmet etmemekte; bu davranış, bir yaşam biçimi veya öğrenilmiş davranış modeli haline dönüşmüştür.

Psikolojik açıdan ele alındığında, bu davranışın altında yatan neden yalnızca para isteme ya da para alışverişi değildir. Aynı zamanda insan ilişkileri kurma, dikkat çekme, kabul görme veya empati uyandırma çabası da olabilir.

Dilenciliğin Psikolojik Boyutu: Öğrenilmiş Çaresizlik ve Bağımlılık Döngüsü

Dilenciliğin özünde öğrenilmiş çaresizlik vardır. Kişi, ne yaparsa yapsın ilerleme kaydedemeyeceğine inanır ve kendisine göre en az direnç gerektiren yolu seçer: başkalarından yardım istemek. Bu davranış, zamanla kişinin kimliğine dönüşür.

Dilencilik, yalnızca maddi bir istek değildir; aynı zamanda dikkat, ilgi, onay ve görülme ihtiyacı gibi duyguların dışavurumudur. Özellikle çocuk yaşta dilenmeye başlayan bireyler, insanların merhameti üzerinden ilişki kurmayı öğrenir ve bunu istemsizce içselleştirirler. Sürekli yardım alarak yaşamak, bir tür bağımlılık döngüsü yaratır.

Her geçen gün benzer davranışın ödüllendirilmesiyle (örneğin, para verilmesi), beynin ödül-yolak sistemi aktifleşir. Bu sistem, bireyin yardım alarak geçinme davranışını pekiştirir. Böylece kişi “çalışmak” yerine “yardım almak” eylemini normal bir geçim kaynağı olarak öğrenir.

Birçok dilenci, çocukluk döneminde ihmal, istismar ve yoksulluk deneyimlemiştir. Bu travmatik yaşantılar, kişinin özgüven gelişimini engeller. Birey, toplumdaki diğer insanlar gibi eşit bir birey olma yerine, kendini “yardıma muhtaç” bir konumda görmeye başlar.

Dilenciliğin Sosyolojik Boyutu: Toplumun Aynası Olarak Dilencilik

Dilencilik yalnızca bireysel bir davranış değildir; aynı zamanda toplumun vicdanını yansıtan bir ayna gibidir. Bazı insanlar dilencilere yardım etmeyi bir insani görev olarak görürken, bazıları bunu sömürü olarak nitelendirir.

Bu farklı bakış açıları, insanların empati düzeyini, adalet anlayışını ve suistimal edilme korkusunu yansıtır. Yardım edenler genellikle kendini iyi hissetme motivasyonuyla hareket ederken, yardım etmeyenler manipülasyon korkusu veya iyiliğin kötüye kullanılma endişesi taşır.

Önemli olan, dilenciliği bireysel bir ahlak sorunu olarak görmek değil, onu toplumsal bir psikolojik olgu olarak anlamaktır. Dilencilik, hem bireyin hem de toplumun bilinçaltındaki sosyal adalet, eşitlik ve dayanışma anlayışını gözler önüne serer.

Çözüm Önerileri: Ekonomik Değil Psikososyal Yaklaşımlar

Dilenciliği ortadan kaldırmanın tek yolu para vermemek değildir. Aynı şekilde, yasak koymak da kalıcı bir çözüm getirmez. Tarih boyunca yasakların cazibesi, çoğu zaman bireyleri bu davranışlara daha fazla yöneltmiştir.

Kalıcı çözüm, bireye kendini değerli, yeterli ve üretken hissettirecek alanlar yaratmaktır. Kişinin psikolojik dayanıklılığını artırmak, toplumsal destek mekanizmalarını güçlendirmek gerekir.

Bu süreçte sosyal hizmet uzmanları, psikologlar ve yerel yönetimler ortak çalışmalar yürütmelidir. Dilencilikle mücadelede yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda psikososyal bir süreç hedeflenmelidir.

