Dostoyevski, bir toplantıda yaptığı konuşma ve okuduğu şiir nedeniyle sürgün edilir. Hapis yaşamı sürdürdüğü Sibirya’daki anılarını “Ölüler Evinden Anılar” kitabında toplar. İnsanları yeniden tanıdığı yaşamının bu süresinde, bir köpek ile insan ilişkileri üzerine deney yapar. Köpeğin yanından geçen tüm mahkûmların onu tekmelediğini, bir mahkûm geçecek olduğunda eğilip tekmelenme pozisyonunu aldığını görür. Ve köpek, bu davranışa karşı olumsuz bir tepki vermek yerine hiçbir şey yapmaz. Dostoyevski’nin en şaşırdığı nokta, bu tepkisizlik durumudur. Bir süre sonra köpeğin yanına gider ve başını okşamak ister. Önce afalladığını, sonrasında Dostoyevski’den korkup acı acı havlayarak uzaklaştığını görür. O günden sonra da köpek kendisinden kaçmaya başlar. Bakıldığında herhangi bir şekilde canı yanmamış olmasına rağmen böyle havlaması ve kendisinden kaçması, Dostoyevski’ye tuhaf gelir. Bu deney, insanın alışkanlıklar ile bağdaşmaktadır.
Birey, doğduğu andan itibaren önce anne-babası ve kendisine bakım veren, kan bağı olan kişilerle, çevre ve okul ortamı olmak üzere birçok insanla karşılaşır, bu insanların farklı tepki ve davranışlarına şahit olur. Küçüklüğünden itibaren bireye nasıl davranılırsa veya birey çevresindeki insanlarda hangi davranış kalıplarını gözlemlerse, bu davranış kalıplarını uygulamaya yatkın olur. Alıştığı davranışları veya sözcükleri iyi-kötü, doğru-yanlış diye sorgulamaz. Sorgulasa bile tanıdığı histen uzaklaşmak istemez. Gösterilen davranış ne kadar kötü veya yanlış olarak tanımlanırsa tanımlansın, birey alıştığı davranış kalıplarını “konfor alanı” dediğimiz tanınmış bölgede konumlandırır.
Bu noktada benzer olarak, sevgiyi kabul etmeyen insanları düşünebiliriz. Birey, özellikle altı yaşa kadar çevresindeki bireylerde nasıl davranışlara şahit oluyorsa, kendisine nasıl davranılıyorsa bunlara alışır. Hak ettiğinin bu olduğunu düşünür. Dostoyevski’nin kitabındaki köpeğin durumu da bundan ibarettir. Alıştığı davranış “tekmelenmek” olduğundan, köpek kendisine gerçek anlamda bir sevgi davranışı ile yaklaşan Dostoyevski’den korkar. Aslında canı yanmamış olsa bile canı yanmış gibi havlar. Alışkın olduğundan farklı, ona tanıdık olmayan bir davranış ile karşılaştığı için bu onu korkutur. Her ne kadar başının okşanması hoşuna gitmiş olsa bile bunu fark edemez, başının okşanmasını “bu hissi bilmiyorsun, hak ettiğin bu değil” olarak nitelendirip kaçar. Sevgiyi kabul etmeyen insanlarda da benzer durum vardır. “Bu hissi bilmiyorsun!” Şimdiye kadar birey, kendi anne-baba ilişkisinde, sahip olduğu yakın arkadaşlık ilişkileri veya romantik ilişkilerde kavgacı tavırlar, özgüven gelişimini kısıtlayan fikir ve isteklerin önemsenmemesi, saygısızlık olarak nitelendirilebilecek davranışlar, psikolojik ve fiziksel şiddet, hakaret, kıskançlık olarak nitelendirilen fakat daha üst boyutu olan ve bireysel alan ihlal edilerek yapılan “kısıtlamalar”, çeşitli manipülasyonlar gibi sözlü ve tepkisel davranış kalıplarını gördüyse, muhtemelen kendisini sağlıklı ve açık iletişime dayalı, saygı ve güven faktörlerini temel alarak seven bir insandan uzaklaşacaktır. Çünkü hak ettiğini düşündüğü tutumlar sevgi ve güven temelli değildir. Muhtemelen karşıdaki kişinin sevgisini sorgulayacak, samimi bulmayacaktır.
Yine örneğin, ailesinde şiddet ve aldatma geçmişi olan bireylerde de benzer bir durum söz konusudur. Bu bireyler, ailesinde şahit olduğu çeşitli şiddet ve aldatma davranışlarını, muhtemelen ilerleyen yaşamında kendi ilişkilerinde uygulayacak, kendisine uygulanmasından memnun olmasa da yüksek farkındalık ile bu duruma karşı çıkmadığı sürece döngüsel olarak benzer durumlar yaşayacaktır. Çünkü öğrendiği “Bu doğru, bu bana yakın olan.” Buradaki nokta, doğru-yanlış, iyi-kötü ayrımı değil “tanıdık-tanımadık” hissiyatıdır. Tanınmış, alışılmış hisler sorgulanmadan kabul edilir. Örneğin, babasının annesine şiddet uyguladığını gören bir kız çocuğu, her ne kadar annesine üzülüp babasına kızsa da yetişkinliğinde annesinin rolünü benimser, babası gibi şiddet eğilimli bir bireyi kendine yakın görür. Böyle bir adamla evlenme ve şiddete uğrama ihtimali yüksektir. Bu duruma şahit olan erkek çocuk ise babasının rolünü benimser, yetişkinliğinde şiddet uygulamaya meyilli biri olur.
Altı yaşından sonra, süperego dediğimiz “ahlak algısı” gelişmeye başladıkça toplumsal normlar, kişilerarası ilişkiler ve iletişim biçimleri gözlemlenmeye başlar. Genel doğru ve iyi olarak kabul edilen durumlar, alışmayan kişi tarafından garipsenir. Bu süreç, içsel bir çatışmaya neden olur. Birey, farkındalığı yüksek biriyse, öğrendiği ve sosyal çevreden gördükleri uyuşmadığında, bu uyuşmazlık için adım atmalıdır. Çünkü çözümlenemeyen içsel çatışmalar, sürecin döngüsel olarak tekrar etmesine, huzursuzluk ve “bir şeyler yanlış gidiyor” hissiyatının devam etmesine neden olur. Bu sürecin çözümlenmesi için bir uzmandan destek alınması gerekir.