Dilencilik, toplumun en görünür ama aynı zamanda en anlaşılmaz yaralarından biridir. Bu olguya yalnızca ekonomik eksiklik olarak bakmak, insanlığın psikolojik yönünü göz ardı etmek olur. En önemli adım, dilenen kişileri etiketlemeden, yargılamadan ve anlamaya çalışarak yaklaşmaktır.

Toplum ve Birey Arasında Görünmeyen Bağ

Dilenciliğe psikolojik açıdan bakmak, toplumun görünmeyen, ötekileştirilen ve suça itilen kesimlerini fark etmemizi sağlar. Bir bireyin dilenme noktasına gelmesi sadece kişisel bir durum değildir; aynı zamanda ekonomik, politik ve kültürel dinamiklerin sonucudur.

Dilenme davranışının ardında çoğu zaman değersizlik, ötelenmişlik, aidiyet problemleri ve en önemlisi umutsuzluk vardır. Umudun kaybolması, kişinin varoluş anlamını da kaybetmesi demektir.

Maddi destekten ziyade bir gülümseme, kısa bir sohbet veya bir sıcak çorba, bireylerin yaşama tutunmasını sağlayabilir. Sosyal destek programları, kişiyi yeniden üreten, değerli bir birey konumuna dönüştürebilir. Umut varsa çaba da vardır; gerçek değişim, insanın yeniden kendine inanmasıyla başlar.

Sonuç

Dilencilik, dünyanın hemen her yerinde görülebilen, hem psikolojik hem de sosyolojik yönleriyle karmaşık bir olgudur. Bu gerçeği yalnızca ekonomik bir sorun olarak görmek, insan doğasını anlamada büyük bir eksiklik yaratır.

Toplum olarak yapmamız gereken, önyargısız bir anlayışla, dilenciliğin ardındaki insan hikâyelerini fark etmektir. Çünkü her bireyin geçmişinde farklı zorluklar, farklı deneyimler ve farklı kırılma noktaları vardır.

Gerçek değişim, yalnızca sistemsel önlemlerle değil, insanın yeniden kendine inanmasıyla başlar. Dilenciliği ortadan kaldırmak için en önemli adım, bireye değerli olduğunu hissettirmek ve toplumun onu yeniden kendi parçası haline getirmesidir.

“Umut varsa, çaba da vardır.”
Toplumsal iyileşme, bireyin umudunu yeniden yeşertmekle başlar.

Şevval Atalay
Şevval Atalay
Şevval Atalay, 21 Ocak 2001’de İstanbul’da doğmuş ve halen İstanbul’da yaşamaktadır. Kadriye Moroğlu Anadolu Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi Ağız ve Diş Sağlığı bölümünü tamamlamıştır. Ancak edebiyat ve psikoloji alanlarına duyduğu ilgi doğrultusunda eğitim hayatına yön vermiştir. Şu anda İstanbul Medipol Üniversitesi'nde 4. sınıf öğrencisi olarak öğrenimine devam eden Atalay, aynı zamanda aile danışmanlığı eğitimi almış ve çeşitli alanlarda sertifikalar edinmiştir. Farklı kliniklerde staj yapma fırsatı bularak pratik deneyim kazanmış; YEDAM/Yeşilay’da zorunlu stajına aktif şekilde devam etmektedir. Psikopol ve Gipder gibi platformlarda uzun süre psikoloji içerikli yazılar kaleme alan yazar, özellikle varoluşçuluk temalı konularla yakından ilgilenmektedir. Farklı alanlarda üretmeyi sevse de, insanların yaşamına yazılarıyla dokunmaktan büyük bir mutluluk duymaktadır. Aynı zamanda aktif bir sivil toplum gönüllüsü olan Şevval Atalay, film tutkunu kimliğiyle sinemaya ilgi duymakta; evcil hayvanlarıyla vakit geçirmeyi ve seyahat etmeyi de çok sevmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar